Yaşadığımız dram

DÜN öğle saatlerinde yazıyı yazarken helikoptere ulaşıldığı haberi geldi.

Kazanın üzerinden tam 47 saat geçmişti. Tamam, hava koşulları çok kötüydü, arama tarama çalışmalarını yürütmek çok zordu.

Ama yine de kayıp helikoptere 47 saat sonra ulaşılmasını insanın mantığı almıyor.

Sanırım bir şeyler eksik gibi...

Altyapı mı, bilgi mi, teknoloji mi?

Bu çağda, teknolojinin bu kadar geliştiği bir dünyada Türkiye böyle bir dram yaşamamalıydı.

Helikoptere erken ulaşılabilseydi hiç değilse kazadan sonra sağ kalan ve 112’yi arayarak yardım isteyen meslektaşımız kurtarılabilirdi.

Ne yazık ki helikopterdeki 6 kişi de yaşamını yitirdi.

Yazıcıoğlu ile beraberindekilere Tanrı’dan rahmet diliyorum.

* * *

Önceki gece, arama tarama çalışmalarının durdurulduğu ve umutların azaldığı saatlerde Başbakan bir televizyonda ilginç açıklamalar yapıyordu.

Başbakan, telefonların dinlenmesi konusunda bakın neler diyordu:

"Telefon firmaları telefonları dinleyebilir. Onun için ben de konuşmalarıma dikkat ediyorum. Telefonda rahat değilim. Bunu yasalarla engellememiz mümkün değil."

Başbakan dinlemeleri engelleyemediklerini itiraf ediyor, vatandaşlara "Konuşurken dikkatli olun" tavsiyesinde bulunuyordu.

Ülkemizde insanları dinlemede beceriler olağanüstü... Ama sıra sinyal almaya gelince inanılmaz bir çaresizlik içindeyiz.

O programa katılan gazeteci arkadaşlar, sanırım çekindikleri için Başbakan’a şu soruyu soramadılar:

"Sayın Başbakan, dinlemeleri engellemiyorsunuz tamam ama bu konuşmaların bireylerin özgürlüğünü engellemek için kullanılmasını niye engellemiyorsunuz?"

Meslektaşlar, Başbakan’a ikinci iddianamedeki üçüncü kişilerin konuşmalarında adı geçen yüzlerce insanın iddianameye konmasının bir hukuk devletine yakışıp yakışmadığını da sormadılar.

Yaşananlar nereden bakarsanız bakın tam trajikomik bir durum.

Sanatçıların isyanı

SABRETTİLER, sabrettiler sonunda patladılar. Dün "Dünya Tiyatrolar Günü"ydü.

Sanatçılar mayıs ayı sonunda onarım nedeniyle boşaltılan ama bugüne kadar bir çivi bile çakılmayan Atatürk Kültür Merkezi’nin önünde toplandılar ve olayı protesto ettiler.

Arkada İstanbul’un en önemli kültür merkezi, bir ölü evi sessizliğindeydi.

Konuşanlar, binanın sanatsal kişiliğinin yok edileceğini, opera, bale ve klasik müzik konserlerinin merkezi olma özelliğinin ortadan kaldırılacağını söylediler.

Opera korosu, Carl Orff’un Carmina Burana’sından bir bölümü söyledi.

Hemen arkasından bir tenor, Puccini’nin Turandot Operası’ndan "Uyumayın, yarın bambaşka bir gün olacak" aryasını seslendirdi.

İsyanın nedeni, AKM’nin akıbetinin belirsizliğiydi.

Opera, bale ve senfoni orkestrası mayıstan beri sokaklarda.

Onlar, provalarını Üsküdar’daki eski Tekel binasında yapmak zorundalar.

Çünkü, Kültür Bakanlığı onlara küf kokan bu binayı buldu.

Orada İstanbul’un çeşitli salonlarında gezgin birer trup gibi sergiledikleri operaları, baleleri ve konserleri küf kokan bu binada hazırlıyorlar. İşte Türkiye’yi yöneten iktidarın sanata ve sanatçılara duyduğu saygı.

Bu da başka trajikomik bir durum.
Yazarın Tüm Yazıları