Hayatın İçinden

Tuğrul ŞAVKAY
Haberin Devamı

İstanbul’u tanımak, ama nasıl?

BİR tarih öğrencisi olup da İlber Ortaylı’yı tanımamak mümkün olamaz. İlber Hoca’yı takdir etmek bana düşmediği için bu konuda sözü uzatmayacağım. Ama bu arada tarihçi olmayıp Hoca’yı tanıyanların da çok olduğunu söyleyeyim. Bunun nedeni Ortaylı’nın tarihi herkes için kolay anlaşılır ve sevilir kılma yolunda gösterdiği çabalardır. Hoca bunu yaparken de bilim adamı ciddiyetinden taviz vermez.

İlber Ortaylı’nın bu bapta bir yazısı geçtiğimiz günlerde Milliyet’in Pazar ekinde yayınlandı. Başlık olarak, 'Yurdumuzu tanımalı ama nasıl?' denmiş. Doğrusu, bugünkü yazımın ilham kaynağı sözünü ettiğim makale oldu.

Göç sorunu

Konuya giriş ilginç bir kapıdan yapılmış: Göç sorunu. Soru da şöyle sorulmuş: Gençler niçin Türkiye’den göçe özeniyor? Hoca adaletsizlik, insanın niteliklerine uygun iş bulamaması, adil bir yükselme rejiminin olmaması gibi ikna edici nedenleri saydıktan sonra, bunlara bir de kentlerin yeni çehresini eklemiş. Allah’tan verdiği örnek Ankara. 'Mesela Ankara' diyor, '1960’ların Ankara’sı değil. Soğuk kültür kurumlarının günden güne eridiği, modern şehircilikten nasibini alamayan bir metropol oldu.' Ardından da hemen eklemiş, 'Ankara’da büyüyen genç, takılacağı başka şehirleri gözünü kırpmadan tercih edebilir' diye.

Küçük bir parantez açıp bunun İstanbul için de geçerli olduğunu söyleyeyim. Gerçi İstanbul -hakkını yemeyelim- Ankara gibi hiç de soğuk değil. Kültür hayatı da epeyce canlı. Ama şehircilikten nasibini almak konusunda ne derece çağdaş bir görünüme sahip, orası çok tartışmalı.

Kentin tadına varmak

İlber Ortaylı’nın değindiği ilginç bir nokta da kenti tanımak ve tadına varmak meselesi.

Söylediklerine kulak kabartalım... Ortaylı, 'Girdiğim sınıflarda yaptığım ankette öğrencilerin büyük çoğunluğunun yaşadıkları bu kenti tanımadıklarını dehşetle gördüm' diyor. Verdiği örnekler de çok çarpıcı. 'Kadıköylüler’in Suriçi İstanbul’dan haberleri yoktu' dedikten sonra, 'Boğaziçi halkı Üsküdar’ı bilmiyor' diye ekliyor.

İstanbullular ile ilgili bir başka gözlemi de şöyle: 'Türk kültürünü temsil etmesini beklediğimiz sınıfların çocukları, İstanbul’un saraylarını bilmiyor'!

Kahredici gerçek ise, Hoca’nın da belirttiği gibi, Avrupalı aydın ve burjuvaların -bu sonuncuların Türkçe’de kentsoylu olarak adlandırıldığını hatırlatayım bu arada- bu yerleri mutlaka gezmiş, görmüş ve buraları hakkında bir şeyler okumuş olmaları.

Ben özgürüm!

BİR aydır sinir sistemimi allak bulllak eden bir reklamla köşe kapmaca oynuyorum. 'Ben özgürüm' diyen kızın çıkmasıyla zapping yapmam bir oluyor. O yüzden zapping aletini tabanca gibi cebimde taşır oldum. Sinirlenmemin nedeni, özgürlük gibi hakkında binlerce sayfa kitap yazılmış, felsefenin temel kavramlarından biri olmuş ve üzerinde yüzlerce düşünürün kafa patlattığı bir kavramın bu kadar ucuzlatılmış olması.

İnsan bir telefon kartı almakla 'özgür' olabiliyorsa, Amerikan Devrimi’nin, Fransız Devrimi’nin on binlerce savaşanı özgürlük adına niye canlarını feda ettiler? Sakın 'o zaman cep telefonu yoktu' demeyin!

Gezip görmek

Yine de reklamdaki gezip görme yanını beğenmediğimi söyleyemem.

Nitekim İlber Ortaylı, yukarıda andığım yazısında buna da değinmiş.

'Şehir ve yurt gezileri genç yurttaşların eğitilmesinde en acil bölümü oluşturuyor' diyor Hoca. Devlet okullarının ve teşekküllerinin böyle bir program becerebileceklerini ise şüpheli buluyor.

Önerisi ise belediyelerin ve sivil yurttaş kuruluşlarının bu gibi kent gezilerini düzenlemesi.

Bundan amaç ise parası pahalı gezilere yetmeyecek gençlerin de bu nimetten yararlanabilmesi.

Bu arada İstanbul Belediyesi’nin böyle bir girişimi olduğunu da bilmeyenlere haber vermiş olayım.

Gençlik ne yapıyor?

GENÇLERİ olur olmaz eleştirenleri sevmem. Biraz haset bulurum o eleştirilerde. İşin iyi yanından bakmak gerek. Ayrıca gençlere imkan tanınmasının da önde gelen savunucularındanım. Hatta işe gençlerden önce çocuklardan başlanması gerektiğine inanırım. İki dudağım arasında 'Siz -orta yaşlılar ve daha yaşlılar!- iyi bir şey yaptınız da, karşılığını mı alamadınız?'sorusu hazır bekler.

Ben de Ortaylı gibi gençlerin gezmeye ve çevrelerini tanımaya eskiye oranla daha hevesli olduğunu tesbitten mutluyum. Ama Hoca’nın 'Çoğunluğu hız denemesi yapan azınlıklar veya kahve köşelerinde vakit öldürenler oluşturuyor' yargısını da yabana atamadım. Tıpkı, 'O zaman birilerinin öne düşmesi gerekmez mi?' sözü gibi...

Yazarın Tüm Yazıları