Paylaş
Goethe’yi anarken
Geçen hafta sonunu Alman havayolları Lufthansa'nın konuğu olarak Frankfurt'ta geçirdim.
Pazar günü dini akidelerimle hiç ilgisi olmasa da Aziz Paul'ün adını taşıyan kiliseye gittim.
Orada İspanya Kraliçesi, Danimarka Prensesi ve adını bilmediğim sayısız Avrupalı aristokrat, Federal Almanya Cumhurbaşkanı, Alman Şansölyesi, Frankfurt'un zarif bayan Belediye Başkanı ve Almanlar başta olmak üzere Avrupa'nın önde gelen entellektüelleriyle birlikte harika bir vaaz dinledim.
Vaazi veren bir papaz değil, Göthe ödülünü almış bir Leh -ya da bugünkü deyimle Polonyalı- edebiyatçıydı. Almancası öyle Hannover aksanını yansıtmıyordu ve çok uzun konuşuyordu ama, yine de dakikalar geçtikçe ilgiyi üzerinde tutmayı başardı. Konuşması bittiğinde ise dakikalarca alkışlandı.
Shakespeare, Thomas Mann ve Dante'nin adları bu vesileyle anıldı.
Frankfurtluların edebiyatçılarına sahip çıkışları ve ona verdikleri değer gerçekten gözyaşartıcıydı. Eğer öyle değilse Leh konuşmacının ardından İspanya Kraliçesi, Danimarka prensesi, Alman Cumhurbaşkanı, Alman Şansölyesi ve diğer dinleycilerle birlikte benim göz pınarlarımda biriken yaşlar neyin nesiydi?
* * *
Bu arada söylemeyi unuttum. Paulskirche'deki toplantı ve bunu izleyenler boyunca çok önemli birisi daha vardı aramızda. İspanya Kraliçesi'nden, Danimarka Prensesi'nden, Alman Cumhurbaşkanı'ndan, Alman Şansölyesi'nden ve daha ismini cismini bilmediğim bir sürü aristokrat ve devlet adamından çok daha önemli birisi. Johann Wolfang von Goethe, Frankfurt'un, Almanya'nın, asıl doğrusunu isterseniz insanlığın yetiştirdiği en büyük sanatçılardan biri. O da 250 yıl önce doğduğu kentte bizimle birlikte olmayı seçmişti. Ve beni en çok onurlandıran bu sanatçıyla birlikteliğimdi. Bakalım bir gazeteci olarak, bunun nasıl müthiş bir duygu olduğunu bilmem burada size aktarabilecek miyim?
BASYLIK BASYLIK
28 Ağustos, bugün kısaca Goethe olarak bildiğimiz büyük bir edebiyatçının Frankfurt am-Main'de doğduğu gün. 1749 yılında, yani bundan tam 250 yıl önce, bu doğum sırasında kimsenin böyle bir dahinin yeryüzüne geldiğinden elbette haberi yoktu. Şairlerin ve düşünürlerin doğumu, ne yazık ki bazı peygamberlerin doğumu gibi kutsal işaretlerle insanlığa duyurulmuyor. Ne Şark'ta yıldızlar doğuyor, ne de aynı Şark'tan müneccimler gelip doğan çocuğu soruyorlar. Şark'ta görünen yıldız müneccimlerin önlerince gitmiyor ve çocuğun bulunduğu yere kadar gelerek üzerinde durmuyor. Doğan bilinen ve sıradan bir erkek çocuğundan ibaret.
* * *
Bence Goethe'nin bir Alman şairi veya romancısı olarak anılması büyük haksızlık. Hele 'milletlerin üzerinde insanlık vardır' sözünü hatırlayınca, bunun Goethe'nin de kabul edemeyeceği dar bir kalıp olduğunu düşünürüm.
Goethe'nin babası Johann Kaspar'ın oğluna daha küçük yaşlarda Yunanca, Latince, İbranice gibi klasik diller ile Fransızca, İngilizce ve İtalyanca öğretmiş olmasının Goethe üzerinde bir ömürboyu süren etkileri olmuş. Biyografiler, küçük Goethe'nin klasik dillerin büyük eserlerinin çoğunu daha on yaşında okuduğunu yazar.
Goethe üzerine yazanların bir kısmı da, yazarın çocukluk yıllarında yaşadığı Frankfurt'un Fransız işgali altında kalmasının da kendisini etkilediğini belirtir. Fransız İşgal Komutanı'nın karargahi Goethe'lerin evidir ve iki buçuk yıl boyunca bu ev komutanın sanatçı dostlarına hep açık tutulur.
Baba Johann Kaspar'ın akılcı ve aydınlanmacı tutumuna karşılık, Anne Elisabeth Textor duygusallığı, hayal gücü ve anlatma yeteneği ile tanınan biri olarak anılır.
Oğul Johann Wolfang von Goethe, işte böyle bir baba ve annenin bütün özelliklerini, Tanrı'dan geldiğine hiç kuşku duyulamayacak bir üstün yetenekle kendinde birleştirir.
* * *
Goethe'nin gençliğini Strasbourg gibi Alman ve Fransız kültürlerinin arasına sıkışmış adeta iki kültürlü bir kentte geçirmiş olmasının da renk paletini zenginleştirdiğine hiç şüphe duymayanlardanım.
Ve aşk, Goethe'nin bir papaz kızı olan Friederike Brion'a duyduğu büyük aşk, yazarı olgunlaştıran etkenlerden ilk sıralarda anılması gerekenidir.
Sonra gerçek bir dost ve büyük bir düşünürle birarada bulunmuş olmak. Burada sözünü ettiğim Herder. Goethe'yi büyük klasiklere bir kere daha yönlendiren, rokokonun o hafif ve herşeyi küçümseyen gündelik havasından kurtaran adam.
Nihayet Almanların deyimiyle Elsass, Fransızlarınkiyle ise Alsace'ın o muhteşem doğası ve bu doğanın insanı Tanrı'ya ve mükemmelliğe götürüşü unutulmaması gereken bir başka nokta gibi gelmekte bana.
Benzer şeyleri Goethe'nin daha sonraki yıllarındaki İtalya yolculuğu için de söyleyebiliriz.
BASYLIK BASYLIK
Burada Goethe'nin bütün hayat hikayesini bırakın anlatmayı, özetlemeyi bile düşünmüyorum. Hem bunun çok önemi yok, hem de fazla anlamı bulunduğunu sanmıyorum. Bir şair, bir yazar ancak eserleri okunarak anlaşılabilir. Goethe de bunun bir istisnasını oluşturmuyor. Yukarıda yazdıklarımla sadece bir dehanın bozkırın susuz topraklarında filiz verse bile gözkamaştırıcı bir çiçek açamayacağını düşündüğüm için yazdım. Gerekli ortamları yaratmadan büyük insanların ortaya çıkışını beklemek bir mucize beklentisine eş.
Almanya işte bunun için Goethe ile herkesten daha fazla övünmeye hak kazanmış bulunuyor. Yoksa Goethe safkan bir Alman şairi, yazarı ve düşünürü olduğu için değil! Öylesi bir övünme NAZİ'lere yakışırdı. Onlar ise hayatları boyunca Goethe'den nefret ettiler!!
BASYLIK BASYLIK
Dikkat ediyorum, uygar ulusların neredeyse tümü şairlerini, yazarlarını, düşünürlerini, ressamlarını, heykeltraşlarını, mimarlarını, bestecilerini, ses sanatçılarını gündeme getirerek büyüklüklerini gösteriyorlar. Gayrisafi milli hasıla, fert başına düşen milli gelir gibi kavramlar genellikle dar bir iktisatçı dünyasında, ya da gazetelerin ekonomi sayfalarında dile getiriliyor. Parasal zenginliğinle, gösterişle övünenler ise Brunei Sultanı, muhtelif Arap kralları, Afrika diktatörleri gibi başka yolların yolcuları.
* * *
Almanya, çok değil, bundan on yedi yıl önce, 1982 yılında, Goethe'yi 150. Ölüm yıldönümünü dolayısıyla anmıştı. Yalnız Almanya değil, bütün dünya! Çünkü o yıl, tabii Almanya'nın etkisiyle, bütün dünyada 'Goethe yılı' ilan edilmişti.
Şimdi de Goethe'nin 250. Doğum yılı kutlanmakta.
Almanya, bazı peygamberlere doğumlarında müneccimlerin hazinelerini açarak ona hediyeler, altın, günnük ve mür takdim etmesi ve ona secde kılınmasını Kutsal Kitap'larından biliyor. Ve O da, bağrından çıkmış bu büyük insana, doğumunda yapılmayanı doğumundan 250 yıl sonra aynı sevgi, saygı ve minnetle yaparak görevini yerine getirmeye çalışıyor.
* * *
Gördüklerimin özeti şu: Bütün Almanya bu büyük yurttaşını selamlamak için adeta ayağa kalkmış. Lufthansa, Alman hava yolu olarak ülkesine benim gibi dünyanın dört bir yanından gazeteci taşımakta. Oteller, konuklarını en iyi biçimde ağırlamaya çalışmakta. Kitapçılar vitrinlerini Goethe'nin bütün kitaplarıyla süslemişler. Plakçılarda Goethe ile en az beş altı CD'yi gözlerimle görüp de inanamadım.
Goethe bir kez daha bütün Almanya'nın aklında, dilinde, daha önemlisi yüreğinde.
Bütün bunlara ne kadar özendim, bütün bunları ne kadar kıskandım, inanın anlatamam...
Paylaş