Korsan New York’ta da var ama İstanbul’da Netflix yok

Amerika’nın en yenilikçi şirketlerinden biri olan, postayla DVD kiralayan Netflix’in New Jersey’deki merkezini gezdim.

Ellerindeki 100 bin filmin 42 milyon kopyasını her gün sipariş verenlere postalıyorlar, 10 milyon aboneye 12 bin filmi online izletebiliyorlar.

New York’ta akşamları metroya bindiğinizde, ellerinde kaçak DVD’ler, karaborsacılar gibi etrafa fısıldayan satıcılar görürsünüz. Hatta Union Square gibi öğrencilerin yoğun olduğu istasyonlarda, geceleri yerde tezgah bile olur. New York, İstanbul, bu açıdan pek farkları yok. Ama Amerika’da, Türkiye’de olmayan başka bir şey var: Netflix diye bir şirket.

Netflix, 12 yıl önce internet üzerinden film yayını için Silicon Vadisi’nde kurulmuş bir teknoloji şirketi aslında. Sonra işi DVD kiralamaya kadar vardırıyorlar. Bugün 10 milyon müşterisiyle dünyanın en büyük online DVD kiralama şirketi. Sadece New York’un kült videocusu Kim’s değil dünyanın en büyük DVD kiralama zinciri Blockbuster da Netflix yüzünden batıyor. Bana kalırsa son yılların en innovatif, en iyi yönetilen şirketlerinden biri.

Bir ayağı yurtdışında insanlar vardır hani, giderler dışarıda bir şey görüp "distribütörlüğünü" alırlar hemen. Biri çıkıp Netflix’i de Türkiye’ye getirsin diyeceğim ama olmaz. Anlatayım.

Hafta içi, Netflix’in New York’a hizmet veren merkezine gittim. Manhattan’a bir saat uzaklıkta New Jersey’de bir yer. Ülke çapında buna benzer toplam 58 dağıtım noktası varmış.

İçeride 40 görevli, raflarda binlerce DVD ve köşelerde iki farklı otomasyon cihazı görünüyordu. İlk başta ambalaj atölyesiymiş gibi duruyor. Sonra o basit aletlerin aslında milyon dolarlık tasarımlar olduğunu ve her gün 2 milyon DVD postalayabilen, hatta birkaç yıl öncesine kadar kimseye göstermedikleri ticari sırlar olduğunu öğreniyorum. Türkiye’de de Netflix’in tasarımını kopyalamış, dvdsokagi.com, evdeizle.com gibi siteler var örneğin ama en büyük farkları, işte bu teknoloji kapasitesi.

İNTERNETTEN FİLM YAYINI

Ellerindeki 100 binden fazla filmin toplam 42 milyon kopyasını her gün barkodları sayesinde makinelere okutuyor ve sipariş verenlere postalıyorlar. Ama daha önemlisi, abonelerine 12 bin filmi online izletebiliyorlar. Konuştuğum Başkan Yardımcısı Steve Swasey de, DVD kiralama işinin şimdi ikinci planda kaldığını, asıl odaklandıkları işin "streaming" olduğunu söyledi zaten. Yani internetten film yayını.

Streaming, şu anda Amerika’da 3 farklı kanaldan yürüyor. Biri Netflix’in yaptığı sabit üyeliğe dayalı yöntem. İkincisi Apple ve Amazon’unki gibi izle ve öde sistemi. Üçüncüsü Hulu’nun sunduğu, reklamlı ama bedava izleme seçeneği. Netflix’in şimdiki hedefi, streaming’in görüntü kalitesini artırmak. Çünkü bana kalırsa Hulu, şu anda bu konuda Netflix’ten daha başarılı.

Avrupa’ya açılma niyetleri olup olmadığını ısrarla birkaç kez sordum. Değil Avrupa, yanı başlarındaki Kanada için bile uğraşmak istemiyorlar. Birincisi, lisans anlaşmaları fazla karışık. İkincisi, dünyanın diğer bölgelerinde Amerikan Posta Servisi gibi bir iş ortağı bulamayacaklarını düşünüyorlar. Başkaları yapamaz mı dedim, anlaşmaları kotaramazlar, dedi.

Netflix yüzünden batanlar Amerika’dan kaçmaya başladı. Geçen ay kapanan, 50 bin filmlik East Village’daki Kim’s koleksiyonunu İtalyanlar aldı örneğin. Sicilya’nın Salemi kasabasında belediyenin yaratıcılık departmanı diye bir bölümü varmış, oranın müdürü bütün o VHS kasetleri Palermo Limanı’na indirtmiş. Sormuşlar, nereden çıktı bu iş, diye. "New York geçmiş, Salemi ise gelecektir" demiş.

NETFLIX’İN SIRLARI

á 100 bin filmlik çok büyük bir arşivleri var. François Truffaut’nun 1959 yapımı "400 Darbe"sini de bulabilirsiniz, daha yeni çıkan Body of Lies (Yalanlar Üstüne) filmini de.

á 10 milyon üyeleri var ve her biri için 10 milyon değişik web sitesi yayınlıyorlar. Bir üye Netflix.com’a girince, geçmişte seçtiği filmlere göre ona özel öneriler buluyor karşısında.

á Filmler web sayfasınızda belirlediğiniz listeye göre size postayla yollanıyor. Ne zaman izlerseniz izleyin, gecikme ücreti yok. Sonra size yollanan ve parası ödenmiş zarfa filminizi koyup geri postalıyor, listenizin üstündeki yeni filmin gönderilmesini bekliyorsunuz. Aylık bir limit yok. Elinizde tek DVD tutmak istiyorsanız, fiyat ayda 9 dolar (15 TL). İsterseniz aynı anda 8 DVD’lik paket de var ama 48 dolar (80 TL).

á Steve Swasey’ye bu DVD işinin daha ne kadar devam edeceğini sordum, "VHS kasetler 35 yıl dayandı, DVD’ler de daha 20 yıl kalır" diye cevap verdi.

á Filmler için büyük stüdyolarla yaptıkları anlaşmaların detaylarını açıklamıyorlar. Bazen toplu indirim alıyorlar bazen de gelir paylaşımı anlaşması yapıyorlar.

á LG, Netflix’in streaming’ine uyumlu özel televizyon üretiyor. Samsung Netflix’e özel, Blu-ray oynatıcı yaptı. Reklam katili Tivo bile cihazına Netflix uyumu ekleyecek.

á Hotel Ruanda (2004) filmi, Netflix’te sinemada izlendiğinden daha fazla ilgi görmüş. Eğer niyetlenirlerse dağıtım sorunu olan bağımsız filmler için bir kanal oluşturabilirler. "Yapacak mısınız" dedim, "Şimdilik düşünmüyoruz" dedi.

Popüler kültür ikonu

Amerika’da alışkanlıklar popüler kültüre çok kolay, çok hızlı etki ediyor. Pazartesi sabahları kentte birçok kişinin elinde kırmızı zarflar görüyorum örneğin. Sabah ofise geçmeden posta kutusuna attıkları, hafta sonu seyrettikleri Netflix filmleri bunlar. Amerikan Posta Servisi, Netflix’in ülkenin yeni çapa postası (anchor mail) olduğunu açıkladı. Artık kimse birbirine mektup yazmadığından şahsi posta kalmamış ama Netflix sayesinde insanlar posta kutularına bakmak için bir sebebe kavuşmuşlar. Gazete bulmacalarından birinde de cevabı "Netflix" olan bir soru hazırlanmıştı. "Queue (Netflix’te film listenizi yaparken başvurduğunuz yöntem, kuyruğa sokma) ile çalışan firma hangisidir?" diye. Başka ipucu yok, bu kadar. Netflix’in Amerika’da bir popüler kültür ikonu haline geldiğinin en açık örneğiydi o soru.

Cumhuriyetçi Parti’nin lideri bir radyocu

Amerika’da 2 haftadır çok ilginç bir tartışma vardı. Cumhuriyetçi Parti’nin gerçek lideri kimdir, tartışması. Demokratların Cumhuriyetçileri aşağılamak için söylediği bir laftı ama iki hafta boyunca gezdi dolaştı ve tartışmasız bir doğruya dönüştü: Amerika’da Cumhuriyetçilerin fiili lideri, radyocu Rush Limbaugh çıktı.

Limbaugh bir şovmen. Her gün radyoda politik yorumlar yapıyor ama sonuçta bir şovmen. Ve buna rağmen, Obama yenilgisinden sonra ne yapacağını şaşırmış Cumhuriyetçilerin en etkili ismi.

Cumhuriyetçi Kongre üyelerine görüşmelerde nasıl tavır almaları gerektiğini şovundan o söylüyor. 2012 için Cumhuriyetçilerin çıkarmayı düşündüğü adaylara da yine şovundan o not veriyor.

Başta bazıları bu duruma direndi. Cumhuriyetçi Parti’nin komite başkanı seçilen kişi, "Lider benim; o sadece şovmen" dedi ama sonra özür diledi.

Geçen yıl kontratını 2016’ya kadar 400 milyon dolara yenilemişti Limbaugh. Başkan adayı olmak isterse parası da var anlayacağınız ama kimse böyle bir şeyin olacağına inanmıyor. Bütün mesele, Amerikalılar yıldızları seven insanlar. Dürüst ama silik, çalışkan ama pısırık, akıllı ama ezik, burada tutmuyor. Limbaugh ise bu yüzden tutuyor.

Jonathan Krohn adında 14 yaşında Amerikalı bir çocuk çıktı şimdi. Artık takip edemiyorum, bu aralar Türkiye’de açıksa Youtube’a girip videosunu izleyin. Muhafazakárlığın ilkeleri üzerine bir kitap yazmış, bir kongrede onu anlatıyor. İzlediğinizde, bu yıldız yaratma merakının bazen nasıl bir manyaklığa dönüştüğünü ve 14 yaşında bir çocuğa neler yaşattığını göreceksiniz.
Yazarın Tüm Yazıları