Amerika’yı çok az seven bir ülkede, yani Türkiye’de, vergi dayatması nedeniyle teknelere Amerikan bayrağı çekilmesi ayıp mı, yoksa çok büyük bir siyasi günah mı?
Yelkencilerin ortak sorunları ele alarak tartıştığı Yahoo grubu DSTI’de siyasi parti programlarında denize ilişkin hiçbir politika önerisinin yer almadığının altının çizilmesi ile başlayan tartışma, ’çok yıldızlı bayrak’ diye nitelenen Amerikan bayrağının Boğaz’a yaraşmadığını biraz da nefretle söyleyen ’kuvvacı’ sorular ve değerlendirmeler ile sürdü, sürüyor.
Sorun tabii, Türkiye’deki hükümetlerin denize ilişkin bir politikası olmamasından kaynaklanıyor. Yani sorunun nedeni içeride, dışarıda değil.
*
Türkiye’de yeni tekne satın alınırken ödenmesi gereken vergilerin yüksekliği, tekne piyasasının gelişmesini önlüyor.
Maliye Bakanlığı, geleneği olduğu üzere, vergi salmada hep en önde koşuyor, toplayamadığı vergiyi kaldırmakta ya da oranını azaltmakta hep tık nefes kalıyor.
İşin bir de popülist yanı var: ’Zenginlerin’ bindiği yatların vergilerini kimse düşürmeye yanaşmıyor. Oysa denizlerdeki yatların çoğunun sahibi "zenginler" değil; orta halliler, bazı şeylerden fedakarlık yaparak biniyor.
Bunun sonucunda da, Amerika’da Delaware Eyaleti’nde ya da İngiltere’ye bağlı Manş Denizi Adaları’nda bir şirket kurup, tekneyi bu şirketin üzerine kaydettirmek mümkün. Yapılan bu, tartışmalar da bundan çıkıyor.
*
DSTI’de kimileri, "Param da yok, teknem de. Ama alırsam Türk bayrağı çekeceğim" diyor ki bu bana züğürt tesellisi gibi geliyor; diğerleri "Tekne aldım, tekne parası kadar vergi verecek halim yoktu; o yüzden de yabancı bayrak çektim" diyor. İkinci el tekne alıp, buna Türk bayrağı çekmek zaten yasak. İkinci el tekne alanların yabancı bayrakla dolaşmaktan başka şansı yok.
Deniz sevenleri bu duruma düşürenler, yani Ankara utansın.
*
Otomobil üzerindeki vergiler de çok yüksek kuşkusuz. Ancak Türkiye’deki bankacılık sistemi otomobile kredi vermeyi uygun görüp, tekneye kredi vermekten korktuğu için yani bankacı kafası karaya takılı kaldığı için, kredi ile tekne almak ve böylece vergi yükünü yıllara yaymak mümkün olamıyor. Orta halli denizsever tekne için para biriktirdikten sonra, vergi için para toplama sabrına sahip değilse, hemen çekiliyor bir yabancı bayrak. Maliyeti ise kuruluşta 1000 dolar kadar; daha sonra da yılda 200- 300 dolar ödemek gerekiyor.
Oysa, Maliye Bakanlığı akılcı bir vergi politikası ile tekneciliği teşvik edecek oranlar belirlese, hem yeni bir gelir kaynağına sahip olur, hem de denizlerimiz Türk bayraklı teknelerle dolar.
Bir de anlayamadığım, DSTI’deki tartışmaya katılanların bir kısmının Amerika’nın politikalarına karşı olmanın, Amerikan bayrağından da nefret etmeyi gerektirdiğini düşünmesi. Bize anlatılan, orduların 9 Eylül’de İzmir’e girmesinden sonra üzerine basıp geçmesi için serilen Yunan bayrağını Atatürk’ün yerden kaldırttığıydı. Yoksa ben mi yanlış biliyorum?
Türkiye’de yat üretiminde eksik kalan ne?
Elimde Showboats International dergisinin Haziran Temmuz 2007 sayısı var. Bu dergi, adı üstünde, dünyanın en pahalı, en büyük yatlarını "sergiliyor". 2007 ödüllerini de bu sayıda açıklıyor. Türkiye’nin yat üretiminde geldiği üst noktayı çok güzel özetliyor 2007 ödülleri.
Showboats International sıradan bir dergi değil. Tüm mecraların peşinden koştuğu "net varlığı yüksek" kişilerin okuduğu bir dergi. Bu dergiyi okuyanların ortalama yıllık gelir düzeyi, Amerika’da tabii ki, 1 milyon 160 bin dolar. Evlerinin ortalama değeri 2 milyon 519 bin dolar. Yani bu derginin okuyucu tabanı çok sıkı ve çok da etkili.
Dergiden En Yenilikçi Yelkenli Tekne, 40 Metre Üzeri En İyi Yelkenli Tekne, En Güzel Yat Dekorasyonu, Teknolojik Açıdan En İleri Yat ödüllerini kazanan Maltese Falcon geçen yaz Tuzla’dan denize açıldıktan sonra kısa sürede süperyat kategorisinin en önemli teknesi olarak nitelenmişti. Üretici şirketin verdiği tam sayfa ilanda da İstanbul üretim yeri olarak vurgulanıyor.
İtalyan süperyat üreticisi Perini Navi şirketinin Tuzla’daki Yıldız Tersanesi’nde üretilen Maltese Falcon’un bu başarısı, hafta içinde Koç Holding’in RMK Tersanesi’nde, İngiliz yat üreticisi Oyster’ın 30 metre üzeri teknelerini üreteceğine ilişkin açıklaması ile iyice pekişti. Artık Türkiye 30 metre ve üzeri yat üretiminde dünyada sözü geçen bir ülke.
Ama dikkat çekici bir nokta var: Güçlü Türk şirketleri henüz kendi markaları ile üretim yapıp piyasaya girmiş değiller. Oyster ile yapılan anlaşmada olduğu gibi taşeron üretim, ya da Perini Navi’nin yaptığı gibi doğrudan tesis alımı ile üretim Tuzla’ya hakim durumda.
Peri ya da Numarin gibi sıfırdan kurulan şirketlerin başarısı kuşkusuz çok önemli. Üstelik bu başarıların devletten herhangi bir desteğin gelmediği, teşviklerin sektör temelinde değil, politikacıların propagandasına daha uygun olduğu için bölgesel verildiği bir ülkede sağlanması başarının önemini artırıyor.
Ama yine de insan, Amerika’da, İngiltere’de, İskandinav ülkelerindeki gibi, küçük bir tersanenin uluslararası kabul görmüş bir tasarımı, çok yüksek bir kalite ile üreteceği ve uluslararası yelken dergilerinde "Akdeniz’in en iyi iş çıkartan tersanesi" diye anılacağı günler görmek istiyor. Sanırım o günler de yaklaşıyor.