Paylaş
Buğdayların türlerini biliyor musunuz?
Ya bu ekmekteki un ne?
Nerede öğütülüyor?
Cevizler yerli mi?
Kullandığınız yağ zeytinyağı mı?
Öbür ekmeğe geçiyorum…
Mısır atalık tohum mu? o var mı, bu yok mu…
Altı üstü bir ekmek alacağım, sanırsın dükkanı satın alacağım. Yeni tanıştığım bir dükkana sorduğum sıradan sorular. Ben yoruldum, cevap veren yoruldu ama o kadar alışılmış bir durum ki, kimse yadırgamıyor bile. Zaten kendimi de durduramıyorum.
Neden buralara geldik, hangi yollar ile? Ne zamana denk geliyor? Az olanı buluna kadar, kendimize yakın olanı, tercih edebileceğimiz kriterlerde olanı bulana kadar bir soru cevap… Bir de bakmışım ekmeği ÖSS soruları soruyorum, utanmasam havuz problemi çözdüreceğim.
Dışarıda yemek yerkenki, alışveriş yaparkenki durum da aynı bende.
Nar ekşisi mi, markası ne, nar ekşili sos bu…
Zeytinyağı var mı, sıvı yağ değil…
Deniz tuzu var mı, değirmen biber var mı?
Bu tavuk donmuş mu geliyor, taze kesim mi? Son kullanım tarihi ne?
Kaç soru soruyorunuz? Cevaplara inanıyor muyuz? İçimize siniyor mu?
Burada da ilişkiler içine giriyor, güven bağı kurmak kolay değil.
Gıdamızı doğada kendi ortamında değil rafta arıyoruz. Bize gıdamızı ulaştıran insanların içtenliğine ve kendi işlerine verdikleri gönüle inanmamız gerekiyor bir de üstüne. Yemek işleri havalı olduğu için mi başlamış bu işe? Yoksa bağı var mı gönülden?
Hayatımızı biz mi zorlaştırıyoruz yoksa iyi gıda için mecbur muyuz bu yolda yürümeye? Yoksa artık normal olan bu mu? Hem normal nedir ki…
Az buz da değiliz ki hani. Öyle olsa etrafta bu kadar özellikli dükkan olur mu? Organikten bahsetmiyorum, mümkün olduğunca normal ve ilaçsız, yerel gıdadan bahsediyorum.
Bir ekmek lütfen diyene kadar o işletmeyi tanımak, o işletmenin de o ekmeğe ilk günkü ihtimamı göstermesi, ileriye gitmesi gerekiyor. Gitsin ki, ben de bir ekmek lütfen diyebileyim.
Yemeğimiz üzerinden minik topluluklar da oluşuyor zamanla, aynı frekansta olan insanlar birleşiyor ve ortak dili konuşuyor. Üreticiler ve bizler buluşuyoruz.
Bir de ukalalıklarımız var bu arada, kahveden yola çıkalım. Hangi bölgeden, nasıl kurutulmuş, ne tür işlem gürmüş, nasıl kavrulmuş, çekirdek ne… Altı üstü bir kahve içeceğiz değil mi? Ama iyisi varken herhangi bir kahveyle yetinmek niye? Şımarıklık, ama ben kahve için şımarıklık yapabilirim.
Normal bir günde düşündüğüm, sorduğum binlerce sorudan bu yazdıklarım. Gerçek azaldıkça daha da soru soracağım. Neyse şimdi çukur dönercimden bir döner yiyeyim de kendime geleyim. Yok, fanusta yaşamıyorum!
İLLA Kİ!
Bu aralar kitap yazmadım. Evde bir ‘bırak gitsin’ havası hakim olunca yaklaşık 600 kitap yeni sahiplerine kavuştu. Eh o kadar kitabı seçerken de kütüphanemizi sıkıca elden geçirmiş olduk. Ne güzel kitaplar varmış, onu da bunu da okuyayım diye dizdik durduk.
Elimin altındaki iki kitabı yazayım size.
Tüketimin Antropolojisi, Mary Douglas-Baron Isherwood, Dost Kitabevi, 1999
Yıllardır kütüphanemdedir. Bir antropolog ve iktisatçının ortak yazdıkları kitap, sahiplenmek, tüketmek ve arasındaki, etrafındaki grift her şeye uzanan sistematik ve akademik bir kitap.
Mallarımıza olan yaklaşımımız, yemek ve içecek gibi fiziksel ihtiyaçlarımıza hizmet eden, ruhumuza hizmet eden mallar, mallara olan bağımız… Toplumsallığın eşyalarımızla olan ilişkisi, neyi neden seçtiğimiz, sahiplendiğimiz… Nefis bir referans kitabı. Bu ara hafiflerken okumak hele daha da iyi geldi.
Secret Ingredients, The New Yorker Book of Food and Drink, David Remnick, The Modern Library, 2008
Nora Ephron, M.F.K .Fisher, Roald Dahl, Italo Calvino, Don Delillo, Woody Allen, Dorothy Parker, Noah Baumbach, Steve Martin yazarlar arasında.
The New Yorker dergisinin 80 yılı aşkın arşivinden seçilen bu leziz yazıları bir anda bitirmemek için arada okuyorum bu kitabı, şimdilerden gene elimde.
Yazıların sonunda kaç yılında dergide yayımlandığı yazıyor, yıllar içinde yemek edebiyatının nasıl kaleme alındığına da, değişimine de bu şekilde şahit oluyorsunuz. Masal kitabı gibi benim için…
Paylaş