Paylaş
* Beyaz Saray’daki görüşme üst düzeydi. Yönetimin karar süreçlerinde önemli yer tutan düşünce kuruluşlarında da kendini ve CHP’yi anlattı Kılıçdaroğlu. Rakamla söyleyeyim: Basına kapalı görüşme yaptığı Amerikan İlerleme Merkezi’nin (CAP) Kılıçdaroğlu için gönderdiği davetiyelere LCV (katılım teyidi) oranı yüzde 90 olmuş. CAP yöneticilerine “Normalde kaçtır” dedim. “Yüzde 50’dir” dediler. Kapsam, gördüğü ilgi… CHP bence istediğini aldı.
* Herkes işe CHP açısından bakıyor ya. Ben gezinin, aslında Amerikan diplomasisi için de bir başarı olduğunu düşünüyorum. Geçmişte kendisine sert biçimde muhalefet etmiş bir siyasi partinin yeni liderini ağırlamaları, o partinin tabanı düşünüldüğünde Amerika için de önemli bir kamu diplomasisi hamlesidir. Ve hiç kuşkunuz olmasın… Bu program, 2014’te bakanlığa üç numara olarak gelebileceği konuşulan Ankara Büyükelçisi Francis Ricciardone’nin de artı hanesine yazılacaktır. Zira eski Büyükelçi Jim Jeffrey’nin eski genel başkan Deniz Baykal’ı böyle bir gezi için iknaya çok uğraştığını ama beceremediğini öğrendim. Amerikalılar bu sefer CHP ile fotoğraf vermeyi başardılar.
* Elbette Kılıçdaroğlu’na davet sadece Ricciardone’nin değil, yönetimin bir inisiyatifiydi. Ve Gezi Olayları’ndan beri Washington’da AKP liderliğine karşı duyulan kuşkuların bu davette payı olduğu kuşkusuzdur. Gezinin AKP’ye de mesaj içerdiğini rahatlıkla söyleyebiliriz.
* Kılıçdaroğlu-Gülen Hareketi görüşmesi de aynı şekilde. yönetimin AKP konusunda taşıdığı kaygıları cemaat de hissediyor. Ve tıpkı yönetim gibi AKP’ye “Siz alternatifsiz değilsiniz” demek için cemaat de CHP’yle yakın gözükmek istiyor. Öyle ki… Kahvaltı bitti. Cemaatin yöneticileri hemen bir basın bülteni hazırladılar. Metni, CHP kanadına gönderdiler. Onay aldılar. Bu arada Engin Altay’ın ismini taslak metinde yanlış yazmışlardı, düzelttiler. İki fotoğraf eklediler. Ve Washington’daki meşhur Kılıçdaroğlu-cemaat kahvaltısını bittikten iki saat sonra bütün medyaya duyurdular.
* Peki Kılıçdaroğlu cemaatle görüşmeli miydi? Bence evet. Ama bunu yaparken, ABD yönetimiyle ilişkiyi nasıl güvene dayalı bir samimiyet üzerine kurmaya çalışıyorsa, Kılıçdaroğlu cemaate karşı da aynı açıklıkta olmalı. Ve son beş yıldır, delilleri tartışmalı davalarda, içeri atılan gazetecilerde cemaatin kamuoyu önünde aldığı pozisyon yüzünden bir özleştiri vermesi gerektiğini onlara hatırlatmalı. Çünkü hem AKP hem de cemaat her konuda öyle pragmatikler, öyle hızlı manevra yapabiliyorlar ki… Sonra CHP o basın bülteni ve fotoğraflarla baş başa kalır.
* Salı günü Amerikan Dışişleri Bakanlığı’nda Türkiye masasından iki kişiyle karşılaştım. CHP’den Aykan Erdemir’le yaptıkları toplantıdan ne kadar memnun ayrıldıklarını anlattılar. Biri, “Son derece tatmin ediciydi” dedi. Erdemir’in ismini not edin. Kılıçdaroğlu’na eşlik eden delegasyonda Türk-Amerikalılar için yıldız tartışmasız Şafak Pavey’di. Amerikalılar için ise Erdemir.
* Dürüst olmak zorundayım. Delegasyonun genelinde herkesin birbirinin arkasından konuştuğu, korkunç bir kakofoniyle karşılaştım. AKP’nin kendisine yakın gazetecilerle dışarıya yansımayan ilişkisi nasıldır bilmiyorum. Ancak CHP’nin sırf hükümete muhalif yazılar yazıyor diye, bir gazeteciye, yazmayacağını düşünüp böylesine çirkin bir görüntü sunması kabul edilemez. Son gün iş öyle bir hale geldi ki… Bir sürü gazetecinin arasında delegasyondaki bir CHP’linin başka bir CHP’linin arkasından hakarete varan sözler söylediğine tanık oldum.
* İki kusur vardı. Birincisi… Türkiye’nin liderliğine talip birini, hiçbir gazetenin temsilcisi olmayan, bağımsız çalışan, geçmişte tartışmalı haberler yapmış bir gazetecinin karşısına oturttular. Wall Street Journal temsilcisi, dediler. Ama WSJ için freelance çalışan o kişinin yazısı, nerede, ne zaman, nasıl çıkacak ben de merak ediyorum. İkincisi ise… Kılıçdaroğlu’nun konuşma yapması için seçilen üç düşünce kuruluşu da (Brookings, CAP ve Partiler Üstü Politika Merkezi) çok iyi belirlenmişti. Ancak programın bazı yerlerine, örneğin Yahudi temsilcileriyle olan buluşmaya, konuya ilgisiz, yönetim nezdinde de ağırlığı kalmamış, 90’ların köhne siyasetini temsil eden Amerikalılar eklediler. Washington değişti. Yeni yüzler oluştu. Ama CHP’de birileri bunu kabullenmek istemiyor.
* Yine de kentte uç kutupları temsil eden isimleri buluşturabilecek kadar da başarılı bir açılım sundular. İlk günkü resepsiyonda Neo-con
Michael Rubin ve kentin en liberal isimlerinden
CAP’in Türkiye Direktörü Michael
Werz aynı salondaydı.
Birine, “İki zıt Michael’ı birleştirdiniz” dedim.
* Ve son olarak: Kılıçdaroğlu ile karşılaşmamız... Özellikle benim kendisinin olası Cumhurbaşkanlığı adaylığı konusunda yazdığım yazı sonrası. Kaldığı otelde yarım saatlik bire bir görüşmemiz oldu. Yazılmamak kaydıyla. Ve bana o yazıyla ilgili “Kaynağınızı sormayacağım” diyerek, ne kadar sorumlu bir siyasetçi olduğunu baştan gösterdi. Ancak onun ötesinde… Konuşmamız boyunca kendisiyle ilgili şimdiye kadar edindiğim izlenimlerin de ne kadar doğru olduğunu fark ettim. Ve bir insanın hem bu kadar nazik hem bu kadar doğru ve düzgün hem bu kadar ölçülü olup siyasette liderlik pozisyonu üstlendiğini görünce Türkiye için sevindim. Ama sonra… Delegasyondan anlattığım manzaralar geldi aklıma. İlişki şekilleri… Davranışlar… Bilemedim. Çünkü nasıl baş ediyor bu insanlarla hakikaten hiçbir fikrim yok.
Paylaş