İftar sofraları

Tuğrul ŞAVKAY
Haberin Devamı

Bu yıl Ramazan ile yılbaşı içiçe girdi. Ramazan bin yıllık bir gelenek, yılbaşı ise çok daha yeni. En azından ay takviminden güneş takvimine geçinceye kadar, bizim için yılbaşı diye bir şey sözkonusu değildi. Doğu ile Batı'yı birleştirmekteki becerimiz, iki geleneği de birarada yürütmemizi sağlamış bulunuyor. Fena mı olmuş derseniz, aksine iyi olmuş. Siz din bezirganlarının bağırıp çağırmalarına kulak asmayın. Yılbaşının Batı dünyasında da dini bir anlam yükü yok. Onlar, yılbaşına en yakın düşen dini bayram olarak Noel'i bilirler. O gün bütün aile biraraya gelir. Birlikte akşam yemeği yenir. Çocuklara hediyeler dağıtılır. Kuzey Avrupa'nın binlerce yıllık geleneği, kilisesi Ege'nin Anadolu kıyılarında bulunan Aziz Nikolas'ın anısı ile Hıristiyan bir görünüme büründürülerek kutlanır. Yılbaşında ise böyle bir dini anlam ve görüntü bulunmaz. Sadece yeni bir yılın gelişi kutlanır, hepsi o kadar.

Bizde Ramazan ile yılbaşının ciddi bir kültürel çatışma yaratmamasının altında bu gerçekler bulunmakta. İnsanlar hem kutsal ay boyunca oruç tutuyor, hem de son zamanlarda bu ay içine rastlayan yılbaşını kutluyor. Böyle bir durumun içe sindirilebilmiş olması, Türkiye'nin gerçeğini göstermesi açısından çok önemli.

YAYGINLAŞAN GELENEK

Ayrıca Ramazan'da oruç tutma adetinin giderek toplumda yaygınlaştığı inkar edilemez bir gerçek. Toplu öğle yemeği yenen yerlerde bunu kolayca gözlemlemek mümkün. Yemekhanelerde, oruç vaktinde hemen hiç kimse görülmüyor. Özellikle gençler, Ramazan ayına ve oruca saygıyı bir kültürel kimlik göstergesi olarak yorumlamakta. Oruç, bu yüzden toplumda yaygın bir uygulama alanı buluyor. Üstelik oruç tutanların büyük bir kesimi, öyle basmakalıp yargılarla yobaz denemeyecek kadar açıkgörüşlü ve modern insanlar.

Doğrusu bunda dini kaygılar kadar, oruçla sağlık arasında kurulan bağlantı da ciddi bir öneme sahip sanki. İki değerli araştırmacımız, Nimet Berkok ve Kamil Toygar, ‘‘Ramazan Yemekleri ve Mutfak Kültürü’’ adlı kitaplarında, İslami ibadetlerin yerine getirilmesinin şüphesiz Yüce Allah'a kulluk için olduğunu söyledikten sonra, ‘‘Ancak, dinimizin emrettiği her şeyin insan bedenine büyük yararı olduğu da bir gerçektir’’ diyorlar.

Hz. Muhammed, bir hadiste yer aldığı gibi, ‘‘oruç tutunuz, sağlık bulursunuz’’ demiş. Adını andığım araştırmacılar da, bu hadisi şerifin ışığı altında meseleye bakarak orucun şişmanlık, yüksek tansiyon, damar sertliği, mide ve sindirim sistemi hastalıklarından insanı koruyan bir ibadet olduğunun altını çiziyorlar. Yazarların iddiasına göre oruç, günümüz tıbbında büyük önem taşıyan ‘‘koruyucu hekimlik’’ ilkesini doğasında içeriyor. Böylece bir yıl boyunca durmadan çalışan mide ve sindirim sistemimiz, bir ibadet aracılığıyla, Ramazan ayı boyunca dinleniyor ve korunuyor.

Ancak burada bir zorlamaya yer olmadığını hemen hatırlatayım. Dini yorumlarda bulunmak benim işim değil ama, dinimizin hiçbir iş ve konuda inananlara güçlük yüklemediği çok söylenen bir söz. O nedenle sağlığı yerinde olmayanların oruç tutması emredilmemiş. Ciddi olarak hasta olanlar bu ibadetten muaf tutulmuş bulunuyor. Tabii burada bir ‘‘kaza’’ sözkonusu. Çünkü orucunu meşru nedenlerle tutamayanlar, tutamadıkları oruçlarını sağlıklarına kavuştuklarında tutarak görevlerini yerine getirmek durumundalar.

YEMEK DÜZENİ

Ramazan ayı boyunca dikkatimi çeken bir nokta, insanların oruç tutarken bu işin bazı incelikleri olduğunu bilmemeleri veya görmezden gelmeleri. Bin yıllık Müslüman olarak bu konudaki cehaletimizin affedilir bir yanı yok. Nimet Berkok ve Kamil Toygar, adını andığım kitaplarında bu yanlışların başlıcalarına işaret etmeden geçememişler.

İlk ve belki de en yaygın yanlış, iftarda aşırı yemek yenmesi. Berkok ve Toygar, Ramazan ayında iftar sofralarında oruç tutanların neredeyse normalin üç katı yemek yediklerinin gözlendiğini belirtiyorlar. Sanki iki öğün yememenin intikamı alınıyor. Hem de fazlasıyla!

Oruç bir anlamda nefis terbiyesi ise, iftarda yiyip içmede bu kadar aşırıya kaçılması işin ana fikriyle çatışıyor. Üstelik gün boyunca aç kalmış bir mideyi böyle tıka basa doldurmanın sağlık açısından nasıl bir felaket olduğunu her dürüst hekim size hemen söyleyebilir.

İftar sofralarını elbette özenle hazırlamalıyız. En güzel yemekleri ortaya çıkartmalıyız. Geleneğe uyarak ‘‘iftariyelik’’ dediğimiz sabah kahvaltısı yiyecekleri ile akşam yemeğini bu sofrada birleştirmeliyiz. Bunlara amenna. Yalnız bütün bu anlattıklarım, yeme ve içmede ipin ucunu kaçırmaya ve aşırı bir yemeği teşvik eder sofralar kurmaya asla amir değil.

Hele bütün gün aç kalındı diye birbirini tutmaz sürü sepet yiyeceği sofraya taşımak hiç anlaşılmaz bir tutum. İftar sofraları çoğu zaman çarşamba pazarına benziyor. Ne ararsan bulunur cinsinden kuruluyor. Biribiriyle hiç de uyum içinde olmayan bir sürü yiyecek, sırf zenginlik olsun diye sofraya taşınıyor. Ramazan ve oruç, insanın ağız tadının, yemek yeme keyfinin yok edildiği bir garabet ve ızdırap ayı mı ki böyle davranıyoruz? Ben aksi görüşteyim. Oruç, yemeğe daha fazla özen göstermemize yol açmalı, oburluğa değil!

Ramazan ayı boyunca özellikle iftar sırasında yapılan bir başka yanlış ise çabuk yemek. Bütün bir gün beklemiş olmak yeterli bir mazeret oluşturmuyor. Sadece acele giden ecele gitmez, acele yiyen de ecele gider. Aradaki fark, acele yiyenlerin daha yavaş ecele gitmeleri. Çünkü bunun kötü etkileri ancak zaman içinde ortaya çıkmakta.

O yüzden özellikle iftar sofralarında biraz ağır olmakta sayısız yarar var. Zaten iyi bir yemeğin keyfinin de ancak böyle çıkartılabileceğini hemen ekleyeyim. Ağzının tadını bilir insanların tümü yemeği her zaman böyle yer. Zira öbür türlüsüne, açık sözlü olmak gerekirse, yemek yemek değil, tıkınmak tabir edilir.

Bir de marifetmiş gibi sahura kalkmayanlardan söz edelim. Sanki oruç, o zaman daha makbul olurmuş gibi davranıyor böyleleri. Bir değil, hem de birçok bilene sorduğumda, tam aksini söylediler. Sahurda kalkmak ve bir şeyler yiyerek oruca başlamak işin hem esasında var, hem de gelenek zaten bunu emretmekte. Aklınıza bir şüphe düşmüşse ‘‘Sahur yemeği yiyin, çünkü sahurda bereket vardır’’ mealindeki hadisi şerifi hatırlayın.

Elbette sahurda abuk sabuk ve özellikle ağır yemekler yememek gerekiyor. Yoksa uykuya tekrar dalmak mümkün değil. Uyunsa da kabuslarla süren bir geceden hayır beklemek anlamsız. Ertesi günü bir karabasana dönüştürmenin anlamı yok. Bir de tuzlu yiyecekler yiyip ertesi gün azap çekmek akıl ve mantığın olduğu kadar inancın da kabul etmediği bir durum.

Yemek konusunda bile başkalarına akıl vermekten kaçınan birisinin hele dini konularda yazmasını ben de pek anlamış değilim. Birden içimden öyle geldi. Ramazan dolayısıyla biraz öğüt vermenin gerektiğini düşündüm. Kendimi tutamadım. Umarım bir barış ve hoşgörü ayı olan Ramazan içinde böyle bir kusur kolayca affedilir.

Ramazanınız ve yeni yılınız kutlu olsun!

Yazarın Tüm Yazıları