Paylaş
1-CHRYSLER'DEKİ AMERİKAN BAYRAĞI
21 Şubat 1980 akşamında, bir Pan American uçağı beni Ankara'nın kuzeyine bir saat uzaktaki Esenboğa Havalimanı'na indirdi. Amacım Başkan Jimmy Carter'ı 'memnun edecek' şekilde ABD'nin Türkiye Büyükelçiliği hizmetine başlamaktı. Ankara'ya doğru, Cadillac'lar yerine Carter Yönetimi'nin imaj va maliyet kaygısıyla seçtiği, Amerikan bayrağı dalgalanan bir Chrysler'de ilerliyorduk. Yardımcım Bob Dillon'dan bunun alışılmadık bir durum olduğunu öğrendim. Çünkü her zamankinden daha faal olan ve ağır silahlarla donanmış Türk sağcı ve solcu teröristlerin hedefi olmaktan kaçınıyorduk. Kançılaryamızın etrafındaki demir çitler, en son gördüğümden beri iki kat yükselmişti.
2-MÜDAHALE NE ZAMAN OLACAK
Soru, neyin ne zaman olacağıydı. Cevap da elbette daha önce 1960 ve 1971'de iki kez gerçekleşen askeri müdahaleydi. Türk askeriyle yakın çalışan Amerikan askerleri, ağızbirliği etmişcesine bunun mutlaka olacağını söylüyorlardı. “Neden” diye sorduğumda da, "Politikacıların bencillik ve verimsizliğine ayrıca kamu düzeninin bozulmasına daha fazla izin vermeyecekler" diyorlardı. Sonunda, önümüzdeki aylarda mutlaka bir müdahale olacağını anladık. Ancak Haziran, Temmuz ve Ağustos'ta Türkiye'de hiçbir önemli olay olmaz. Çünkü bütün önemli insanlar yazı geçirmek için Boğaz'a ve sahillere giderler. Ağustos başında Başbakan Demirel'e askeri müdahale bekleyip beklemediğini iki kere sorma şansım oldu. "İkisinde de hayır beklemiyorum" dedi.
3-11 EYLÜL ’DE OLACAĞINI O SUBAY SÖYLEMİŞTİ
11 Eylül 1980 günü, Amerikan Memur Eşleri Kulübü'nün bir yemeği vardı. Her şey normal görünüyordu. Yemekten ofise döndüğümde, personelimden genç bir Amerikan subayının beni beklediğini gördüm. Çok akıcı Türkçe konuşan, zeki, bilgisi ve görüşlerine çok saygı duyduğum biriydi. Washington'daki merkezine bir telgraf geçmek istiyordu çünkü o gece bir askeri müdahale olacağını öngörüyordu. Daha önce merkeze geçilen sorumsuz darbe haberlerinden sonra benimle kontrol etmek istemişlerdi. Genç subayın öngörüsünde iki gerekçesi vardı: Balgat'taki Amerikan Hava Kuvvetleri Üssü'nden dönerken şehre doğru yolun kenarına dizilen Türk tankları gördüğünü söyledi. İkincisi, 14 Eylül'e kadar ABD'de bazı görüşmeler yapması gereken bir Türk subay arkadaşının 10 Eylül'de Türkiye'ye dönmek için ısrarla kendisini aradığını söyledi. Türk subayı karısının bir ameliyatı olduğunu söylemiş. Ama o gün karşılaştıklarında ameliyatın bahsi bile açılmamış. Ben, "Halihazırda darbe beklendiğini rapor ettik. Bu gece olacak deriz olmaz itibarımızı riske atmayalım" dedim. O gece saat 03.00'te yardımcım Dick Boehm'in telefonuyla uyandığımda durumu öğrendim. Bir Türk generali, Askeri Yardım ve Eğitim Misyonu'nun başındaki bir generalimizi aramış ve saat 05.00'te ülkenin yönetimini ele alacaklarını söylemiş.
4-CIA YAPMADI PENTAGON OLMALI
Müdahalenin ertesi günü, şimdi (1984) yeni rejimin üst düzey bir yetkilisi olan eski bir arkadaşımla karşılaştım. Birçok üniformalı Türk'ün darbeyi CIA'nin yönettiğine inanmasının çok üzücü olduğunu anlatmaya başladı. Tam dediklerine inanmaya başlamıştım ki, arkamdan bana vurdu ve suratında bir gülümsemeyle "Tabii ki CIA yapmadı. Müdahale başarılı oldu. O yüzden mutlaka Pentagon olmalı" dedi. Hükümet değişmişti ama Türklerin mizah anlayışı değişmemişti.
5-İLTER TÜRKMEN ARADI
Yeni rejimle güvenilir bağlantılar kurma arayışına girdim. Genelkurmay'dan Haydar Saltık'ı aradım. Ulaşamadım. Ancak sonra Dışişleri Bakanlığı'nın en sofistike ve deneyimli diplomatı İlter Türkmen'den bir telefon aldım. Dışişleri Bakanlığı'nı devralmasının istendiğini söyledi. O gün saat 15.00'te de tüm NATO Büyükelçilerine bir brifing vereceğini aktardı. Ben de, telefonda yeni hükümetin bildirilerinde demokrasiye ilk fırsatta dönüş konusuna yeterince vurgu yapılmadığını, bunun netleştirilmesinin önemli olduğunu söyledim. Benim önerim mi etkili oldu bilmiyorum fakat saat 13.00'te televizyona çıktığında Kenan Evren'in ağırlıkla bu konuyu vurgulamasından memnun oldum. Türkmen de saat 15.00'deki brifinginde yine buna vurgu yaptı.
6-MOSKOVA DUYMASIN
Milli Güvenlik Konseyi'nin televizyondaki görüntüsü, etkileyici bir performanstı. Kenan Evren, Nurettin Ersin, Nejat Tümer, Tahsin Şahinkaya, Sedat Celasun ve Haydar Saltık. O akşam bana karım Edith fark ettirdi: Askeri cuntanın tek bir üyesini bile tanımıyordum ve altısı birden son birkaç haftadır bizim evimizdeydi. İyi ki, bu tamamen masum yorum, Radyo Moskova'nın eline geçmedi.
7-CARTER MEKTUBU
4 Ekim Cumartesi günü Washington’dan aradılar. Başkan Carter’ın Evren’e verilmek üzere bana bir mektup göndereceğini söylediler. Ancak en önemlisi, bu mektubun Pazartesi saat 15.00’te NATO Komutanı Bernard Rogers ile görüşecek olan Evren’e bu görüşmeden önce ulaştırılması isteniyordu. Mektup pazar günü elime geçti. Ben de pazartesi sabahı Evren’den randevu aldım. Kendisine “Paşam” değil “Devlet Başkanı” diye hitap etmem konusunda uyarıldım. Karşılıklı oturduk. Ben mektubu uzattım. Gözlüklerini takıp, İngilizce konusunda bazı kelime ve cümlelerde genç birinin yardımıyla okudu. Bitirdi. Cevap vereceğini ve Türk generallerin başka seçenekleri olmayıp yapmaları gerekeni yaptıkları konusunda Washington’ın gösterdiği anlayışa minnettar olduğunu söyledi. Yunanistan’ın NATO’yla yeniden entegre olması konusunda da Türkiye’nin de bunu istediğini söyledi. Tam 15 gün sonra da Rogers Planı altındaki Yunanistan’ın NATO’ya entegrasyonu ilan edildi.
Kitabın yenisi 289.06 dolardı, Oregon'daki bir kitapçıdan ikinci elini 41.96 dolara buldum. En ilginci, başındaki damgada, kitabın Türkiye'ye Amerikan askeri yardımı yapılması için kurulan dönemin meşhur örgütü JUSMMAT'a ait olduğu yazıyordu. "Evet darbeyi biz yaptık" demesini beklemiyorum elbette. Ama fikir vermesi için: Amerikan büyükelçisinin gözünden 12 Eylül...
Paylaş