Fırat’ı ve onu besleyen dereleri, ırmakları Hürriyet Hakkımızdır, Tren Özgürlüktür Treni’nin penceresinden yaklaşık 10 gündür izliyorum.
Bazen pısırık, bazen kirli, bazen berrak, bazen küçücük ama hep telaşla Fırat’ın ana gövdesine karışıp, bir an önce güneye ulaşmak istiyorlar sanki. Tren bir ırmaktan diğerine, kıyı kıyı ilerliyor. Arada giderek serpilen Fırat’a rastlıyor, sonra tıkır tıkır yoluna devam ediyor. Nazım Hikmet’in dediği gibi aynı yorgun alışkanlıkla.
Birden yine sağ tarafta beliriyor. Deniz gibi rengi. Biraz sığ bir Ege koyu kıvamında. Deli deli akıyor. Suyunun iyice azaldığı, ortasındaki yepyeni adadan belli.
Fırat.
Keban Barajı’nın dizginlediği Fırat’ın güneye doğru akışı bu noktadan devam ediyor. Aşağıda başka barajlar da var.
Ama bu kez trende değil, daracık yolda ilerleyen bir otobüsteyiz. Çelik köprüden geçerken, Türkiye’nin başına bin siyasi dert açan, akıllıca kullanılması halinde bin yarar sağlayacak GAP’ın en önemli ayaklarından biri Keban Barajı’nın dolgu gövdesi sağ tarafta heyûla gibi yükseliyor.
Kızım Ütay’a "İstanbul’un elektriği buradan geliyor" diyorum; pek anlamadan bakıyor. Enerjisini bırakan Fırat, fırtınalı bir Ege renginde çağıldayarak altımızdan akıp geçiyor.
*
Ağır ağır çıkıyor otobüs. Dar ve dik yolda bayağı zorlanıyor; klimalar kapalı. Barajın tepesine gidiyoruz. Bir yanda, herhalde gövdeyi doldurmakta kullanılan binlerce otomobil büyüklüğünde kaya, bir yanda yavaş yavaş yaklaştığımız baraj gövdesi. Otobüs zorlanıyor.
Keban Barajı arkamızda kaldı. Tırmanıyoruz biraz daha ve birden olağanüstü bir manzara. Kızıl gezegen Mars’a dev bir deniz konmuş gibi. Keban baraj gölü masmavi, şekilsiz bir nazar boncuğu gibi yayılmış kıraç, kızıl tepeler arasında.
Hafif bir yel esiyor; serinletiyor. Elazığ Belediyesi’nden dostlar Keban’ın iklimi nasıl değiştirdiğini anlatıyor. Ege koylarını basan balık çiftlikleri burada da pıtrak gibi. Binlerce alabalık var göl kafeslerinde. Sırf iklimi değil, yemek alışkanlıklarını da değiştirmiş Keban Barajı; alabalık Elazığ mönülerine girmiş.
*
Bir trende deniz yazısı yazmak çok zor. Hele bizim tren gibi, kıraç topraklarda ağır ağır ilerliyorsa daha da zor. Bir de, güvenlik nedeniyle alçaktan uçan silahlı Süper Cobra helikopterlerin eşliğinde Muş’tan Tatvan’a, Türkiye’nin en büyük gölüne gidiliyorsa, yazıya yoğunlaşmak daha da güçleşiyor.
O nedenle, Muş - Tatvan arasından bugünlük bu kadar.
Ama önümüzdeki hafta Van Gölü olacak yazıda; ama nasıl olacak? Belki Van Gölü’nü puslu bir sabah, 15 yıl sonra ilk kez uzaktan nasıl gördüğüm ile başlarım yazıya.
Bakalım...
Samsun denizi nasıl keşfetti
Türkiye’yi denizle barıştırmak, yani denizden keyfi ya da ticari nedenlerle yararlananların sayısını artırmak, ülkeyi yönetenlerin en önemli hedefleri arasında yer almalı. Bazı şehirler hálá bunun farkında değil gibi görünüyor. Kimi şehirlerde ise bu çabanın üst düzey örneklerine rastlamak mümkün. Geçen hafta gittiğim Samsun işte bu şehirlerden biri.
Türkiye’de deniz kıyısındaki kentlerin kaderi, insanların sırtını denize dönmesidir genellikle. Rize’de örneğin; denize bakan evden çok, kör duvarı denize, manzarası dağa dönük binalar çoğunluktadır. İstanbul’da yıllardır yaşayıp da denizi görmeyenler var hálá.
Samsun Büyükşehir Belediye Başkanı Yusuf Ziya Yılmaz ile birlikte Hürriyet Treni’ni gezerken, şehri denizle nasıl barıştırmaya çalıştığını anlatıyor. "Gidin gözlerinizle görün" diyor ve ekliyor: "Samsun 1950’li yıllarda şehrin önüne liman yapılması ile sırtını denize dönmüş, deniz kenarında olmasına rağmen sahili olmayan Türkiye’nin tek şehriydi. Çirkin yapılaşmanın yanısıra, bir suç yuvası haline de gelmişti. Bunun da ötesinde liman dünyanın en büyük foseptiği olmuştu."
Sonra yapılanları anlatmaya başlıyor: "Sahildeki çirkin binaları kıyarak işe başladık 2001 yılında. Liman içini temizledik; 1200 gemi yükü çamur ve pislik çıktı. Kanalizasyon akışını durdurduk. 8 kilometre uzunluğunda 22 metre genişliğinde bir yürüyüş parkuru, bisiklet yolu, gezinti ve araç parkuru olan bir yol haline getirdik. Aynı bölgede, denizden hiç kopartmadan 92 dönümlük bir alanda paten pisti, konser alanı, hayvanat bahçesi ve Sevgi Gölü oluşturduk. Binlerce kişi bu kıyıda balık tutuyor, geziyor, eğleniyor artık."
Başkan Gar’dan ayrılırken ekliyor: "Bu arada şehrin tam önüne 3 tane 5 bin kişi kapasiteli plaj da yaptık. Su oyunları, vitamin barı, duş ve soyunma kabinleri, cankurtaran, su araçları ve spor alanları var içlerinde. İsteyen mayosunu giyip, 5 dakikada denize ulaşabiliyor artık. Bir de Batı Park alanında oluşturduğumuz iki göl arasında 700 metrelik bir kanal açıyoruz. Bu kanalda kano, kürek yarışları düzenleyeceğiz."
Ben de Doğan Haber Ajansı’ndan arkadaşlar ile kısa bir Samsun turuna çıkıyorum. Samsun’u doğudan gören bir tepenin üzerine çıkıyoruz. Alelacele Samsun pidelerini yerken, şehrin gerçekten de denizle barıştığı anlaşılıyor. Upuzun bir sahil şeridi ve denizle yüzyüze yüzlerce insan. İşte bir deniz şehri böyle olmalı.
Ama yine de eksikler yok değil. Samsun Büyükşehir Belediyesi Basın ve Halkla İlişkiler Müdürü Şenol Kocatepe heyecanlı. "Peki" diyorum, "Ya yelken?" Samsun’da bir yelken kulübü var. Başkanı Serhat Belli, Türkiye Yelken Federasyonu Yönetim Kurulu’nda aynı zamanda. Anlattıkları kadarıyla iyi bir kulüp binası var; temel yelken eğitim veriliyor. Peki belediye neden yelkenden pek söz etmiyor?
Kocatepe biraz mahcup; "Optimist eğitimi veriliyor" diyor ve duruyor. Samsun’da o güzel pazar günü deniz kıyısı dolu, deniz bomboş; liman açığında herhalde giriş sırası bekleyen demirli gemiler dışında hiç hareket yok denizde.
Yelkenin Samsun’a katacakları konusunu konuşuyoruz epeyce. Önerim şu: "Samsun’u olimpik yelkencilik dallarından birinde mükemmeliyet merkezi yapmak için harekete geçin. Tanıtım gücü en yüksek sporlardan biri yelken. Bu hedefi koyar, ciddi şekilde planlarsanız, Samsunlu sıkı yelkenciler yetişir. Samsun’da önce Karadeniz ülkeleri arasında bir yarış düzenlersiniz; sonrası gelir."
Şenol Kocatepe dinledikten sonra, "Düşünelim, iyi fikir" diyor. Gerçekten de Türkiye’de olimpik yelkencilik için harcanan çaba her kulübün, her şeyi yapmaya çalışması nedeniyle büyük başarı getirmiyor ülkeye. Türkiye, bu alanda hamurunu çok ince açıyor kısacası.
Samsun’dan ayrılırken, denizin farkına varmış bir deniz şehrinden uzaklaştığımı biliyorum. Önümüzdeki sene 19 Mayıs’da Hürriyet Hakkımızdır Treni’ni Samsun’dan başlatma kararının heyecanı ile Karadeniz kıyısını takip ederek, İstanbul’a doğru uçuyorum.
Artemis Transat’ı balinalar vurdu
12.6 metrelik teknelerle İngiltere’nin Plymouth Limanı’ndan kalkışla Amerika’da Boston’a yapılan tek kişilik yarış, büyük heyecana yol açtı. Bunun bir nedeni dünyanın önde gelen yelkencilerinin kıyasıya rekabeti ise diğeri balinaların göç yollarından geçen rotanın yol açtığı ciddi kazalardı.
Amerika ile Avrupa arasındaki ilk deniz köprüsü, Plymouth ve Boston limanları arasında kuruldu. Artemis Transat yarışının önemi bu tarihi rotayı izlemesinden de kaynaklanıyor.
Bu yılki yarışın galibi, Tilki lakaplı Loick Peyron oldu. Rota rekorunu 12 gün 11 saat ve 45 dakika ile kıran 49 yaşındaki Peyron, en güçlü rakibini de denizden kurtardı.
Bu yarış gerçekten çok zor bir güç ve kararlılık sınavı. Bilinen yelken zorluklarının dışında rotanın birçok hava sisteminin içinde geçmesi, fırtına ile sıfır rüzgar arasında neredeyse saatlik geçişler olmasına yol açıyor.
Bu yıl Kuzey Kutbu buzlarının güneye daha hızlı inmeleri nedeniyle biraz daha aşağı çekilen rota, tekneleri yazlık beslenme alanlarına giden balinaların göç yolları üzerine itti. Bunun sonucunda da bir buzdağı ya da görünmeyen bir buz parçası ile çarpışma tehlikesinin yerini balinalarla çarpışma riski aldı.
Daha önce hiç olmadığı kadar çok sayıda balina gören yarışmacılardan bazıları, balinalara çarpıp yarışı terk etmek zorunda kaldı. Bunlardan biri Michael Desjoyeaux, yarışın başlamasından 5 gün sonra, 16 Mayıs’ta "10 - 11 mil hız yapıyordum. Birden bir ses duydum. Sancaktaki kanat salmayı artık en fazla 1.5 metre çekebiliyorum" dedi ve yarıştan çekildi. Balinaların dışında planktonla beslenen ve deniz yüzeyinde dolaştıkları için Güneşlenen Köpekbalığı diye adlandırılan dev köpekbalıklarının yolları da teknelerle kesişti.
Yarış bitinceye kadar toplam 5 tekne, balina ya da köpekbalığı ile çarpışma sonucu yarışı terk etti; 2 tekne ise çarpışmaya rağmen yoluna devam etti.
Şimdi tartışılan yelkenciler ile balinaların dev okyanusu nasıl paylaşacakları. Nesilleri tükenme tehlikesi ile karşı karşıya bulunan balinaların daha fazla rahatsız edilmesi, çevreciler ile hızlı yelkencileri karşı karşıya getireceğe benziyor.