Bir haberim var Ankara padişah biz de onun kullarıyız

"Tanrı’nın yüzünü her dalgada, her bulutta, her günbatımında görüyorum. Kilisem teknem. Derin okyanus, dua etmeyi öğrendiğim tek yer. Denizde hep anı yaşıyorum. Havanın tuzlu tadı dudaklarımda. Yelkenin orsa yakasının, kumru kanadı gibi çırpınmasını duyuyor kulaklarım. Dalgaların yaşam nabzını hissederken, Wild Card denizi yarıp, gökyüzüne pırlantalar fırlatıyor. Harika..."

Keşke ben yazsaydım bu satırları ama daha önce yazılmış.

Cruising World Dergisi’nin Haziran sayısında Cap’n Fatty Goodlander takma adı ile yazan ve hep okumaktan zevk aldığım dostumuzun sözleri. 47 yıldır teknede yaşıyormuş Fatty ve her ay dünyanın bir köşesinden harika bir yazı gönderiyor bizlere.

Tekne ile denize çıkan herkes, filozof kesilebilir hemen. Hayatla, çevreyle ilişki, denizde çok daha rahat ve kolay sorgulanır. İnançlar da öyle.

Denizin kısacası, ciddi iyileştirici etkileri vardır. O yüzden denize çıkın diye yazıp duruyoruz ya; ben yapamıyorum ama olsun. En azından ne yapılması gerektiğini biliyorum.

Ama konumuz Fatty değil bugün. Yazdıklarının sıkıntımı azaltması; sıkıntı da deniz - insan ilişkisine dair.

*

Kısacık bir telefon görüşmesiydi o sıkıntının nedeni. Ankara’da, yabancı bayraklı ama Türk sahipli teknelere Türk bayrağı çekilmesini sağlama amaçlı diye sunulan yasa tasarısı konusunda görüştüğüm birisinin duruşu, devlete ve vatandaşa bakışı, boğazıma bir çift el gibi yapıştı, sıktı, sıktı.

Şöyle bir konuşma geçti aramızda:

BEN: Yasa tasarısı doğru yönde bir adım ama getirdiğiniz harçların ileride ne kadar arttırılacağına dair bir bilgi yok. Biliyoruz ki, geçici diye gelen vergiler, bizde hep kalıcı olur; burada da insanlar oranların yükseleceğinden çekindikleri, güvenmedikleri için bu yasa kapsamına girmezler. Yasa’nın bu haliyle amacına ulaşması zor.

O: O zaman yabancı bayraklı tekneleriyle kalırlar. Eleştiriniz varsa, ne yapılması gerek onu önerin.(Bu iş bitirici zihniyetin en önemli silahıdır; emir kipinde, ’Eleştirme. Öner’.)

BEN: Yabancı bayraklı kalırlarsa yasa amacına ulaşmamış olmaz mı? Amacına ulaşması için küçük bir değişiklik yapılsa ve yıllık artış oranlarıyla ilgili bir düzenleme eklense.

O: Yarın ekonominin nasıl olacağı belli mi olur? DEVLET (Büyük harfle yazmam gerekti çünkü büyük harfle yazılmasını gerekli kılacak kadar sert bir tonda devlet dendi) böyle bir söz veremez. Otomobil vergisi gibi işte.

BEN: Vatandaş da bu düzenlemeye güvenmez o zaman. Bir de otomobilin devlete, çevreye yükü ile teknenin yükü kıyaslanabilir mi?

O: Yani hep vatandaş iyi de devlet mi kötü? Siz ev sahibi misiniz?

BEN: Evet de...

O: Kiracı, kiranın ne kadar artacağını mal sahibine dikte edebilir mi?

BEN: Ne ilgisi var? O konuda mahkeme kararları filan da çıktı zaten. Devlet mal sahibi...

Derken, muhatap devletlû "Bu iş monoloğa dönüyor" deyip kibarca telefonu kapattı ve yemeğine döndü.

*

İşte o an, boğazıma iki el yapışmış gibi oldu.

Ankara, Ankara, güzel Ankara...

Milletin seçtiği, hakkında kapatılma davası süren partiden bir vekilin, devleti mal sahibi, vatandaşı kiracı olarak gördüğünü öğrendik bu kısa konuşmada. Yani, Ankara padişah, bizler de kullarıyız; bilin artık.

Aynı vekilin, çıkan yasanın amacına ulaşması konusunda hiçbir kaygısı yok.

Teknelerin yaşları, işlevleri, motor güçleri, motorlarının asli mi yoksa destek amaçlı mı olduğu konusunda en ufak bir vurgusu olmayan yasa tasarısını savunurken, tasarıyı ’milli bayrak’ adlı pudra şekerine bulamanın yeterli olacağına inanıyor belli ki.

Bugün 200 ödeyenin, yarın 2000 ödeyeceği; yani teknesine zaten Türk bayrağı çekmiş olanların mağduriyeti umurunda değil, bugüne dek hiç para ödemeyen küçük tekne sahiplerinin harç ödemeye başlaması umurunda değil, yelkenli - motorlu ayrımı umurunda değil, devletin hiç hizmet vermediği birilerinden zorla para almasının anlamı umurunda değil. Peki ne umurunda?

Para, para, para... Yüzen kazları kafeslemek, hepsi cascavlak kalıncaya kadar tüylerini yolmak.

Milletin vekili, devletin vekilharcı gibi davranabilir Ankara’da genellikle ama, padişah - kul ilişkisinin, bir vekilin kafasında bu kadar net olduğunu görmek, iki el boğazımı sıkarmış gibi boğdu beni.

Çünkü bunun başka sonuçları var: Bu zihniyet, Tuzla’daki tersane cinayetlerini önlemez, bu zihniyet, denizin en verimli kullanımı için projeler geliştirmez, bu zihniyet, Türkiye’yi denizle barıştırmaz...

En iyisi, orsa yakasının kumru kanadı gibi çırpınmasını dinlemek. Gerçekten çok özledim.

Yeni marina yapımına akademik destek

Marina yokluğu Türkiye’nin en önemli sıkıntısı. Tekneciliğin gelişmiş olduğu diğer Akdeniz ülkelerinde, örneğin Fransa’da neredeyse tek bir teknelik yer kalmadı. O nedenle herkesin gözü başta Türkiye olmak üzere bölge ülkelerinde. Türkiye ise henüz marinaların önemini kavramış görünmüyor. Marinalara ilişkin akademik çalışmaların yayımlanmaya başlamasıyla, belki de doğru yolu buluruz.

Denize karadan bakmak ile, denizin içinde yaşamak arasındaki farkı Türkiye’ye akademik çalışmalar anlatabilir belki.

Dr. Y. Mimar Özgür Özkan’ın geçen mayıs ayında verdiği doktora tezi, marinalarla ilgili. Bu teze dayanarak hazırlanan bir yazı, İstanbul Teknik Üniversitesi’nin mimarlık, planlama, tasarım dergisi itüdergisi/a’da yayımlanacak.

Tez ve yazı, marinaların önemini bir kez daha herkese anımsatıyor. Çevrenin, çevreyi korumanın giderek öne çıktığı günlerde şu saptama ne kadar önemli: "Yaklaşık 500 konaklama tesisi ve 75 bin yatak kapasitesi meydana getirmek, arazi ve kıyı kullanımının bozulması ve doğayı tahrip eden yoğun yapılaşmayla mümkün iken, aynı yatak kapasitesi 730 yat kapasiteli, 10 marina ile yaratılabilir." Ve ekleniyor yazıda: "Böylelikle işe yaramaz araziler kullanılarak, estetik açıdan kıyılar düzenlenebilir."

Marinaların çevreyi kirletmediğini, koruduğunu anlatan Dr. Özkan, bu tesislerin denizcilik ve çevre ile ilgili olarak üstlendiği rolü aktarırken, denizciliğin açık alan eğlencesi sağlayarak, insanları biraraya getirerek ve doğayla buluşturarak yaşam kalitesini arttırdığını anlatıyor. Marina ise denizle kara arasında bir geçiş noktası olduğu için insanların denize açılmalarını mümkün kılar. Marina bir kum saati gibidir kısacası; kum saatinin iki büyük hacmi birbirine bağlayan boğazı.

Yazı uzun, yer dar. Ama keyifli olan, akademik ilginin marina konusuna odaklanması. Umarız, siyaset ve bürokrasi, Google Maps üzerinden aktardığım bu fotoğraflara bakarak, kıyıların betonlaşması yerine marinalaşmasının çok daha estetik, çevreci olduğunu fark eder.

Kahve Dünyası Yelken Kupası bugün

Kahve Dünyası, Yelken Kupası dün İstanbul’da başladı.

Suadiye Eski Vapur İskelesi açığından startı verilecek olan Kahve Dünyası Yelken Kupası 2008 için Kalamış, Dalyan, Caddebostan, Suadiye olmak üzere geniş bir parkur belirlendi. Her sene olduğu gibi bu sene de rekor bir katılımın beklendiği yarışları, tüm yelken severler Anadolu Yakası sahil hattı boyunca takip edebilecek. 20 Haziran’da tek yarış, 21 Haziran’da 3 yarış, 22 Haziran’da tek yarış olmak üzere toplam beş yarışın yapılacağı turnuvada, yelken severler güzel bir yaz gününde bir arada olacaklar. Yarışa yaklaşık 50 teknenin katılması bekleniyor.

Geçen yıl X35 tipi Aggressivo teknesi ile yarışlara giren Kahve Dünyası, bu yıl kendi başına bir sınıfı olan X35 yarışlarına Hollanda, Yunanistan ve İtalya’da katılacak.
Yazarın Tüm Yazıları