Paylaş
“Dövüşe çıkmadan önce antrenman yaparken korkarım. Dayak yiyeceğimi düşünürüm. Maç günü gelir. Soyunma odasında halen korkuyor olurum. Sonra ringe doğru yürüyüş başlar. Gittikçe kendime güvenim gelir. Güçlenirim. Güçlenirim. Ve ringe çıktığımda artık bir tanrıyımdır. Muzafferim. Ben bütün zamanların en büyük boksörü Mike Tyson’ım”. Bu bölüm, James Toback’in 2008’de çektiği harikulade belgesel ‘Tyson’dandı. Ego nedir merak ediyorsanız, bundan daha iyi malzeme bulamazsınız. Çünkü belgeseldeki Tyson, laboratuvarda büyütecin altına sıkıştırılmış bir virüs gibi karşınızda duruyor. Ve size ego meselesini yuvarlamadan, tane tane okuyor. Korkuyu öfkeye dönüştüren organik makineyi anlatıyor.
‘Tyson’la Kapışma’ bir reality şov. Şimdi Las Vegas’ta kendi ifadesiyle beş parasız yaşayan Tyson’ın para için kabul ettiği bir televizyon yapımı. New Jersey’de bir çatı katında beslediği güvercinleri, başkalarının güvercinleriyle yarıştırıyor. Siz de Tyson’ın yarışırken neler yaşadığını, nasıl hırslandığını, sonra nasıl kaybettiğini görüyorsunuz. Güvercinin Tyson’la nasıl bir ilgisi olduğuna gelince... Bir çocukluk alışkanlığı. Ancak ironik bir şekilde... Tyson’ı boksörlüğe sürükleyen hobi aynı zamanda. Büyüdüğü Brooklyn’in sert mahallerinden birinde Mike’ın güvercininin kafasını koparıyorlar. Ve o da bu yüzden ilk kavgasını ediyor. Ego, Brooklyn’in varoşunda yükselip... Aşağıya doğru bir istinat duvarı örmeye orada başlıyor.
“Hayatımda ilk sevdiğim şey güvercinlerdi” demiş bir röportajında. 20 yaşında Dünya Ağırsiklet Boks Şampiyonluğu... Üç yıl tecavüz yüzünden yattığı hapis... Müslümanlık... Ringde kulak ısırması... Ring dışındaki kavgaları... Ve onca harala güreleden sonra şimdi yeniden güvercinlerine dönmesine bakınca... Bağcıksız, üzeri cırt cırtlı Velcro pabuçlar vardır. Çocuklar ve yaşlılar giyer. Tyson’ın yaşadığı da işte bir tür Velcro döngüsü. Arada egosunu parlattığı iskarpinlerden sonra... Herkesin kaçınılmaz olarak yaşayacağı başa dönüş...
Belgeselde ağlıyor bir ara. Kamera çok uğraşmış. Yakınlaşmış, sağdan çekmiş, soldan çekmiş... Ama Tyson sonra konudan bahsetmeyi bırakıp sakinleşmiş. Hikâye, ilk antrenörü. Tyson’ı sokaktan kurtarıp salona getiren... Evini açan... Bir tür Rocky’nin yanındaki yaşlı Mickey. Ancak Tyson’ın ağlamasının sebebi gerçekten onu özlemesi mi... Yoksa kendi haline mi üzülmesi, bilemedim. Çünkü başına ne geldiyse antrenörü öldükten sonra geliyor. Saygı duyduğu, lafını dinlediği hiç kimse kalmıyor etrafında. Ve çöküş başlıyor. Ağladığında, öfkesine yenilen egonun çözülmesine tanık oluyorsunuz.
Gece bazen çok çalıştığınızda zor uyursunuz. Siz yataktasınızdır. Ama beyninizin yavaşlaması zaman alır. Tyson şimdi karısı ve çocuklarıyla Las Vegas’ta şehir dışında bir evde, tipik Amerikan ailesi yaşantısı sürüyor. Ama gariplik... Akşam 8’de yatıp sabaha karşı 2’de kalkıyor. Bunun bir sebebi... Ne kadar deli de olsa, kanına işlemiş disiplin duygusu. Ama başka bir sebebi de... Bokstan beş yıl önce emekli olmasına rağmen hâlâ rölantiye geçmemiş beyni. Uyumayı reddeden, durumu bir türlü kabullenemeyen egosu...
Şov geçen ay yayına girmeden önce New York’ta bir basın toplantısı yaptı Tyson. Çok istiyordum, gidemedim. Sonra toplantının çözümünü okudum. Kan çıkmış. Önüne gelen gazeteciye hakaretler savurmuş. “Ne s... bir soru böyle”... “Bak dostum, seni dövmek istemiyorum”... “Aptal mısın? Dinlemiyor musun”... Toplantının bir yerinde, “Ben eskiden bir deliydim. Şimdi sakin bir hayat sürüyorum. Ama aslında değişmedim. Ben aynıyım” diyor. Gittikçe inanıyorum artık. O günkü toplantıda konuşan Tyson’ın, 14 yıl önce ringde Evander Holyfield’in kulağını ısıran boksörden bir farkı yoktu aslında. Öfke aynıydı. Tek fark, biri hâlâ dövüşüyor ve para kazanıyordu. Diğeri ise para kazanmak için şovlara çıkmak zorundaydı. Ego sadece kabuk değiştirmişti.
Virgina’da büyük finansal suçları araştıran bir dedektifle tanıştım. Washington’ın suç oranı yüksek mahallelerinde çalışmış eski bir devriye polisi. “Bütün suçların kökeninde iki şey vardır” diyor ısrarla: Kadın ve uyuşturucu. Tyson’ın durumu buna o kadar uyuyor ki... Çünkü hayatı boks dışında sadece iki şeyden oluşmuş. Kadın ve uyuşturucu. Ve başı da hiçbir zaman dertten kurtulmamış. “İki sebep var diyor” dedektif. “Bu insanlar ya çok zayıf karakterli olurlar. İradeleri yoktur. Ya da egoları çok güçlüdür. Her türlü sonucun üstesinden gelebileceklerine inanırlar.”
Son bir not... New York Times’ın ekonomi ekinde bir reklam haberleri bölümü var. Burada her gün sektörden bir havadis veriyorlar. Ama her gün yazmak zorunda oldukları için, bazen de saçmalık uydurmak zorunda kalıyorlar. Hedef, trendleri bildirmek. Sorun, gazetenin baskı sayısı trend sayısından fazla. Tyson’a neden şova katıldığını sormuş biri. Verdiği cevap, o reklam haberleri gibi. “Para kazanmam lazım. Ama o kadar çok iş yapıyorum ki, bazen saçmalıyorum.” Belki egonun üstesinden gelmek de böyle bir şeydir işte. İçerisi aynı. Ancak suratındaki korkunç dövme... Hâlâ şiş vücudu... Ayrık dişleri arasından tıslayarak çıkan sözcüklerle aslında şimdi karşımızda duran bambaşka bir kaporta... “Başka neler olacak” diye soruyor bir gazeteci. “Belki komedi filmlerinde oynarım, neden olmasın” diyor.
LİBYA NOTU
İzolasyonizm, George Washington’dan beri kâğıt üstünde Amerika için bir devlet geleneği. Coğrafya avantajı da var. Eskinin bütün husumetlerinden uzak yepyeni bir kıtadalar... Karışmayalım... Başkaları ne yaparsa yapsın diyorlar. Savaşlara katılma!.. Ülkelere müdahale etme!.. Amerika’yı hedef haline getirme!..
İki Dünya Savaşı sırasında Amerikalıların harbe girmesini geciktiren fren de bu olmuş. Ama işin aslına gelirsek... İzolasyonizm denilen şey, bir yandan aynı zamanda büyük bir Washington yalanı olarak kalmış. 2. Dünya Savaşı’ndan sonra neredeyse bütün başkanların en azından bir savaşı var. Truman’ın Kore’si, Kennedy’nin Domuzlar Körfezi... Bush’ların aile geleneği Körfez Savaşları, Clinton’ın Bosna’sı... Johnson’ın Vietnam’ı, Reagan’ın Grenada’sı vesaire...
Biliyorum. Başbakan artık öyle ustalaştı ki, bütün dünyayı bir iç politika sahnesine çevirmiş durumda. Avrupa Konseyi, Avrupa Birliği’nden farklıymış... Türkiye Kaddafi’nin varlıklarını dondurmak zorundaymış... Bunlar teferruat!..
Başbakan’ın kimseyi dinlemediği kesin ama sizin bilmeniz için söylüyorum. Sürekli tekrarlanan petrol argümanı, Amerika açısından Libya işinin asıl sebebi değil. Clinton’ı taklit eden Obama’nın progresif liberallerin elinde kendine bir Kosova yaratma çabası. Seneye seçime girecek. Libya olmasa başlattığı bir savaş olmayacaktı.
Paylaş