Paylaş
Israrla Türkiye'nin turizmdeki tercihini kolaya kaçarak, kitle turizminden yana kullanmasının vahim bir yanlış olduğunu savunuyorum.
İyimserlikle kötümserlik arasında bir sarkaç gibi gidip gelen geçen haftaki yazım üzerine arayıp soran çok oldu. Aralarında kızan da vardı, destekleyen de. Üstelik eteğimdeki taşı da tam dökememiştim.
Bu kısa girişten sonra gelelim turizm konusunda geçen haftaki köşeye sıkıştıramadıklarıma...
Hala ısrarla, Türkiye'nin turizmdeki tercihini, kolaya kaçarak, kitle turizminden yana kullanmasının vahim bir yanlış olduğunu savunuyorum. Anadolu, yeryüzünde eşsiz bir hazineyi bağrında taşıyor. Batı uygarlığının temelini oluşturan kültür ve sanata ilişkin ne istenirse bizde var; hem de en iyisinden! Bu kadar güzel kıyılar, bu kadar güzel ve temiz bir deniz de cabası. Bir de unutmayalım, devletin en güzel arazileri girişimcilere uzun vadeli olarak bedava fiyatına kiralandı. Sözkonusu arazilerin üzerine, devletin kredi desteği ile en güzel olmasa bile bayağı pahalı yapılar dikildi.
Peki bütün bu malvarlığı içinde eksik olan neydi? Eksiklik, eğitilmiş insan gücündeydi. Kalifiye eleman yeterince yoktu da, biz bunun için kaç paralık yatırım yaptık? Sorunun cevabı yok. Nedeni ise çok basit: Türk girişimcisi, elle tutup gözle görmeyeceği şeye para yatırmaz. Hele insana yatırım yapmak, bizim öncelik sıralamamızda kuyruğun kuyruğuna bile düşmez. Nitekim düşmedi de!
Bu yüzden Türk turizmi Avrupa'daki kılıç artığı turistleri dört gözle bekler durumda. Resmi otoritelerin yıllık 12 milyar dolar yollu beyanlarına kulak asmayın. İşin içinde olanlar, 8 milyar doları bile öngörmüyor. Yine de bu küçümsenmeyecek bir gelir kalemi. Üstelik şu günlerde, neredeyse bir müjde.
Bir de, karamsar bulutlara bakıp ağlamanın anlamı yok. Gözyaşlarımızı yağmura katık etmek çok anlamsız. Kitle turizmine niye girdik diye bugün diz dövmek boşuna yakılmış bir ağıt. Türkiye şöyle ya da böyle geçmiş 40 yıl içinde turizmde çok şey öğrendi ve çok yol kat etti. Şimdi bu bilgi ve deneyim birikimimizi, kitle turizminden arındırılmış özel bölgelere yöneltmemiz gerekiyor. Kaliteli bir turist kitlesine beklediği hizmeti sunan bir turizm adacığı yaratabiliriz pekala. O zaman turizm gelirlerimiz de katlanarak artar. Ayrıca Türkiye hoyratça tüketilen bir turizm pazarı olmaktan da çıkar. O yüzden altını çizerek söyleyeyim ki, karamsarlığa hiç mi hiç gerek yok.
Aklıma bir hikmetli söz geldi. 'Kim böyle bir şey işitti? Kim böyle şeyler gördü?' diye soran İsrail peygamberlerinden İşaya, sözlerine 'memleket bir günde doğar mı? Bir millet birden doğar mı?' diye devam eder. Söylenen elbette çok doğru. O yüzden de korkmayın, bir günde doğmayan, bir günde de batmaz.
Yalnız şurası çok açık: Artık kimsenin palavra dinlemeye tahammülü yok. Aptalca yapılmış her şey sonunda gelip bize fatura ediliyor. Daha akıllı ve daha üretken olmak zorundayız. Aklı ve üretkenliği de birbirinden ayırmak mümkün olmuyor. Yalnız çok çalışarak değil, verimli bir çalışmayla kendimizi kurtarmamız söz konusu. Gayret bizden, şefaat Allah'tan.
Ege'de ölmüş eşek fiyatı
Bir Egeli olarak Ege kıyıları için birkaç söz söylemeden geçemeyeceğim. Maalesef turizmciler bizim güzel bölgemiz için 'ölmüş' diyorlar. Ege nasıl ölebilir? Ama fiyatlara bakılırsa, söylenen doğru. Ege'yi turizm adına Avrupa'nın ayaktakımına biz yağmalattık, sömürttük. Üç kuruşa tamah ettik. Kıyıları gecekondu tesislerle doldurduk. Pamuk tarlasını satıp otel yapan adam başına Laleli'den müdür getirtip -ya da daha kötüsü, kendisi geçip- turistik tesis işletmeciliği yaptı. Yanına da köyden üç aylığına getirdiği adamları servis elemanı diye aldı. Öyle olunca da eşek ölüyor! Şimdiki fiyatların ölmüş eşek fiyatı olmasında bizden başka kimsenin suçu yok. Üstelik Ege dünyanın en parlak uygarlıklarının beşiği. Çek Cumhuriyeti'nin kültür turizmi konusundaki başarısına bakınca içim nasıl cız ediyor, anlatması çok güç.
Paylaş