Burası hala Prusya'nın bütün ihtişamıyla kendini gösterdiği bir başkent. Üstelik kentte neredeyse fütüristik denecek ölçüde bir geleceği yaşama duygusu hakım.
Gelecekle köprüyü kuranlar, Sony, Siemens gibi büyük şirketler. Buna 170 müzeyi ekleyin. İnsan bunlara baktıkça, ‘‘Ich bin ein Berliner’’ diyen Amerikan Başkanı'na hak vermezlik edemiyor. Evet, ben de bu kadar az zamanda bir Berlinli oldum.
Rudyard Kipling'in sık alıntı yapılan bir dizesi vardır. İngiliz şair, ‘‘Doğu Doğu'dur ve Batı da Batı. Bu ikisi hiçbir zaman biraraya gelmeyecektir’’ der. Almanlar, İngiliz şairi utandırmak için böyle yaptılar demeyeceğim ama, ‘‘duvar’’ yıkılıp Batı ve Doğu Berlin birleştiği zaman aklıma bu dizeler gelmişti.
Bu arada herkes ‘‘duvar’’ın yıkıldığına sevindi. Batı açısından bu bir utanç duvarıydı. Doğu ise Batı'dan gelen çürümüşlüğe karşı bir engel olduğu iddiasını öne sürüyordu. Amerikan Başkanı Kennedy'ye ‘‘Ich bin ein Berliner’’ (Ben bir Berlinli'yim) dedirten kenti bölen bu duvardı.
Sonunda tarih hükmünü yürüttü ve duvar çöktü. Berlinliler hala duvarın küçük bir kısmını ayakta tutuyor. Kimi yerde ise yerde görünür görünmez bir çizgi duruyor, duvardan hatıra. Potsdamer Platz'da rehberimiz göstermeseydi bu çizgiyi fark edemeyecektim. Kent aradan geçen on iki yıl içinde kendini tedavi etmiş görünüyor. Doğu Berlin veya Batı Berlin, yeni neslin hafızasında yer tutmuyor. Onlar için artık sadece bir Berlin var.
Ben bu konuda biraz nostaljik davranıyorum. Bunun siyasi meşrebimle de alakası yok. Ama Batı'dan Doğu'ya geçişin o efsanevi noktası olan ‘‘Charlie Checkpoint’’in bütün albenisini yitirmiş olması içimi cız ettirdi. Doğu Berlin'e geçtiğimde havanın daha puslu olacağını, eski binalar arasında sık sık arkama bakarak yürüyeceğimi ve sürekli bir gözaltında bulunmanın içimi titreteceğini sanırdım. Bir tür John Le Carré romanı özlemi. Şimdi bunların tümünün tarih olduğunu gördüm.
PRUSYA KENTİNDEKİ FÜTÜRİZM
Söylediklerim Berlin'in bir büyüsü olmadığı anlamına asla gelmemeli. Burası hala Prusya'nın bütün ihtişamıyla kendisini gösterdiği bir başkent. 750 yıllık bir tarih, savaşların getirdiği yıkıma rağmen, her yerde kendini hissettiriyor. Berlin'de insan tarihin içinde geziniyor, geçmişi soluyor. Doğu ve Batı Berlin'in buluşmasından sonra ise kentte, neredeyse fütüristik denecek ölçüde, bir geleceği yaşama duygusu da hakim. Kentin bu gelecekle köprüsünü kuranlar da Sony gibi, Siemens gibi büyük şirketler. Potsdam'da Sony'nin kurduğu mahalleyi gezdiğimde bunu çok iyi hissettim.
Ancak tarih tek başına kenti belirleyen bir unsur değil. Berlin, büyüsünü daha çok bir kültür ve sanat merkezi olmasına borçlu. Mimarinin yanısıra müzik, resim, heykel, tiyatro Berlin'e damgasını vurmuş. Kent, tülden bir perde gibi sanatla örtülmüş. Bence asıl büyü burada.
Dolu dolu yaşanan iki günde Berlin'in sadece havasını koklayabildim. 170 müzeden yalnız birini, Alte Nationalgallerie'yi (Eski Milli Galeri'yi) gezebildik. O da harika bir rehber eşliğinde sadece birkaç saatlik bir turdu. Bir de ‘‘Story of Berlin’’ diye adı nedense İngilizce olan bir küçük müzeyi görebildik. Geriye kalan 168 müzede nasıl harikalar bulunduğunu kitap ve kataloglardan öğrenebildim.
Bir de insan bunlara baktıkça, ‘‘Ich bin ein Berliner’’ diyen Amerikan Başkanı'na hak vermezlik edemiyor. Evet, zaman azdı ama ben de bu kadar az zamanda bir Berlinli oldum.
Bütün bunlar için önce bu geziyi düşünen, düzenleyen Lufthansa'nın İstanbul ofisine ve sevgili İnci Gökçe'ye ne kadar teşekkür etsem az. İşin Berlin ayağında ise Berlin Tourismus Marketing GmbH'a teşekkür borcum var.
Berlin ile ilgili anılarımı bir yazıya sığdırmaya çalıştıysam da başaramadım... Sizi de sıkmak istemem ama bu kent gerçekten birden fazla yazıyı hak ediyor!
BERLİN'DE YİYİP İÇMEK
KaDeWe'nin 6. katı yiyecek cenneti
Berlin'in kendine özgü mutfağını öne çıkartan restoranlar olduğu hep söylenir. Ancak bu gezide, bütün ısrarıma rağmen, nedense yerel mutfaklardan esintiler taşıyan bir restorana gitmek kısmet olmadı. Berlin Turizm Pazarlama ofisinin yetkilileri, ‘‘iyi restoranlarda mutlaka bölge yemeklerinden bulabilirsiniz’’ dedilerse de bunlar bir iki çeşidi geçemedi. Bir keresinde daha çok Avusturya mutfağına ait bir tür sebzeli haşlama et türünden bir yemek yedik. Galiba bir başka restoranın mönüsünde de marmelatlı geyik sırtı vardı. Onu da ben pas geçtim!
Yerel yemekler için başvurulması gereken doğru noktalar alçakgönüllü yerlerdir denir. Bu kez de kural doğruluğunu gösterdi. Ev sahiplerimiz bize havaalanına çok yakın ucuz bir otelde yer ayırtmışlar. Dorint Budget Hotel'in sabah kahvaltısı da, kolayca tahmin edileceği gibi, oldukça mütevaziydi. Ama burada yediğim Berlin usulü ızgara köftelerin lezzetini unutmam düşünülemez.
Bir de Avrupa'nın en büyük mağazalarından biri olan KaDeWe'nin yiyecek satılan 6. katından söz etmeliyim. Burası bir yiyecek-içecek cenneti. Yok, yok! Daha iyisi ise, bu katta onlarca yemek köşesi mevcut. Son gün, acele bir öğle yemeği için sosise benzer ‘‘wurst’’ların satıldığı yerin hemen yanındaki köşede hızlı bir öğle yemeği yedim. Bu arada çok lezzetli biralardan iki bardak tattım.
Alman, daha doğrusu Berlin mutfağı ile ilgili görgüm maalesef bu seferlik bundan ibaret kaldı.
Gerisi için yakın gelecekteki Berlin ziyaretimi iple çekiyorum.