BİR yandan mahalle aralarına kadar yayılan Kuran kurslarını destekleyeceksin, minicik çocukları tesettüre sokup dini eğitiminden geçireceksin...
Çağdaş eğitimi sulandırıp imam hatip liselerini alternatif eğitim haline getirmek için planlar yapacaksın...
Tarikatları devletin koruyucu kanatları altına alacaksın, birer ticari şirket gibi faaliyet göstermesine göz yumacaksın...
Birtakım din bezirgánlarının adım başı estetikten yoksun, üstü ibadethane, altı ticarethane olan camiler yapıp para kazanmalarına dur demeyeceksin...
Bir yandan yeşil sermayenin güçlenmesi için tüm devlet olanaklarını onların ayaklarının altına sereceksin...
Tarikat mensuplarını devletin kilit noktalarına getireceksin...
Üniversitelerin kariyer kadrolarını dinci kafalarla doldurup çağdaş bilim kurumlarını kendi dünya görüşüne uygun hale getirmeyi hedefleyeceksin.
Kadınların örtünmesini savunacak, onların sosyal yaşamlarına sınırlamalar koyacaksın...
Kültür ve sanat kurumlarının başına bile hacıları, hocaları getireceksin...
* * *
Bütün bunları yapacaksın ondan sonra da çıkıp Kurban Bayramı’nda hayvan katliamı yapılmamasını, sokakların kan gölüne döndürülmemesini isteyeceksin.
Uygulayamayacağını bile bile birtakım cezalar koyacaksın.
Doğal olarak sonuç tam bir fiyasko olacak.
Nitekim oldu da...
İstediğin kadar AB’nin hoşuna gidecek yasalar çıkar, istediğin kadar onların her dediğini yerine getir.
Çağın öngördüğü değerleri benimsemeden, din ipoteği altındaki dünya görüşüne inatla sık sıkı sarılarak Batı’nın uygarlık çizgisini yakalayamazsın.
Örneğin Başbakan ve bakanlar eşlerini Avrupa’ya götürmekte zorluklarla karşılaşırlar.
Londra’da büyük emeklerle düzenlenen ‘Türkler’ sergisinin yarattığı imajı kan gölüne dönmüş sokakların, ortalık yerde vahşice doğranan hayvanların görüntüleri bir anda siler süpürür.
İnat etmenin hiçbir anlamı yok: Artık hayvan kesme ilkelliğinden kurtulmalıyız.
Halka, bayramda dini görevini kurban keserek değil, aynı hayrı başka yollarla yerine getirerek yapabileceğini anlatmalıyız.
Kabul edelim ki kurban kesme olayı uygarlıkla, çağımızın değerleriyle çelişmektedir.
Din adamları toplanıp bu çağa uygun bir çıkış yolu bulabilirler. Halka bunu anlatabilirler.
* * *
Aslında hem muhafazakár (dinsel açıdan), hem demokrat ve çağdaş olunmuyor. İşin püf noktası burada.
Evinde, özel yaşamında Müslüman gibi, dışarda Batılı gibi yaşanamıyor.
Uygar toplumlar gibi dini gönlümüzün ve aklımızın bir yerine koyup dini inançlarımızı dünya işlerine bulaştırmamalıyız.
Batı nasıl kilise ile devlet yönetimini ve toplum yaşamını ayırmışsa, İslam dünyası da aynısını yapmak zorundadır.
Bunu bir tek Atatürk Türkiyesi başardı ama 1950’den sonra gelen iktidarlar bunu oy uğruna yozlaştırdılar.
Bugün aydınlanmanın yolundan sapmanın yarattığı sıkıntıları ve çelişkileri aşmaya çalışıyoruz ama bir türlü başaramıyoruz.
Türkiye’yi dinci olan, ama çağdaş görünmek isteyen bir iktidar yönetmeye çalışıyor.
Onun için işler karışıyor.
Onun için yaşamımız biraz altı kaval üstü şişhane misali gariplikler içeriyor.