Paylaş
Magosa
Kıbrıs'ta tam 25 yıldır sürdürülen toplumlararası görüşmelerde bir sonuca ulaşılamadı.
Bunun bir tek nedeni var, Denktaş'ın dediği gibi iki taraf masaya eşit statülerde oturtulmuyor.
Bir taraf, yani Rum kesimi Kıbrıs'ın tek hákimi sayılıyor, öteki taraf yani Türk kesimi bir azınlık...
Denktaş bu eşitsizliğin anlaşmayı olanaksız kıldığını Batılılara anlatmaya çalıyor ama onların mantıkları bu konuda tek yanlı işliyor.
Çünkü onların da gönüllerinde Rum egemenliğindeki bir Kıbrıs yatıyor.
Batılılar bugün adada iki devlet olduğunu bir türlü kabul etmiyorlar.
Barış Harekátı'ndan bu yana, yani 25 yıldır Kıbrıs'ın huzur içinde yaşadığını, adada çatışma olmadığını, kan akmadığını görmezlikten geliyorlar.
Ayrı ayrı yaşayan iki toplumun mutluluğu onları pek ilgilendirmiyor.
Uluslararası bütün olanakları bir tarafın kullanımına sunuyorlar.
Öteki tarafı ise ambargolarla, baskılarla pes ettirmeye çalışıyorlar.
Ama Türkler barışın ve özgürlüğün bu ağır bedelini seve seve ödüyor.
Adada yıllardan beri süren bu huzur ortamı Batılıların huzurunu bozuyor olmalı ki ‘‘Tek devlet çatısı altında birleşin’’ diye tutturuyorlar.
Sayı olarak da, ekonomik yönden de güçsüz olan Türk toplumunu Rumlar'la aynı odaya zorla kapatmak istiyorlar.
1974 öncesinin o insanlık dışı günlerine dönülmesi ve Türk toplumunun sindirilip yeniden Rumlar'ın tutsağı haline getirmesi için inanılmaz baskılar yapıyorlar.
* * *
Emekli Büyükelçi Faik Melek'in anılarını okurken çok ilginç bir olaya rastladım.
Kıbrıs için Türk toplumuna baskı yapan Amerikalı ve Avrupalı yöneticilerin kitapta anlatılan bu ilginç olayı okumasını isterdim.
Faik Melek şöyle yazıyor:
‘‘......Fransa Devlet Başkanı General de Gaulle 25-30 Ekim 1968 tarihleri arasında Türkiye'ye resmi ziyaret yaptı. Türkiye ile Fransa arasında var olan beş yüz yıllık ilişkiler çerçevesinde ilk kez bir Fransız Devlet Başkanı Türkiye'ye geliyordu.
........
Ziyaretten aklımızda tutmamız gereken önemli bir husus, Kıbrıs konusunda General de Gaulle'ün Türkiye'de söyledikleridir. Kesin bir tavırla general şöyle diyordu:
‘Kıbrıs'ta yaşayan Rum toplumu Yunan halkının bir parçası, Türk toplumu ise Türkiye'deki Türkler'in bir parçasıdır. Birbirinden bu derece farklı olan iki toplumu tek bir devlet içinde birleştirmek yapay ve geçici bir çözüm olacaktır.
Bu toplumların ayrı ayrı yönetimleri olmalıdır. Trakya'da bir Türk-Yunan sınırı bulunduğu gibi, Kıbrıs'ta da böyle bir sınır bulunmalıdır. Üstelik orada bu sınır, uluslararası bir güvence, örneğin süper güçlerin güvencesi altına alınabilir.’’
* * *
Büyükelçi Melek, bu anısını anlattıktan sonra şu değerlendirmeyi yapıyor:
‘‘1968 yılında söylenen bu sözlerin ne kadar haklı ve tutarlı olduğunu günümüzün Avrupa'sındaki son gelişmeler doğrulamıştır.
Gerçekten de aynı kökten gelen ve aynı millet olan Çekler'le Slovaklar'ın ayrı ayrı devletler kurduğu ve Batılılarca desteklendiği bir devirde Kıbrıs'ta iki ayrı ve zıt toplumun federasyon halinde birleşmesinde hálá ısrar edilmesi gülünçtür.’’
Fransız devlet adamının 1968’de gördüğü ve son derece net söylediği gerçekleri Batılı ülkeler nedense bir türlü kabul etmiyorlar.
Onlar çok iyi biliyorlar ki kuzuyu kurda teslim ederlerse o kurt o kuzuyu en kısa zamanda yutacaktır.
Onların da istekleri zaten budur.
Buna Türkler'in boyun eğmesi olanaksızdır.
Batılılar bunu eninde sonunda anlayacaklar.
Paylaş