Boğaziçi şıngır mıngır

Tuğrul ŞAVKAY
Haberin Devamı

Geçen haftaki Boğaziçi’nin kirliliği ile ilgili yazı meğer nasıl bir yarayı deşmiş.

İstanbul’un bu eşsiz suyolunun güzelliğine salyalı ağızları ile tecavüz edenlere karşı oluşan tepkiyi görünce sevinmemek elde değildi.

Demek bu kentte hala uygar insanlar yaşıyor diye düşündüm. Öyleyse İstanbul, hala bizler için, yaşamaktan keyif duyabileceğimiz bir kent olabilirdi.

* * *

Önce yasal durumu anlatalım.

Boğaziçi’nin namusu yasalarla üç yere emanet edilmiş. Bunların başında Büyükşehir Belediyesi geliyor. En etkili, en donanımlı, en çok sorumlu olması gereken kamu otoritesi İstanbul Büyükşehir Belediyesi. Bırakın Boğaziçi’ni şehrin emaneti oraya verilmiş. Öyle olmasa bu makamın adı 'şehremaneti', belediye başkanı da 'şehremini' olarak tanımlanır mıydı hiç?

Büyükşehir Belediyesi yasal olarak Boğaziçi’ni kirletenlerle mücadele etmeye yetkili. Bunun için kendisine bir de cezalandırma yetkisi tanınmış.

Büyükşehir Belediyesi içinde bir Çevre Koruma ve Geliştirme Daire Başkanlığı kurulmuş. Buraya bağlı müdürlükler oluşturulmuş. Sayısız insan buradan maaş almakta. Üstelik işin başına Prof. Dr. Mustafa Öztürk gibi bir bilimadamı getirilmiş.

Büyükşehir Belediyesinin bununla da yetinmemesi için bir de Altyapı Müdürlüğü diye bir kuruluş ortaya çıkarılmış.

Ayrıca, denizin karadan kirletilmesini önleyecek kuruluşlar içinde başı çeken İSKİ de yine Büyükşehir Belediyesi’ne bağlı bir kuruluş.

* * *

Sözkonusu model, aslında bütün denize bakan kentler için geçerli.

Nitekim, İçişleri Bakanlığı’na bağlı 'sergüvenlik' örgütü de yasa gereği benzer görevleri üstlenmiş. Ancak, bir çok yerde bu otoriteyi belediyelere devretmiş.

Ancak bu devir-teslim işi, sergüvenlik örgütünün işin içinden tereyağından kıl çekercesine sıyrılmasını temine yetmiyor. Yasal olarak sorumluluk devredilmiş bile olsa, kuruluş varlık nedenini inkar eder duruma elbette getirilemez. Vatandaş haklı olarak, 'öyleyse siz niye devletten maaş almaktasınız?' sorusunu bu örgütün mensuplarına sormaz mı dersiniz?

* * *

Biz Osmanlı’dan bu yana merkezi yönetim meraklısı bir devlet yapısı kurmuşuz.

İyi mi etmişiz, kötü mü etmişiz orası hala tartışılmakta. En azından bu devirde böyle bir model geçerliğini sürdürmeli mi tartışması Türkiye’nin gündeminden hiç düşmüyor. Zaman zaman küllenen tartışmalar, bir bakıyorsunuz alev almış.

Böylece kısa bir durum tesbiti yaptıktan sonra, konumuza dönelim.

Boğaziçi ile ilgili sorumluluk, biraz da bu anlayıştan ötürü, İstanbul’un en üst düzeydeki merkezi otoritesini temsil eden İstanbul valisinin omuzlarında.

Belediye başkanlığının ayrı bir siyasi otorite oluşturması, sergüvenliğin doğrudan İçişileri Bakanlığı’na bağlı olması bu gerçeği değiştirmiyor.

Vali, gelenekten gelen otoritesi ile gözardı edilemeyecek önemde bir makamı işgal etmekte.

Üstelik bir de İstanbul Valiliği’ne bağlı bir Deniz Polisi var. İmkanları belki az, sınırları belki dar ama, yine de böyle bir gücün varlığı çok önemli.

* * *

Şimdi bütün gözler bu üç kamu otoritesinin üzerinde. Projektörler onlara çevrildi. Kamu, onlardan hesap soruyor.

Asıl sorulması gereken sorular sayıca az, basit ve açık seçik:

Boğaziçi niye kirli?

Boğaziçinin temiz bir su yolu olması için ne yapıyorsunuz?

Boğaz, kamu çöplüğü

Kirliliği kabullenmişiz!

Asıl dert denizin kirlenmiş olmasından çok öte.

Önce insanımız bu kiri neredeyse kabullenmiş. Teslimiyetçilik artık iliklere kadar işlemiş. Bu iş böyle gelmiş, böyle gider diye düşünülüyor. En öenmli dert bence bu.

Bunu bir başka tavır izlemekte. O da bir önceki kadar beşeri ve iliklerimize işlemiş. Boğaziçi bir akar sudur. Pislik tutmaz. Akar gider!

Böyle düşünülünce de güzelim Boğaz bir tür kamuçöplüğüne dönüşütürülünce böyle düşününlerin gıkı çıkmıyor.

Daha vahimi böyle düşünenler, kendi elleriyle Boğaz’a çöp dökmekte hiç bir beis görmüyorlar.

Deniztemiz’in deniz süpürgesi Boğaz’da çalışırken bir yandan da çevreye deniz kirliliği ile ilgili duyurular yapmakta. İsmail Gül anlattı: 'Tam bu anonslardan birini yapıyorduk ki, gözlerimiz fal taşı gibi açıldı. Adamın biri bize baka baka elindeki çöp kovasını Boğaz’a boşaltıverdi' dedi. Gül, kaptanın 'kırmızılı bey, kırmızılı bey, ne yapıyorsun?' diye canhıraş bağırması karşısında çevredekiler ayağa kalkınca adam utandı, önüne bakarak 'bir daha yapmam' deyip gitti diye anlattı.

Ne yapılıyor?

Görüştüğüm yetkililer, Boğaziçi’inin temiz tutulabilmesi için Büyükşehir Belediyesi’nin on beş civarında süratli takip teknesi bulunduğunu belirtti.

Bunlar suçluları takip etmeye yeterli. Ancak, takip konusunda Büyükşehir Belediyesi gönüllü mü, orası tartışılıyor. 'Çünkü Büyükşehir Belediyesi cezayı keser, ama tahsilatı yapamaz. O zaman da ben bu işi niye yapayım tavrı içine girer' deniyor.

Bunu anlamanın en iyi yolu ise uygulamaya bakmak.

Cezalar da aslında fena sayılmaz. Türkiye’nin de taraf olduğu deniz kirliliğini önleyici uluslararası 'Marpol' kuralları oldukça sert. Yeter ki, uygulansın.

Deniztemiz Derneği’nin verdiği bilgiye göre en küçük kirletme cezası 342 milyon lira. 500 tonluk bir tankerin alacağı ceza ise bazen 57 milyar liraya kadar çıkabiliyor.

Böyle olunca da paranın nereye gittiği elbette önem kazanmakta.

* * *

Bir de işin hukuk mantığı yanı var. Takip, suçluları cezalandırmak için gerekli. Ama ya işin aslının suçluları suç işlemekten alıkoymak olduğunu bilenler susuyor, ya da bu bir tür tecahülü arif, yani bilip de bilmezlikten gelme.

Uzmanlar, asıl tedbirin sintine ve bayat suyunu uygar bir merkezde bırakılabileceği tesislerin gerçekleştirilmesi olduğunu söylüyorlar. Haydarpaşa’daki tek tesisin çalışmadığından yakınıyorlar.

Bunu bir tür suça teşvik olarak algılıyorlar.

* * *

İstanbul Büyükşehir Belediyesi 1997 yılında Deniztemiz Derneği’nin deniz süpürgesini suya indirmesinin peşinden olumlu bir etkileşimle belediyeye ait iki deniz süpürgesinin edinilmesine girişmiş ve kısa zamanda bunu başarmış. Şimdi İstanbul’un sularını bu süpürgeler temizlemekte.

Ayrıca bir de Deniz Kuvvetleri’ne bağlı süpürge mevcut.

Ama 'bu deniz süpürgeleri bir teftiş fırçası mı?' sorusu hep gündemde.

İlgililerden biriyle konuşurken şöyle dedi: 'Önemli olan deniz süpürgelerinin sayısının arttırılması değil. Önemli olan bizim denizi kirletme katsayımızın düşürülmesi!'

* * *

İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nden Hatice Öncü anlattıklarımızı dinledi, notlar aldı.Büyükşehir Belediyesi’nin cevabını da önümüzdeki günlerde aktaracağız.

Sivil toplum kuruluşlarının feryadı

Boğaziçi’nin kirliliği ile ilgili düşüncelerimi ilk paylaştığım kişi, Doğayla Barış Derneği’nden Yüksel Üstün oldu.

Yüksel Üstün İstanbul’un her anlamda yağmalanmasından inanılmaz rahatsız. Bunu da açık açık söylüyor. 'Kentin yarısından fazlası yağmalanmış hazine arazisi ise ve altı milyon kişiye yaklaşan bir nüfus bu yağmalanmış bölgede oturuyorsa işin içinde müthiş bir çarpıklık var' diyor.

Onun çözüm önerisi, ilgili bütün sivil toplum kuruluşlarının konuya duyarlık göstermesi ve elbirliği yapması. Bu çerçevede hemen Deniztemiz, Türk Deniz Araştırmaları Vakfı, Biyologlar Derneği gibi kuruluşları sayıyor. 6 Haziran’da, Kabotaj Bayramı sırasında yapılan güzel işbirliklerini anlatıyor.

Ancak bu arada bir yanlışı da düzeltmeye çalıştığını fark ediyorum. 'Sivil toplum kuruluşları olarak bizim görevimiz, bu tür konulara dikkat çekmek, kamu nezdinde duyarlık oluşturmak' diyor. 'Yoksa son zamanlarda düşünüldüğü gibi, çözüm bizim işimiz değil.'

Bunun için Kocamustafapaşa’dan Yenikapı’ya kadar bir sürü balıkçı derneğini 'çevre koruma ve balıkçı derneği'ne dönüştürmeyi başardıklarını söylüyor. Tabii bu arada çevre koruma bilincini yeterince kazandırmak için yoğun çaba harcadıklarını da belirtmekten geri kalmıyor.

* * *

Biyologlar Derneği de bu konuda çaba gösteren öemli sivil toplum kuruluşlarından biri. Derneğin İstanbul Şubesi Başkanı Prof. Dr. Dinçer Gülen bu konuda oldukça karamsar.

Prof. Gülen Büyükşehir Belediyesi’nin ne dere islahlarıyla ne de kollektörle ciddi biçimde ilgilenmediğini söylüyor. Örnek olarak Baltalimanı kollektörünü gösteriyor ve soruyor: Etiler ve Levent’in atık suları nasıl ve nereye gidiyor?

Ayrıca Boğaz’a yapılan kıyı yollarının inanılması güç bir sorumsuzlukla yapıldığını da öne sürmekte. 'Belediye’nin bu sorumsuz girişimleri sonucunda Boğaziçi’nin doğal akıntı sistemi değişti. Doğal denge tahrip edildi' diyor. Bu kez örnek olarak Küçükbebek koyu önünde son yıllarda giderek artan sayıdaki ve her biri küçük birer masa büyüklüğündeki deniz hıyarlarını gösteriyor. Hoca’nın söylediklerinden anlaşılan o ki, deniz hıyarının varlığı, hele böyle büyüğününki, karada kendisine benzetilen başka bir türe delalet etmekte.

* * *

Deniztemiz Derneği diğer sivil toplum kuruluşlarından farklı bir tutum sergilemekte. Onlar sadece kamunun bilgilendirilmesinin yeterli olmayacağını düşünüyor. Ayrıca, diğer sivil toplum kuruluşlarının çoğundan farklı olarak, imkanları da oldukça geniş. Üyelerinin çoğunluğunu deniz ticareti ile uğraşanların oluşturması ve dernek başkanının Rahmi Koç gibi etkin bir isim olması, katkı paylarının büyümesine neden olmuş. Eğitim, bu derneğin neredeyse temel bir amacına dönüşmüş. Denizlerimizin ancak çok küçük yaşta edinilmiş iyi alışkanlıklar ve eğitimle korunabileceğine neredeyse iman derecesinde inanmışlar.

İsmail Gül, bir ilkokulda deniz kirlenmesi ile ilgili gösterdikleri kısa filmin ardından ışıklar yandığında o küçücük çocukların gözyaşlarına boğulduğunu gördüğünde hem çok üzüldüğünü hem de geleceğimiz için çok sevindiğini söyledi. 'Çünkü onlar geleceğimizi büyüklerden daha iyi anladılar' dedi.

Yazarın Tüm Yazıları