Nesilden nesile zanaatkarlık…

Aileden kalan bir üretimhane düşünün, pırıl pırıl gençler aile ile çalışıyorlar, öğreniyorlar, üretiyorlar.

Haberin Devamı

Eski bir dükkan mesela, aslına korunarak yenilenmiş, gün ışığı lambalarla aydınlatılmış, hoş bir müzik çalıyor arkada. Gelen giden herkes birbirini tanıyor, müşteri satıcı değil de, bir işin iki ucundan tutanlar gibiler.

 

Merhaba diyor gençler, ben Ali, ben Ayşe babamızdan sonra biz devam edeceğiz, sonra da bizim çocuklarımız büyük dedemizden kalan bu kültürü devam ettirecekler, çünkü öyle öğreteceğiz onlara…

 

Neresi mi, hayalimde bir dükkan. Nesillerdir aynı şeyi üreten bir aile işletmesi.

 

Hayal olmasını istemediğim, sevdiğim esnafların geleceği olsun istediğim bir boyut. Kafamdaki paralel evren.

 

Ne güzel olurdu, kim bilir…

 

Haberin Devamı

Bu kadar uğraş didin, senelerce işin inceliklerini öğren, bir yere gelmeye çalış, hatta bazen senin zamanın yetmesin başarını görmeye, kurucu ol, işin başı ol….

 

Peki sonra… Kim gelecek arkandan, kim devam ettirecek işini? Emeğini, mirasını kim koruyacak… Şehre mal ettiğin değere kim sahip çıkacak?

 

Bazen tabii ki isteğe bağlı gelişmiyor olaylar, maddi ve sektörel sıkıntılar, müşterinin ürettiğinin değerini bilmemesi senin devam etmeni imkanlı kılmıyor.

 

Ama ya herşey yolunda gidiyorsa, istemez misin bu kadar uğraştığın markan senden sonra da devam etsin, şehir hafızası olsun, sen hep hatırlan yaptığın iş, kurduğun işletme veya zanaatınla… Çocukların alsın götürsün senden sonra…

 

Bu bağ neden kırılıyor peki?

 

Maalesef işin o ucu da karışık.

 

Zanaatin devam etmemesinin önemli iki nedeni var, ya işin başına geçecek yeni nesil bu işi yapmak istemiyor ya da işin başındaki baba örneğin, ondan sonra gelen kuşağın bu işi yapmasını istemiyor.

 

Haberin Devamı

Yeni nesil istemiyor zira havalı bir iş değil zanaatkar olmak, bedenen zor, saatler uzun, sorumluluk ağır, iş sahibi olunca daha çok çalışacaksın, havalı değil, beyaz yakalı değil. Hem o kadar okudum o tezgahın arkasına mı geçeceğim diye düşünüyor. Tezgahın karşısı daha uygun ona.

 

İşin başındaki nesil -baba- istemiyor çocukları devam ettirsin zira çok zor iş, çok çekmiş, çocukları aynı kahrı çeksin istemiyor, hem o kadar okutmuş onları, plazalarda, beyaz yakalı çalışan olsunlar, hürmet görsünler istiyor.

 

Hürmet kavramı gömleğin manşetinde saklı.

 

Ya da bir ömürlük mü olacak o işletmen, zamanla yok olup gidecek mi? Seninle yaşayıp sen işi bıraktığında ölecek mi?

 

Haberin Devamı

Maalesef ki, durum böyle olunca da bizim o zanaatçı dediğimiz, usta dediğimiz insan da yetişmiyor.

 

Ustalığın sonu geliyor, zanaatin sonu geliyor, mekanik, hızlı, sıradan ile yer değiştiriyor o ürün. Ve zaman geçiyor, bir bir azalıyorlar ustalar, giderken de o esnaflığı, sohbeti, şehir hafızasını da yanlarına alarak.

 

İLLA Kİ!
Pestil!

 

Bulamayınca iyisini kendim yapmaya başladım pestilimi. Yıllar geçti her yaz pestil yapıyorum. Pestil tutkumu bilmeyen de kalması, hatta birçok insanın da aklını çeldim, birçoğu kendi yapıyor artık pestilini.

 

Pestiller de pakete girdi, glikoz şuruplandı ve koruyucularla da işlenmiş gıda statüsüne girdi benim için. Tabii bu büyük şehirlerdeki insanları belki daha çok çekiyor, paketli daha temiz geliyor onlara ama durum benim için öyle değil, pestil dediğin el emeği olmalı, katkı maddesiz ve saf olmalı.

 

Haberin Devamı

Benim için tam zamanı erik pestilinin. Tüm pestiller bir yana, erik bir yana!

 

Ekşi olacak, şekersiz, ağız buracak, dudak bükecek. Ama bu kadar çeşitli erik olunca sadece ekşi erik değil, başka eriklerden de pestil yapıyorum. Hepsinin aroması, tadı ayrı oluyor. Hatta diğer meyveler eklenerek de pestil dökülecek bu sefer… Biraz kayısı biraz böğürtlen, biraz şeftali, erik vs vs…

 

Eskiden çok güzel pestiller bulurdum, hele dut pestili zamanı bir köpük pestili vardır, o kadar severim ki, hafif ekşi olur, ama bolca tatlı, yazarken ağzım sulandı, bir bulutu ısırır  gibi ısırırsın, kalındır diğer pestillerden, ama bir deri kemeri kopartır gibi koparırsın.

 

Haberin Devamı

Neyse pestili kendim yapıyorum senelerdir dedim ya, tabii İstanbul’da zor oluyor, uzun sürüyor ve meşakkatli de, fırında kurutuyorum. Rutubetten eridiğimiz havalarda pestilin kuruması mümkün değil, zaten nereye sereceksin ki?

 

Diyelim erik, çekirdeklerini çıkartıp büyük ve ağır tencerelerimde kaynatıyorum, şekersiz. Sonra el blendırı ile çekiyor ve kaynatmaya devam ediyorum, suyunu atıyor ve tok bir marmelat kıvamına geliyor.

 

Fırını 100 derece civarına ayarlayıp, tepsilere yağlı kağıt serip eriği üzerine döküyorum ama ne çok ince ne çok kalın, yarım santim diyeyim. Ama el ayarı göz ayarı, ölçmüyorum kalınlığını.

 

Fanlı fırında kapağı azıcık aralık, kurutmaya bırakıyorum ortası kuruyana kadar, sonra yağlı kağıtları sandalyelerin arkasına asıp bir iki gün daha bekletiyorum. Ev mis gibi kokuyor. Yavaşça yağlı kağıttan uçlardan başlayarak sıyırıyor ve temiz yağlı kağıtlara seriyor, sarıp buzdolabına kaldırıyorum.

 

Kışa kadar bitirmezsem ne ala, yoksa bütün kış pestil arayıp duruyorum.

 

Denesenize pestil yapmayı, kolay değil ama işin sonunda pestil var, değmez mi uğraşmaya? İnsanı kendi yaptığı pestil gibisi var mı?

 

Bir de ricam olsun; ne olur, köpük pestili satılan yer varsa bildiğiniz bana mail atın, son yıllarda bulamaz oldum iyice…

 

Yazarın Tüm Yazıları