Dolmabahçe Sarayı’nın duvarları

Tuğrul ŞAVKAY
Haberin Devamı

Bir haftadır ilginç bir tartışma var. Dolmabahçe Sarayı’nın duvarları yıkılsın mı?

Eski İstanbul Büyükşehir Belediyesi Başkanı Bedrettin Dalan, 'yıkılsın' diyor.

Turing ve Otomobil Kurumu’nun Genel Müdürlüğü’nden tanınan Çelik Gülersoy, 'haşa, sümme haşa' mealinde tepkisini göstermekte.

Zaten durum matematikteki 'Üçüncü halin olmama kanunu'nu hatırlatmakta. Yani duvar ya kalacak ya da yıkılacak. Kimsenin, 'yüksekliği biraz indirilsin' gibi bir önerisi mevcut değil.

Uzman görüşleri

Dalan’la Gülersoy’un tartışması ne yazık ki bir kayıkçı kavgası biçiminde yansıdı.

Kabahati biraz da uzmanların sessizliğine bağlıyorum.

İlk olarak bir hafıza kaybına işaret edeyim.

Bu tartışmalar sırasında kimse Gülersoy’a Soğukçeşme Sokağı’nı hatırlatmadı.

Biliyorsunuz orası Topkapı Sarayı’nın surlarının dibi. Turing orada bir değil bir sürü ev yaptırmış ve bunlardan neredeyse bir surdibi mahallesi oluşturmuştu. Saray duvarı bu kadar kıymetliyse orada yapılan neydi?

Bunu hatırlatmakla yetinip bir başka noktaya değinelim.

Bir hafta boyunca bu konuda uzmanlar da görüş belirtsin diye bekledim. Ne bir ses, ne bir nefes duyabildim.

Uzman deyince kastettiklerim ise başta mimarlar, sonra şehir planlamacıları, tarihçiler, hatta siyaset bilimciler ve sosyologlar.

Uzmanca görüş belirten tek kişi, Hakkı Devrim oldu.

Tarih, siyaset bilimi ve sosyoloji okumuş birisi olarak Hakkı Devrim’e hak vermedim desem yalan olur.

Konuştuğum mimarlar ise farklı görüşler dile getirdiler.

Ancak şu soruya kesin cevap istedim ve alamadım: Dolmabahçe Sarayı’nın duvarları sarayın estetik bütünlüğünün mütemmim bir cüzü -yani ayrılmaz bir parçası- mıdır?

Eğer öyleyse, duvara kimse dokunmamalı. Kimse bizi sanat düşmanlığı ile suçlamamalı. Çünkü her şey geçecek, ama sanat kalacak.

Yok, bu duvarların estetik bir değeri, sarayın bütünlüğü ile bir ilgisi bulunmuyorsa yıkalım. Çünkü orada kalmaları sıradan bir cumhuriyet vatandaşı olarak beni de müthiş rahatsız ediyor.

Kışın gelişi

HAVALARIN güzel olmasına aldırmayın. Yaz bitti derken uzun bir güzü de geride bırakmak üzereyiz.

Kışın gelişini bugün evde nohut pişirilmesinden anladım.

Yanına bir de pilav yapıldı. Turşular ortaya çıkarıldı.

Bir de geçen gün Feridun Ügümü’ye uğradım. Şu ara Nişantaşı’nda açacağı yeni Hünkar lokantası dolasıyla başı epey kalabalık da olsa güzel yemekler yapmaya devam ediyor. Geç bir öğle saati ve karnım da iyice acıkmış. Ne yiyeyim diye düşünürken Feridun önüme bir tabak ayvalı yahni koydu. Ayva bana Bedri Rahmi’nin bir şiirini hatırlattı. Sevgilisine 'Gülen ayvam, ağlayan narımsın' dediği şiir. Şiiri ilk okuduğumda nar tanelerini gözyaşlarına benzetmeyi çabuk kavramıştım da, ayvanın neşeyle, gülmeyle ilişkisi beni uzun zaman düşündürmüştü. Halbuki ben ayvada kışı hatırlatan bir soğukluk, fazla tatlı olmamasından belki bir ağırbaşlılık bulurdum.

Tekrar yemeğe dönecek olursak... Feridun’un tereyağında çevrilmiş iri ayva parçalarının körpecik kuzu etiyle bir arada pişirilip buram buram tarçınla lezzetlendirildiği ve son ölümcül dokunuşun bir kaşık pekmezle gerçekleştirildiği bu nefis yemeğini uzun süre unutmayacağım.

Nohut, ayva, turşu.... Bunlar size de güzün geçip gitmekte ve kışın kapıda olduğunu haber vermiyor mu?

Ahlaksız teklif

HÜKÜMETİN gecekonduların sahiplerine satışı projesi basının gündeminden şöyle bir gelip geçti.

Oysa bu proje daha uzun süre gündemde tutulmalı, daha çok tartışılmalıydı. Çünkü yapılan açıkca bir 'ahlaksız teklif'.

Gündemdeki soru ise, bu teklifin sonuca ulaşıp ulaşmayacağı.

Eski tas eski hamam olsa, yani kanun hükmünde kararname yolu Anayasa Mahkemesi’nce tıkanmasaydı, bu teklif apansız bir gece baskınıyla hayatın bir gerçeği haline gelebilirdi.

Ancak, hálá böyle bir teklif bu kez kanun olarak Meclis’ten pekala geçebilir, hatta mutlaka geçer. Çünkü işin ucunda ciddi bir oy potansiyeli var. Üstelik siyasi partilerin neredeyse tümü bu konuda sabıkalı.

Türkiye’de gecekondu sayısı yaklaşık iki buçuk milyon olarak veriliyor. Bunların yarıdan fazlası da İstanbul’da.

İstanbul’un özel durumu

Gecekondular İstanbul içinde habis bir ur. Kenti yiyip bitiriyorlar. Üstelik özünde yasaya aykırı oldukları için sahiplerinin kanunmuş, düzenmiş taktıkları yok.

Ama iş istemeye gelince talepleri sonsuz. Yol, su, kanalizasyon, otobüs, elektrik... Kısacası aklınıza ne geliyorsa.

Belediyeler ise biraz dirense de, sonunda bu hizmetleri gecekondu sakinlerinin ayaklarına kadar tıpış tıpış götürüyorlar. Gitmeyen hizmetleri de gecekonducu kaçak olarak, hem de bedavadan, alıyor. Sadece kaçak elektrik buna yeterli örnek sayılır. Üstelik kaçak kullanımların parasını da yasalara saygılı vatandaşlar ödüyor.

Elbette insanca yaşamak herkesin hakkı. Ama bunun karşılığını da ödemek gerek. Peşin değilse uygun bir biçimde borçlandırılarak, taksitle, vadeyle, her nasılsa öyle. Ama asla bedavaya değil! Başkalarının parasıyla hiç değil!

İnsanca yaşamak

İstanbul’da oturan milyonlarca orta sınıfa mensup insan, yükümlülüklerinin tümünü yerine getirip bir ömür boyu çalışıp kazandıklarıyla kıt kanaat geçinirken böyle bir yağma düzenine prim verilmesini asla kabullenemiyor. Kendisini enayi yerine konmuş hissediyor. O yüzden de Maliye Bakanlığı’nın önerisini bir 'ahlaksız teklif' olarak görüyor. Bu teklife isyan ediyor.

Tabii gecekondu sorununun daha tartışılacak çok yönü var. Sonra devam ederiz.

TEL: 677 04 25

FAKS: 677 04 21

E-MAİL:

tsavkay@hurriyet.com.tr

Yazarın Tüm Yazıları