Paylaş
Bodrum, herkes için bir başkadır. Kalesidir, barlar sokağıdır, mavi panjurlu evleridir, eflatun begonvilleri, Balıkçılar kahvesi, pazarı, mandalinası, köpekleri, marinası ve daha birçok şeyidir. Çocukluğum, gençliğimdir.
Aslında yıllar yıllar olmadı gideli, ama Cuma sabahı otele yürürken sanki başka bir kasabaya gelmiş gibi hissettim.
Kepenkler inik, dört dükkanın üçü kapalı, kiralık, satılık, devir levhaları hakim sokaklarda. Sanki kışın Bodrum’da hayat yokmuşçasına ortalıkta yürüyen kimsecikler de yoktu. Oysa öyle olmadığını biliyorum. Sabah diyedir, dedim.
Cuma günü Bodrum’a gelmemin en büyük ebebi olan Bodrum pazarına gitmek üzere, Gözen Pansiyondaki odamıza çantaları atıp, otogara doğru yürümeye koyulduk. Tabii elimizdeki Yunuslar Karadeniz’den alınmış börekleri ısırarak.
Mart başı, her tezgah yemyeşil! İçim açıldı ya da kendimi kaybettim de diyebiliriz.
Tilkişen fışkırmış topraklardan, bu kadar çok tilkişen görmemiştim bir arada. İstanbul’a götüremeyeceğim için uzun uzun tüm tezgahlardakilere methiyeler düzüp bol bol fotoğrafladım. Acı ot pek kendini göstermiyordu, nazlıdır, birkaç tezgahta ancak. Demet demet kekik, adaçayı, yumurta, peynir, yufka, bazlama, kırma zeytin… Köylü kadınların tezgahlarında demet demet çiçekler, rengarenk, mis gibi kokuyor, eh onları da taşıyamam, kokularını içime çekmekle yetindim.
Bodrum mandalinası, portakal, limon ve ot ot ot… Gerisi her pazarda olan zerzevat, tabii daha iyisi, daha çıtırı. Tanıdık peynircileri, zeytincilerimi de buldum, Bergama tulumu, taze köy peyniri, beyaz peynir ve bolca tereyağı da tattıktan sonra iyice acıkıp tabii ki şiş köfte yemek için kendimizi Sakallı’ya attık.
Şiş köfte her zamanki gibi güzeldi, ama o etrafın boşluğu, insansızlığı, dağınıklığı, yer yer pis görüntüsü her yerin üzerine sinmişti sanki…
Nasıl mı, anlatayım…
Sezonu daha açmamış, ama dükkanını kapatırken de kaçarcasına, içerideki çöpüyle, dağınıklığıyla dükkanını terk etmiş o kadar çok işletme gördüm ki, yere kadar cam olunca dükkanlar tabii, içi seni, dışı beni yakıyor.
Yerel yönetimin bir kontrol mekanizması yok mu bu tür özensiz, pis dükkanlara? O güzelim Bodrum sokaklarını nasıl çirkinleştirdiklerinin farkında değiller mi, ya da doğru soru, umursuyorlar mı? Para kazanmaya gelince tamam, iş yoksa ben de bildiğimi okurum demek mi bu? Bu ne biçim dükkan kapatmak!
Müşteriye, turiste garanti gözüyle bakan, ama dükkanına iyi bakmayan esnaf, uzun dönemde ne olur bilemem, mesela o pis camlardan dükkanların içi gözükmeyen dükkanlar, mesela içeri girince bir hoşgeldin demeyen, soruna yarım ağız cevap veren dükkan sahipleri…
Ya o çantacılar? Bodrum’a çanta alınmaya mı gidiliyor, nedir? Bu kadar çok, hem de aynı tip çanta satan dükkan nereden çıktı? Çanta turizmi diye birşey var da benim mi haberim yok? Bodrum’a giden herkes çanta çanta diye dükkanların kapılarında sıra mı bekliyor? Kesin bir çantacının işlerini iyi görünce diğerleri müthiş bir yaratıcılıkla biz de aynı dükkanı açalım demişlerdir! Açmışlar ya zaten.
Bu tür sahil kasabalarında esnaf loncası gibi bir sistem getirilebilse keşke. Kontrollü çeşitlilik sağlanabilse, böylece hem kaliteli ürüne ulaşım, hem de gerçek yöresel ürünlere ulaşım olsa, Bodrum’da olduğumuzu anlasak, her yer birbirine benzemese…
İyi ki dükkanının önünü süpürüp, her sabah dükkanını tertemiz açan eski işletmeler Bodrum’u Bodrum yapmaya devam ediyor, mesela Sur Sandalet, o minik dükkanında örnek teşkil ediyor…
Mesela Nazilli Pide. Sabah çoğu komşusu kapalıyken, dükkanını açıyor, incecik çıtır çıtır pideleri için müşteri bekliyor. Mesela Gözen Pansiyon ve pansiyonun altındaki kafe, hele de kafedeki Fatma Hanım’ın güler yüzü, Yunuslar Karadeniz’in o sakin sokağa saldığı güzel koku…
Barlar Sokağında yürürken şimdiki dükkanların yerlerinde bir zaman ne olduğunu tahmin etmek, Çerçim’i görünce yüzüme yayılan tebessüm, Kale’ye karşı uyanmak, Balıkçılar Derneği lokalinde, yani benim için Balıkçılar barınağında, sabahları marinaya karşı uzun uzun oturup adaçayı içip, yazı yazıp, köpekleri sevmek… Hepsi Bodrum bana.
Neyse ki o sabahki sakinlik güneş batmaya yakın bozuluyor, Halikarnas’a doğru sahil boyunca herkes günesin tadını çıkartıyor ve hava kararınca da Marina’nın dükkanlarından süzülen o ışık hepimize iyi geliyor. Hayat devam ediyor.
Gemibaşı Restoran, onsuz bir Bodrum düşünülemez zaten, mutfak ekibi güler yüzlü, servis aynı şekilde, meze dolabı ışıl ışıl, göz kamaştırıyor, karın acıktırıyor. Ama iki noktada itirazım var, balık fiyatları dudak uçuklatıyor, bir de malzeme bu kadar güzelken, mesela karides, sübye, onları bu kadar çok pişirmeseler de, zavallımlar süngere dönmese?
Körfez Bar, gene iyi müzik, gene eskiden bugüne bizim yer…
Gece Kortan Restoran’ın önünden geçerken yerime çakılıp kalıyorum, Sanırım 1970’de kurulmuştu, ben de ilk defa 1978’da gitmişim. Nefis bir balık restoranıydı, akılda kalan yemekler yemiştik orada uzun yıllar boyunca annemle, ama beyaz mavi disko ışıkları ve disko müzik ile insanları dans ettiği bir klübe dönüştüğünü görünce içim buruluyor, kapıda bekleyen koruma kılıklıları ise hiç yakıştıramıyorum oraya. Acaba mecburiyetten mi, yoksa tercih mi bilemiyorum ama o taş bina o tür bir kulüp, menüsünde pizza, makarna, balık olan bir restoran olmamalıydı diye de düşünüyorum.
Gelelim üç günlük Bodrum seyahatimin en güzel noktasına! Ent Restaurant’da geçirdiğimiz gün ve o yemek… Daha sezonu açmamış olmasına rağmen, restoranın şefi ve sahibi Yoldaş Sönmez bizim için restoranını açıp, harika yemekler hazırladı, bizi evinde ağırlarmışçasına şımarttı. Restoranın bahçesinde, upuzun çam, salınan karabiber ve defne ağaçlarının gölgesi altında oturduk tüm gün, etrafımız biberiye, lavanta ve papatyalarla bezeliyken, güneşe boyun büküp, rüzgara kulak verdik…
Akşam şömine karşısında kurulu soframızda ise acı ot, tilkişen, midye, ahtapot, trançanın yanı sıra, Yoldaş’ın Bodrumlu eşi Elvan’ın annesinin hazırladığı terbiyeli kuzu etli kenger ve kuzu etli arapsaçı aklımızı başımızdan aldı!
O arapsaçı ve kenger de artık benim için Bodrum demek…
Mayıs ayında sezonu açtığı zaman Ent Restaurant’ı tekrar ziyaret etmek ve Yoldaş’ın yeni menüsünü tatmak için sabırsızlanıyorum doğrusu.
Bir de Bodrum’u Bodrum yapan dükkanların çoğalmasını görmek için sabırsızlanıyorum. Esnafın silkelenip kendine gelmesini, severlerinin Bodrum’a sahip çıkmasını ve takiben de Bodrum’da hepimize güzel bir sezon diliyorum! Bodrum, bizim!
İLLA Kİ!
Madem Bodrum’dayım, o zaman Cıngıloğlu diyorum!
Cıngıloğlu Peynirlerini Bodrum’a yolu düşen, ağız tadına düşkün olan herkes bilir. Yıllar önce Bodrum pazarında peynirleri ile tanışmıştım ve o günden beri ne zaman yolum düşse Bodrum’a veya pazarlarına muhakkak birkaç çeşit Cıngıloğlu alıp, eve öyle dönerim.
Eh, bu sefer de farklı olmadı… İki çeşit beyaz peynir, Bergama tulum, taze köy peyniri, Milas susamından yapılmış tahin, yayık keçi tereyağı, mandıra inek tereyağı ve Konya’dan gelen bağırsak yayık tereyağı derken biraz abartmış olabilirim, ama İstanbul’a gelip de paketleri açmaya başlayınca, Bodrum havası eve yayıldı. Eh ne yapayım, tilkişen taşıyamıyorsam, peynir getiririm.
Cıngıloğlu’nu bilmiyorsanız not edin, biliyorsanız selam edin. http://www.cingiloglu.com.tr
Paylaş