Medeniyetler çatışması ancak kafalarda biter

BAŞBAKAN Recep Tayyip Erdoğan Almanya'da türbanın yasaklanmasına karşı çıkıyor, Avrupa Birliği'nde başı açık olanla başı örtülü olananın bir arada yaşamasını istiyor.

Bir de şu çarpıcı cümleyi söylüyor:

‘‘Medeniyetler çatışmasını ayaklar altına almalıyız.’’

Sayın Başbakan bu sözleriyle kadının örtünmesininden yana olduğunu bir kez daha ilan ediyor. Yani kadının örtünmesini savunuyor.

Zaten o yüzden üniversiteleri ele geçirmek, öğrencilerin serbestçe örtünmelerini sağlamak istiyor.

İstanbul'da partisinin düzenlediği muhafazakárlık ve demokrasi sempozyumunda ilginç açıklamalar yapıyor.

Din partisi olmadıklarını, siyasi cemaat ve siyasi şirket anlayışına karşı çıktıklarını söylüyor ve şöyle diyor:

‘‘Din adına parti kurmak, dini sembollerle örgütlenmek topluma ve dine en büyük kötülüğü yapmak olacaktır.’’

Ve kendi taraftarlarından çok, değiştiğine inanan, daha doğrusu inanmak isteyen malum aydın çevrelerden alkış ve övgüler alıyor.

* * *

Ancak Başbakan'ın ve arkadaşlarının uygulamadaki tutumuna bakıldığında söylemlerin tam tersi icraatla karşılaşıyoruz.

Örneğin TÜBİTAK gibi bir bilim kurumunu bile inanılmaz bir şekilde kendi anlayışları doğrultusunda siyasallaştırıyorlar.

Devletin hemen her kademesini siyasi İslam dünya görüşüne sahip isimlerle dolduruyorlar.

Onlara, yine malum aydın kesimin çok beğendiği ‘‘muhafazakár demokrat’’ elbisesi giydirerek yapıyorlar bunu.

Başbakan bunlarla da yetinmiyor, devlet bürokrasisinin tepesine siyasi İslam'ın dünyada egemen olması gerektiğine inanan bir insanı getiriyor.

Ona devletin yeniden yapılanmasını sağlayacak bir reform yasası hazırlatıyor.

Bu anlayıştaki bir başbakanın dünya görüşünün, 2004 yılında kadınların örtünmesinden yana olması da son derece normaldir.

* * *

Şimdi 82 yıl öncesine gidelim ve bir olayı Mücap Ofluoğlu'nun ‘‘Suya Yazı Yazanlar’’ kitabından aktaralım.

1922 yılında tiyatro oyuncusu Muvahhit Rafet Darülbedayi'den (o dönemdeki şehir tiyatrosu) ayrılıp bir trup kurarak İzmir'e turneye gider. Muvahhit, daha sonra ünlü tiyatro sanatçısı olacak Bedia Hanım'la evlidir.

Muvahhit'in kurduğu trupta dönemin çok ünlü isimleri Behzat Butak, Mahmut Moralı, Raşit Rıza ve Şadi vardır.

O sırada İzmir kurtulmuş, Gazi Mustafa Kemal de bu kente gelmiştir.

Muvahhit ve arkadaşları Gazi'yi ziyarete giderler ve daha sonraki yıllarda Teyyare Sineması haline gelecek olan Kordon Palas'taki galaya teşriflerini rica ederler.

Gazi, daveti olumlu karşılar ve şu soruyu sorar:

‘‘Trubunuzda kimler var?’’

İsimler sayılır, tabii kadın olarak da Şehper, Anahit vs. (O yıllarda Türk kadınlarının sahneye çıkaması yasaktı.)

Gazi ikinci bir soru yöneltir:

‘‘Niçin Türk hanımlarına rol vermiyorsunuz?’’

Bir sessizlik olur. Gazi, Bedia'nın da trupla gelmiş olduğunu öğrendikten sonra Muvahhit'e dönerek, ‘‘Niçin karınızı sahneye çıkarmıyorsunuz? Ben onu Ateşten Gömlek filminde gördüm, çok başarılıydı’’ der.

Hemen otele dönülür, oynanacak oyunun başrolü için hiç tiyatro deneyimi olmayan Bedia bir gecede hazırlanır. Çıkar oynar ve büyük bir başarı kazanır.

Gazi Paşa'nın bu yönlendirmesiyle Bedia Hanım ile yasak kırılır ve Türk kadınları artık korkusuzca sahneye çıkarlar.

1922 yılında, bir yıl sonra cumhuriyeti kuracak, cumhurbaşkanı seçilecek ve geriye kalan 15 yıllık ömrüne hálá birçok islam ülkesinin yapmaya bile cesaret edemediği reformları sığdıracak olan Gazi Mustafa Kemal'in dünya görüşü de budur.
Yazarın Tüm Yazıları