İstanbul’da güz

Tuğrul ŞAVKAY
Haberin Devamı

Bugün 21 Eylül. Yazın son günü. Yarın 22 Eylül’de artık güz başlayacak.

Coğrafya derslerinden aklında bir şeyler kalmış olanlar, yılın mevsimlere bölünmesinin Yeryüzü’nün dönme ekseninin Güneş’in çevresindeki ötelenme düzlemine göre yaklaşık 23 derecelik eğiminden kaynaklandığını hatırlar. Eylül ve Mart aylarındaki ılım noktalarında ise Güneş tam ekvator düzleminde bulunur ve Yeryüzü’nde gündüz ile gece eşitlenir. Bu arada kuzey yarıkürede 93 gün 23 saat süren güz mevsimi başlar. 22 Eylül’deki ılım noktası ile başlayan güz, 21 Aralık’taki gündönümüne kadar devam eder.

* * *

Aslında güz sonradan olma bir mevsim.

Eskiler Hintliler, Araplar ve hatta başlangıçta Yunanlılar yılı üç mevsime bölmüş, ilkbahar, yaz ve kış diye.

Daha kuzeyde yaşayanlar için ise yalnız kış ve yaz diye iki mevsim varmış.

İlerleyen yüzyıllarda Yunanlılar takvime bir de güzü eklemek ihtiyacını duymuş. Sonra Romalılar da bu sistemi benimsemiş. Güz mevsimi insanlığın takvimine böylece adımını atmış, bir daha hiç çıkmamacasına!

* * *

Güz eski bir Türk sözcüğü. Eski Türkçe’de 'küz', gölge, güneşi az yer, sıcakların azaldığı dönem anlamlarına gelirmiş. İsmet Zeki Eyüboğlu, 'Türk Dilinin Etimoloji Sözlüğü'nde, bu kelimenin 'sonyaz' ve 'sonbahar' karşılığı olduğunu söyler ve 'Sözün kökeni doğal bir olaydan kaynaklanır. Anadolu halk ağzında ’kuz’, ’guz’ sözcükleri ’güneş görmeyen yer’; ’güneş doğunca geç aydınlanan, geç ısınan, erken soğuyan yer’ anlamındadır' diye ekler.

Bu mevsim, biraz şairane bir biçimde, Farsça adıyla 'hazan mevsimi' olarak da anılmış uzun yıllar. Hele şairler, yaprakların sararıp dökülmesine atıfta bulunan bu ismi pek sevmişler. Farsça 'hazan' sözcüğünün kökeninde yatan 'heziden' kelimesinde sararmak, kımıldanmak, sürünerek yürümek, dökülmek anlamlarının tümüne rastlanmakta. Böylesine zengin bir imgelem bu sözcüğün bugün de bir ölçüde kullanımının devamını sağlamış olsa gerek.

Araplar ise daha maddi bir dünyaya atıfta bulunmuş. Sözlüklere göre, 'harif' kelimesinde yemiş toplama, kış başlamadan yağan yağmur anlamları var. Bu kadar gerçekçilik pek çekici olmadığından eskilerin Araplardan ödünç aldığı 'mevsim-i harif' sözü, sararıp solmuş ve yerlerde sürünürken un ufak olmuş bir yaprak gibi çoktan unutulmuş gitmiş.

* * *

Adı ne olursa olsun, güz ya da sonbahar veya hazan mevsimi İstanbul’da çok güzeldir.

Ben bunu kırk yıllık deneyimimden biliyorum. Ama bu kentte eskiden yaşamış nice kişi de yazdıklarında buna işaret etmeden geçememiş.

İstanbul’un güzü inanılmaz bir ılımanlıkta geçer. Bazen gündüzleri bir yaz gününü aratmaz ki, buna neden 'pastırma yazı' dendiğini bugün bile bilmem. Ancak, 93 günlük bu sona kalmış bahar mevsiminin gündüzleri genellikle ılımandır. Kalınca bir ceketle gün boyu gezilebilir. Geceleri ise, güne aldanmamak gerekir. Çünkü soğuyan hava ucun ucun insanı ısırır. İhtiyatlı olmakta yarar var.

Bu günlerde kentin üzerine adeta bir tül perde gerilmişcesine her şey biraz buğulu bir biçimde görünür. Işığın yazki parlaklığını yitirmesiyle birlikte gökyüzündeki görünmez tül perde giderek kalınlaşır. Bu da görüntüye esrar katar, biraz gerçekdışı bir manzara oluşturur. Meraklısı için pekala hoştur.

Kısacası İstanbul’un güzü bir başka güzeldir.

* * *

Böylesine bir güzelliğin nedenini ben çok özel bir duruma bağlıyorum. Güz, her yerde hüznü ve melali çağrıştırır. İstanbul’da ise güz hayatın ta kendisidir. Siz bir İstanbullu şairin,

'Çiçeğin rengi soldu, bitti şarkısı kuşun

Yol tenha, dal mecalsiz, su durgun.

Tabut yapılan tahta, ev ev taşınan odun.

Bahar, ümit yerine, ey kış, içimde korkun!'

Sözlerine pek aldanmayın. Ne de olsa şair sözü, elbette yalandır.

İstanbul’un güzü ölümü değil, yaşamı hatırlatır. Tenhalık, mecalsizlik, durgunluk yerine hayat doludur. Sadece bu hayatın resmini yapan Büyük Ressam, paletindeki renk seçimini değiştirir. O kadar.

Ama Ziya Osman Saba’nın aynı şiirinin bir ikinci dörtlüğü var.

'Allahım! kararması şu göğün...

Dal senin, ağaç senin döktüğün

Yapraklarla, mevsimlerle, gün gün.

Geçip gidişi ömrün...'

diye. İşte buna söylenecek sözüm yok. Ömür hakikaten geçip gidiyor ve bunu biz belki de en çok güzün hatırlıyoruz.

En azından benim durumum böyle. Çünkü doğum günüm 21 Eylül. Bugün. Yazın son gününde. Güzün eşiğinin tam önünde...

Yazarın Tüm Yazıları