Hayata çok öfkelenmiş bir yazı

Bu yazı denize şöyle bir değen, ama hayatın tam içinden geçen bir yazı. Umarım, 3 yıldan sonra deniz dışı bir konuda yazma hakkı kazanmışımdır.

7 - 8 yıldır görmüyordum, konuşmuyordum. Yolumuz pek kesişmezdi, kesişmesi için gerek de yoktu aslında.

Geçen pazartesi akşamı, Google’dan adını arayıp, kurduğu şirketin web sitesinden telefonunu buldum, internet teknolojisi ile ilgili birşeyler soracaktım. Aradım; sesi hiç değişmemişti, biraz konuştuk, cevaplarımı aldım.

Hayatı yaşayamamaktan söz etti. Bu köşedeki yazıları okuduğunu, denize çok özendiğini anlattı. Kendine biraz zaman ayırmak istediğini ama yapacak işleri olduğunu söyledi.

Önümüzdeki hafta buluşmak için sözleştik.

*

Tanışıklığımız 14 yıl önceye gidiyordu. Arkadaş değildik ama. 1993 yılının kasım ayında Kanal D kurulurken ben Haber Müdürü’ydüm, o Bilgi İşlem’in bir elemanı. Geniş şaryolu noter daktilolarından, yeni yeni yaygınlaşmaya başlayan kişisel bilgisayarlara geçişi, sınırlı bir bütçesi olan haber operasyonu için nasıl gerçekleştirebiliriz araştırmaları sırasında tanıştık.

Bilgisayar konusu yaratıcı bir çalışmayla ilan karşılığı halloldu, sıra yazılıma geldi.

Televizyon haberciliğinde kullanılması gereken yazılımın nasıl olması gerektiğini biliyordum ama ithal uygulamalar çok pahalıydı. Ona kullanıcının ihtiyaçlarını ve önyüzün nasıl olması gerektiğini anlattım. Kullanımı yabancı uygulamalardan daha kolay bir programdı kafamdaki. "Ben yazarım" dedi.

Birkaç gün sonra elinde disketlerle geldi, taze bilgisayarıma programı kurdu. "Bu mu" dedi. Buydu. Sonra, gitti geldilerle, programı kapsamlı hale getirdi.

Kanal D’nin maaşlı bir çalışanı, Türkiye’nin ilk televizyon haberciliği programını yazmıştı. Önemli bir yazılım başarısıydı. Bunu, o zaman kim, ne kadar fark etti bilmiyorum.

Bugün seyrettiğiniz Türkçe kanalların büyük çoğunluğunda o program kullanılıyor. Spikerler, kameraya bakarak konuşurken, o programda üretilen metinleri okuyor.

*

Salı akşamı adetim olduğu üzere yatmadan önce Türkiye’de ne olmuş, ne bitmiş diye internet sitelerine bakarken, "Genç televizyoncu öldü" diye sunulan haberi açtım; ölen benim yıllar sonra arayıp konuştuğum Ertan Geyik’ti. Kalp krizi geçirmiş ve ölmüş. 40 ya vardı, ya yoktu.

Ölüme şerbetli olmak zordur. Çocukken çok yakınlarının ölümüne tanık olduysan ve hayatın, bu yıkıcı tanıklıklara rağmen, yanından geçip gittiğini gördüysen benim gibi, belki biraz daha rahat karşılayabilirsin ölümü. En iyi tepkinin, tepkisizlik olduğu anlardır ölümün öğrenildiği anlar. Çok şey hissedildiği ama ne hissedildiğinin bilinmediği anlar.

Ekranın başında arka arkaya o anlar. Süzülüp dökülen yaşlar.

Yakın değildik. İş ahlakına ve bilgisine saygı gösterdiğim, bana abi diyen bir çalışma arkadaşımdı. Web-sitesinde programının tanıtımını yaparken, fikir babası olarak beni gösteriyordu. Böyle yapmayabilirdi ama yapmıştı işte.

Gencecik, işini iyi yapan, dürüst bir adam ölmüştü; o kadar.

*

Denize özendiğine, kendine zaman ayırmak istediğine ilişkin sözleri. Keşke denizden biraz daha söz edebilseydik. İşi büyütmek yerine düzenli maaşı yeğlediği için çok fırsat kaçırdığını anlatmıştı. Dönme dolaptaki küçük fareler gibiyiz işte; yorulunca ölüyoruz.

Hayata şu an çok öfkeliyim anlayacağınız.

Ertan Geyik’in, televizyon seyreden herkese bir yerinden dokunan özgün yazılımı ile hayata vurduğu damganın bilinmesi kuşkusuz gerekliydi. Sütun sütun yazılar nasıl olsa yazılmayacak hakkında.

Geçen pazartesi gecesi onu aramamın asıl nedeni, hayatını kayda geçirmekti belki; kim bilir?

Yelkene nasıl başlarım diyenlere öneriler

Sık sık yelkene nasıl başlayabilirim diye soru gelir. Seçenekler nedir? Nasıl bir tekne olmalı? Nasıl öğrenmeli; okul mu, alay mı? Yani bir sürü soru... Bu sorular aslında evrenseldir. Karmaşık ve korkutucu görünen bir sporun arkasına saklandığı perdeyi aralama çabasıdır. Cevaplar ise farklıdır haliyle... Kimi ülkelerde seçenek çoktur, Türkiye gibi ülkelerde ise pek seçenek yoktur.

Yelken, hem olimpik spor hem de yaşam tarzı olan tek sportif etkinlik. Bu nedenle değişik amaçlarla yelkenle ilgilenmek mümkün; isterseniz ve gençseniz, bir yelken kulübünde olimpik bir spor olarak, olimpik sınıf teknelerde öğrenebilirsiniz. İsterseniz gezi yelkenciliğinin gereklerini, yine bir kulüpte veya yaygınlaşan yelken okullarında ya da deneyimli bir yelkenciden öğrenebilirsiniz.

Yani asıl sorun eğitim değil; son yıllarda eğitim seçenekleri bayağı arttı. Sorun teknede...

Yelken eğitiminin aile değil, bireyler üzerinde odaklanması ivedilikle el atılması gereken bir konu. Yani ailenin tüm üyelerine keyifli bir şekilde yelken yapmalarını sağlayacak temel eğitimin, bir bütün olarak verilmemesinin nedeni sanırım, buna uygun teknelerin ve altyapının Türkiye’de henüz bulunmaması.

Küçük, bir otomobilin arkasında çekilebilecek, kolayca denize indirilebilecek ve diyelim 4 kişilik ailenizle günübirlik gezebileceğiniz ucuz bir tekneniz olsa bile, bu tekneyi etkin kullanmanıza olanak verecek altyapı yok Türkiye’de. Kaldı ki, bu tip teknelerden de bulmak pek mümkün değil. Kalan seçenek; belki de ihtiyaca fazla gelecek küçük bir yat almak; o da pahalı.

Elimde, İngiltere’nin en çok satan yelken dergilerinden Practical Boat Owner var. Eylül sayısı. Kapak konusu: "Yelkene Başlatacak Tekneler... 500 Sterlin’den Başlayan Seçimimiz". Yani milli geliri Türkiye’nin en az 5 katı olan İngiltere’de 1500 YTL’ye tekne alınabiliyor, yelkene başlanabiliyor.

Dergide değişik kategorilerde tam 20 tekne tanıtılıyor. Sığ sular için, nehir seyri için, çift salmalılar, kalkan salmalılar, çok gövdeliler diye bir liste... Dergide önümüzdeki ay da açık deniz seyri için uygun küçük tekneler tanıtılacakmış.

Bizim denizlerimizde gündelik seyir için uygun 4 tekne önerilmiş. Bunlar bir yerden diğerine gitmek için değil, yelken yapmak ve sonunda denize açıldığın noktaya dönmek için tasarlanmış tekneler. Yani bisiklet gibi; amaç ulaşmak değil, keyif almak. İlk bakışta olimpik sınıf teknelerin biraz bülyüğü gibi görünüyorlar ama bir fark ile... Bir aile, anne- baba ve çocuklar binip, aile olmanın ötesinde bir takım olmayı bu teknelerde öğrenebiliyorlar.

Taa 1950’lerden bugüne, hep sevilen Wayfarer ve Hawk 20, "modern", çift direkli Devon Yawl ve Drascombe Lugger ise İngiltere’nin geleneksel ve bölgesel tekneleri.

Örneğin iyi durumda bir ikinci el Wayfarer 500 Sterline alınabiliyor. Birkaç bin Sterline ise hedef büyütmek mümkün.

Türkiye’de bu kadar çok tekne seçeneği yok ne yazık ki...

Sonuç olarak yelkene nasıl başlayabilirim diye soranlara birkaç önerim olabilir:

1. Yelkeni tek başına yapmak, genellikle, keyifli olmayabilir. Aileyi işin içine katmayı deneyin.

2. Aileyi işin içine katmak için yelken kulüpleri ve yelken okullarına aile eğitimi programları konusunda telkinde bulunun.

3. Bunları yaptıysanız gerçekten kararlısınız demektir; o yüzden bir yandan paranızı cebinize koyup, uygun bir tekne arayışına başlayın, bir yandan da fırsat bulduğunuz her yerde, ikinci el tekne ithalatının belli şartlar altında kolaylaştırılması gerektiğini yüksek sesle, gerektiğinde bağırarak söyleyin.

Kolay gelsin...

İDO’dan yelkencilere müjde

İstanbul’un deniz ulaşımını sağlayan İDO, son haftalarda birkaç kez gündeme geldi. Biri bir deniz otobüsünün demirli bir gemiye çarpması nedeniyleydi ve üzerine epey konuşuldu. Diğeri ise Kalamış Koyu’nda yapılan uluslararası bir yelken şampiyonasında deniz otobüslerinin zaman zaman sporcu güvenliğini tehlikeye atan davranışlarıydı ki, bunun üzerinde hiç durulmadı.

İşte bu iki konuyu, İDO Genel Müdürü Ahmet Paksoy ile görüşme imkanı buldum. Hafta içinde bir toplantıda karşılaştığım Paksoy, deniz otobüsü kazası ile ilgili nihai raporun hazırlandığını anlattı. Ben de olayın nedenlerini çok açık bir şekilde ortaya koymanın, şeffaflığın gereği olduğunu belirttim. Ayda on binlerce sefer yapan bir denizcilik işletmesinde aksaklıkların olacağından ama bunların üstünün örtülmemesi gerektiğinden söz ettik.

Deniz otobüsü kaptanlarının yelkenlilerin üzerine gitmesi konusunda ise Paksoy önce biraz savunmadaydı. Benim ise geri çekilmeye niyetim yoktu. Biraz konuştuk ve konuya eğileceği sözünü aldım sonunda.

Bunu İDO’nun yelkencilere verdiği denizci sözü olarak kabul ediyorum. İDO kaptanlarına duyurulur ve anımsatılır: Denizde geçiş hakkı yelkenli teknenindir, sizin gemileriniz büyük dalga kaldırıp, yelkenli tekneleri ve özellikle olimpik sınıf yelkenlileri zora düşürür ve hatta batırır. Bir de nasıl karayollarında meskun bölgelerde hız sınırı varsa, denizde de vardır, olmalıdır.
Yazarın Tüm Yazıları