Küçücük tenekeden bir tekneydi. Üstü kırmızı, su altı beyazdı. Suya koyduğumda en küçük bir dalga ile içine su dolar, batar ya da alabora olurdu.
Arkasından çıkan iki küçük jeti ve küçücük parmakların sağa-sola kıvırabileceği incecik bir dümeni vardı. İki çocuk parmağının bile zorla girebileceği haznesine, yanan bir mumu koymak, o mumla ağırlaşan tekneyi batırmadan suya indirmek bir dertti.
Mumu yakıp beklerdim. Biraz daha. Sonra, mum alevinin ısıttığı su buharlaşır, buhar arkadaki jetlerden dışarı çıkar ve tekne çarpıp yön değiştireceği leğen duvarına kadar yol alırdı. Dümeni kıvırıp, leğenin dış çeperine paralel daireler çizmesini sağlamak da mümkündü.
Bazen suya indirirken yanlışlıkla yarattığım dalgalara kapılır; şansı yaver giderse batmadan kurtulur, bazen de can sıkan bir cıs sesiyle batarken alevini kaybederdi.
Bu cıs sesinden sonra tekne batmamışsa, atılıp hemen elime almamayı öğrenmiştim; tekne ısınıyordu bir, erimiş mum elime yapışıyordu iki. Teknenin ısınmasından elimi acıttığı için, mumun erimesinden ise işi güçleştirdiği için hoşlanmıyordum. Ama bir yandan da erimiş mumun parmaklarımı incecik bir zar gibi kaplamasını bugün bile sevmemin nedeni, leğen tekneciliği günlerimdir herhalde.
*
Bir kitapçıda geçen gün ne göreyim?
Aynı teneke tekne boyunda, uzaktan kumandalı bir motor. O zamanki çift jet yerine, bunun çift motoru var. Mumu yok, pili var. Dümeni yok, döndürmek için pervanenin ikisini değil, birini çalıştırmak yetiyor. Batmıyor, su geçirmiyor. Sevmediğim renkler: Lacivert, sarı. Olsun. Aldım.
Boy pos aynı gerçi ama... Teneke tekne Marilyn Monroe ise, bu yenisi olsa olsa, Britney Spears.. Bayağı plastik. Olsun suda yüzüyor ya, aynı boyda ya...
Koşa koşa eve gelip, pillerini taktıktan sonra, havuzda yüzdürmeye başladım.
Büyük kızım Ütay uzaktan kumandayı elimden kapmaya çalışırken, simitine Eda Taşpınar kıvamında yüzüstü yapışmış, ayaklarını ördek gibi çırpan sekiz aylık kızım Piraye, etrafında dönüp donan sigara kutusu büyüklüğündeki mavi tekneyi yakalama derdinde.
Piraye, yakaladığı teknenin küçücük pervanelerinden biri aniden dönmeye başlayıp eline çarpınca, fırlattı attı oyuncağımı. Sonra, tekne ile aralarında seviyeli ve uzak bir ilişki başladı.
*
Kadıköy Çarşısı’ndaki şişman oyuncakçıda, ki geçenlerde gördüm, şişman oyuncakçı hálá şişman ve oyuncakçı, o teneke tekneden bolca bulunurdu. Artık yok tabii... Her yer plastik.
Mühürdar Caddesi’nin devamı Kadıköy Çarşısı’dır. Mühürdar’da otururduk. 7 - 8 yaşındayken cebime konan parayla birkaç kez gidip aldığımı hayal meyal anımsıyorum.
Çarşı o zaman hálá çarşıydı. Gençlik Kitabevi, Arnavut ciğerci, manav, haşla haşla pişmeyen kart kuşları satan Rum tavukçu, fıçı fıçı şarapların üst üste yığılı durduğu, Ermeni’nin sirke kokan içki dükkanı... Esmer Tekel birasının kasa ile alındığı günler.
Artık eski Çarşı da yok, teneke tekneler de.
Ne de kızlarım Çarşı’ya yürüyerek gidip kendilerine oyuncak alabilecekler.
İlerliyoruz malûm.
Hayatınıza renk için bu kitabı edinin
Geçenlerde yeni bir kitap aldım. Hayatım değişmedi ama... Çok imrendim doğrusu.
Renkli fotoğrafları, özenli çizimleri ve diliyle okura erişen kitaplarını almasam da bakmaktan kendimi alamadığım İngiliz Dorling Kindersley Yayınevi’nin yelkencilik ile ilgili son kitabı. Adı basit: Yelkencilik. Basit olmayan, önsözünü yazan kişi; Ellen Macarthur.
Macarthur’un önsözde yazdıklarına birazdan geleceğim; ama önce azıcık kitap.
Geçen Mayıs ayında piyasaya çıkan kitap bir el kitabı. Gezi rehberi boyutlarında; sayfaları fotoğraf ve çizim dolu; hani insan kendini sıksa bu fotoğraf ve çizimlere bakarak olimpik yelkenci olur. Şaka, şaka... Ama kitap o kadar güzel.
Yelkenciliğin tarihi ile başlıyor, yelkenin ilke ve teknikleri ile devam ediyor ve profesyonel yarış yelkenciliği ile bitiyor. Tam 10 bölüm.
Teknesi olsun olmasın yelken seven herkesin elinin altında bulunması gereken bir el kitabı; ister teknede, ister başucunda.
Gelelim Ellen MacArthur’un önsözüne...
"Yelken gerçekten herkese birşeyler sunar" diyor MacArthur. "Her beceri ve her katılım düzeyi için uygun bir tekne vardır. İsterseniz gezin. İsterseniz yarışın bu gerçek değişmez. Herkes kendi yolunu bulur. Kimi ağır ağır dünyayı gezer, kiminin yolculuğu daha serttir."
Güney Okyanusu’nda zifiri karanlıkta yarışmayı, "hızlı bir otomobili, arazide ve sağanak yağmur altında farları kapalıyken kullanmaya" benzetiyor efsane yelkenci. Dahası diyor: "Otomobilin ne ön camı, ne de üstü var."
Yelkenin birçok farklı deneyim yaşatabileceğini anlatan MacArthur, ekip çalışması, sorunlar karşısında ve alınan kararların ardında kararlı bir şekilde durmanın yelkenle öğrenilebileceğini belirtiyor.
Dediğim gibi bu kitap, bir başucu kitabı. Elinize alırsanız, hayatınız değişmez herhalde ama hayatınızın daha renkli olacağına eminim.