Dünyada benim gibi ufacık yaştan beri çalışan başka bildiklerim, bir ünlü Rockefeller var, bir de rahmetli Vehbi Koç...Yalnız kafama takılan bir şey var... Bu iki ünlü işadamı yıllarca çalışarak dünya çapında birer zengin oldular...Bense çalıştıkça her gün biraz daha fakirleşiyorum, nasıl iştir anlamadım...Ben iş kariyerime daha ilkokul yıllarında başladım...O zamanlar yaz tatillerinde aileler çocuklarını, ‘‘Aylaklık yapmasın, yeri belli olsun... Ayrıca bir 'zenaat' öğrensin...’’ diye oraya buraya çırak olarak verirlerdi...Ben sözünü ettiğim o kariyerime başlangıç yıllarımda Küçükyalı Pansiyonlu İlkokulu'nda yatılı olarak okuyor, yaz tatillerinde ise Üsküdar'da anneannemin yanında kalıyordum...Bir yaz tatilinde rahmetli anneannem beni karşı komşumuz kömürcü Fevzi'nin yanına çırak olarak verdi... Kömürcü Fevzi mangal kömürü satıyordu... Mangal kömürü o zaman evlerde sıkça kullanılırdı... Korkunç da bir tozu vardı...Ben kömür alanların torbalarına, ya da hamalların küfelerine kürekle kömür dolduruyordum...Akşam da eve kapkara bir durum vaziyetinde gidiyordum... Ne kadar yıkansan çıkmıyordu namussuz kömür tozu... Ortalıkta resmen Kunta Kinte, Okocha gibi dolaşıyordum...Derken sonunda anneannem de sürekli üstümü başımı yıkamaktan yıldı... Beni o işten aldı... O tatil öyle geçti... Ama iş yaşamı da kanıma girmiş oldu...***İlkokulu bitirdiğim yılın yaz tatilinde, o yıl yeni açılan ünlü Üsküdar Palas çarşısının hemen girişindeki, Orhan beyin tuhafiyeci dükkanında çalışmaya başladım...İğne, iplik, kadın çorabı, makyaj malzemesi, düğme vs. satılan dükkanın bir de ‘‘çorap çekme’’ servisi vardı...Bu ‘‘çorap çekme’’ bölümünde başında bir kızın oturduğu küçük bir makine bulunuyordu... Bu makine kadınların oraya buraya takılıp kaçan naylon çoraplarını onarırdı... O zamanlar öyle her Allah'ın günü kaçan çorabın yenisini almak her babahatunun harcı değildi...İşte ben Orhan beyin dükkanında daha çok bu çorap servisinde görev yapıyordum...Kadınlar kaçık çoraplarını getirip bırakıyorlar, çorabın onarımı bitince de gelip alıyorlardı... Ama bir de ev servisimiz vardı... Yani adresleri alıyor, çorabı bizzat götürüp eve teslim ediyorduk...Ve bu işi de ben yapıyordum... Onarımı biten çorabı teslim etmek üzere verilen adrese götürüyordum... Zaten her şey de ondan sonra başlıyordu...Çorabın sahibi hanım parasını vermeden önce, ‘‘Sen şöyle biraz dur da, bir deneyeyim, bakalım olmuş mu?’’ diye çeşitli pozisyonlarda çorapları giyiyor, beni de doğru düzgün adam yerine koymadığından işin fazla hassasiyetine bakmıyordu...Sonunda ben de bu ‘‘kaçık çorap’’ dalgası nedeniyle sürekli ‘‘kaçık akılla’’ dolaşmaya başladım...Sonunda tam tırlattım... Birinin çorabını öbürüne, diğerininkini başkasına götürmeye başladım... Orhan bey de beni kovdu...***Salacak Bahçesi'ndeki gazozculuğum iş yaşamımın aslında en parlak, en başarılı dönemlerinden biridir...Ama ekonomik olarak da benim adeta çöküşüm olmuştur...O zamanki Salacak Bahçesi'nde Müzeyyen Senar'dan Perihan Altındağ'a, daha sonraları Zeki Müren'e kadar zamanın tüm ünlüleri konserler verirlerdi...Ben de o muazzam bahçenin en esaslı gazozcusuydum...Ama gazozu içenler aşka gelip şişeleri sürekli denize attıklarından, onca başarılı gazoz satıcısı olmama karşın sonunda battım... Zira o zamanlar şişe depozitosu vardı... Gazozdan kazandığımın fazlasına denize atılan şişelerden kaybediyordum...Daha önce de söylediğim gibi, aslında çalışma hayatım süper başarılıydı ama, hep bir terslik oluyor, çalışmayla parayı bir araya getiremiyordum bir türlü...Gene ondört onbeş yaşlarındaydım... Rahmetli dayımın Üsküdar'ın ünlü Cuma Pazarı'nın başladığı caddenin başında kumaş vs. sattığı bir manifaturacı dükkanı vardı... Orada çalışıyordum...Bayram gelmişti... Dayım ve gene manifaturacı olan yan komşusu o bayram öncesi Cuma Pazarı'nda gömlek satmaya karar verdiler... Dükkanın az ilerisindeki pazarın girişine bir tezgah kurarak tezgaha Mahmutpaşa'dan getirdikleri gömlekleri yığdılar... Gömlekleri satmam için de tezgahın başına beni koydular...Ben tezgahın üzerine çıkmış elimde gömlekler etimden et koparıyorlarmış gibi avaz avaz bağırıyor gömlekleri peynir ekmek gibi satıyordum... Bütün pazar başıma toplanmıştı... Bu sırada dayımın aradabir gelip duruma göz atıyor, gömlekler azaldıkça dükkana koşturup yeni gömlek getiriyordu...Ve daha akşama varmadan da gömlekler bitti, elde satılmayan tek gömlek kalmadı...Bomba ise paraları sayınca patladı...Dayım bana gömlekleri 15 liradan satmamı söylemişti... Ben yanlış anlamış gömlekleri 5 liradan satmıştım... Bu yüzden ikişer üçer, kapanın elinde kalmıştı...Bu arada bir de Lunapark kaleciliğim var...Üsküdar'da Şemsipaşa'da her yıl lunapark kurulurdu... Bu lunaparkta çeşitli salıncak vs.'nin yanında bir de penaltı atılan bölüm vardı... Üç penaltının üçünü de atana bir paket Yeni Harman sigarası veriyorlardı... Buranın kalecisi ise Zinnur adındaki mahalle arkadaşımdı.Zinnur birgün hastalandı... İşi kaybetmemek için, patronuyla konuşup yerine beni koydu...Orda iki gün kalecilik yaptım... Bu süre zarfında kale yol geçen hanına dönmüş, patron sigara dayandıramaz olmuştu...İkinci gün sonunda ise ‘‘Bana bak senin yüzünden çoluk çocuk dahil Üsküdar'da kim varsa sigaraya başladı’’ dedi, kalecilik hayatıma son verdi...***Ama hayatımın iş konusundaki en büyük fırsatını yıllar önce bir akşamüstü Gümüşsuyu'ndaki Park Otel'de kaçırdım...O zamanın en popüler oteli Park Otel'in ünlü terasında Arif Keskiner'le Marmara'ya karşı içkilerimizi yudumluyor, bir yandan da hararetli hararetli iş konuşuyorduk...Ben ünlü bir karikatürcüydüm... Ayrıca dergi yönetiyordum... Arif ise başarılı bir film yapımcısıydı...Bu arada yanımızdaki masada oturan çok şık bembeyaz keten elbiseler giymiş oldukça yaşlı bir Amerikalı ile tanıştık... Seksen küsur yaşındaki adam aslında Türkiye'de doğmuş bir Ermeni'ymiş... Onüç yaşında Amerika'ya gitmiş... Orada çok zengin olmuş... Petrol şirketi, benzin istasyonları falan varmış... O günler bir iş konseyi nedeniyle Türkiye'ye gelmiş...Adam bize üstelik Türkçe:‘‘Deminden beri konuşmalarınızı dinliyorum... Anladığım kadarıyla biriniz gazeteci, biriniz de filmcisiniz... Ama pek mutlu değilsiniz... Peki kaç para kazanıyorsunuz bu işlerden?..’’ dedi...Biz Arif'le birbirimize bakıştık... Biraz da sallayarak bir paralar söyledik Amerikalı'ya...Adam şöyle bir yüzümüze baktı...‘‘Yazık gencecik de adamlarsınız... Boşverin bu işleri’’ dedi... ‘‘İki tane beyaz sıpa bulun, gemiye yükleyip Amerika'ya gelin... Onları Amerikan kopillerine turu 5 dolardan kiraya verir burda bir ayda kazandığınızı orda bir günde kazanırsınız... Yalnız eşeyler beyaz olacak ha...’’İşte ihtiyarı, o bilge kişiyi dinlememek hayatımın en büyük hatasıdır...O iki beyaz eşeği çalıştırmak dururken, insanın yıllarca kendisinin af buyurun ‘‘eşek gibi’’ çalışması yapılacak enayilik mi?..Neyse uzatmayalım... Benim iş kariyerim tabi yukarda saydıklarımdan ibaret değil... Örneğin daha terziliğim, Sam Amca oyun salonlarında jeton satıcılığım, sürahi imalatçılığım, artistliğim vs. de var ama, hepsini saymaya kalksam bu sayfalar yetmez...Ayrıca arada yaptığım karikatürcülük, yazarlık, gazetecilik, dergicilik gibi ıvır zıvır işler de var ama, onlar boşta kaldığım zaman yaptığım işler olduğundan işten sayılmazlar...Şu an ise ailem beni aylak aylak dolaşmayayım, yerim belli olsun diye Hürriyet'e verdi... Bildiğiniz gibi bir süredir burada çalışıyorum...