Paylaş
Elbet bir gün yeniden dolacak bu sandalyeler.
Hayatımızı alt üst eden taçlı bela (bkz. https://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/tayfun-timocin/korona-saltanati-41507170) geldi geleli, en çok sevdiğimiz bazı şeylerden mahrum kaldık. Biz sıcak insanlarız, sevdiklerimize sarılmayı severiz mesela. Özlediğine sarılırsın mesela. Sarılmak sihir gibi bir şey sahiden de. Geçenlerde internette dolaşan bir video, “Tekrar sarılacağımız günler gelecek” diye moral veriyordu. Gelsin tabii. Hasreti güzel kılan kavuşmaktır değil mi? Kavuşulmayınca, özlem de acı verici hale geliyor. Yani, doğru düzgün özlemeyi bile özledik!
Bir diğer özlediğimiz şey de misafirlik. Koronayı umursamadan bunu yaşayanlar oldu tabii ama sanırım önemli bir kısmı şimdi pişmandır. Ben özledim, yalan yok. Birileri gelsin, sohbet edelim, yiyip içelim ya da biz gidelim dostlara… Ev ziyaretleri işte, bizim kültürümüzün önemli unsurlarından biri. “Müsaitseniz akşam annemler size oturmaya gelecekmiş” diye çocuklarla haber gönderen bir millettik biz. Teknoloji gelişip yaygınlaştıkça çocukların görevleri de azalarak bitti ama misafirlik bitmedi. Lakin korona onu da bozdu. Bitti demeyelim de askıya aldık misafirlikleri. Zaten misafirlik için artık HES kodu gerekiyor! Şaka değil, gerçek. Anlatayım.
SEN HANCI BEN YOLCU
Seferi olmanın en eski tanıklarından deve. Foto Francois le Nguyen - Uunsplash
Örneğin, şehirlerarası yolculuk yapmak için, otobüse, feribota, uçağa binmek için, kısacası seyahat etmek için HES kodu gerekmiyor mu? Gerekiyor. İşte misafir olmak için de gerekiyor demek ki. Çünkü “misafir”, Arapça “musafir”den gelir ve anlamı da “sefer eden, seyahat eden, yolcu”dur. “Konuk” anlamı, işlevselliğiyle oluşmuş gibi görünüyor. Yani, bir yerden bir yere yolculuk eden birileri, yol üzerinde dinlenmek için durmuş, durdukları yerde yaşayan birileri de onları ağırlamış, bunun üzerine yolcular, konuk olmuş. Sefer ettikleri için “konmak”, “konaklamak” yani “konuk olmak” zorunda kalmışlar.
ASLANA SEFER ETMEK
Sefer edene aynı zamanda “seferî” de denir. Nereden bilebilirdik bu Arapça kökenli seferî lafının, Afrika’da yaban hayvanlarının peşinde dolaşmaya isim olacağını? Safari denen tutkulu ve pahalı cinayet işleme eylemi, “misafir” gibi güzel bir anlamla kökteş olması üzücü değil mi? Kuzey Afrika’da 7. yüzyılda yayılmaya başlayan İslâm’ın etkisiyle Arapça da yaygınlaşınca önce Doğu Afrika dilleri edinmiş bu sözcüğü, sonra da “sürek avı, iz sürülerek yapılan av” anlamında “safari” haliyle Batı’ya geçmiş. Hiç de iyi olmamış. Pek çok türün soyları tükenmek üzere bu şımarıklıklar yüzünden. Filin dişi, aslanın yelesi, gorilin eli, ceylanın boynuzu derken hayvancağızların soyu tükenmek tehlikesiyle karşı karşıya gelmiş. Şimdi kalan bir avuç hayvanı korumaya çalışıyoruz, bu çalışmaları da bu kez “av” olmaksızın yapılan safarilerden elde edilen gelir destekliyor. Eh, dünya çelişkilerle dolu ama sanırım o çelişkilerin çok büyük kısmı insanın budalalıklarıyla ilgili! Duvarında boynuz veya aslan kafası olsa ne olur olmasa ne olur! Mağara insanı zihniyeti işte!
MÜKREMİN ABİ’NİN MİSAFİRPERVERLİĞİ
Yıllar sonra buluşan Mükremin Abi ile bacısı Lütfiye. Usta oyuncular Yılmaz Erdoğan ve Demet Akbağ.
Sefer edenler resmiyet kazanmışsa, gittikleri uzak yerde kurulmuş sefaretlerde görev yapmış, sefir olmuşlar. Fakat biz misafirlikten çok uzaklaşmayalım da yakınlarda dolanalım. Misafiri ağırlayana Türkçede ev sahibi deniyor ama tuhaf bir laf ev sahibi. Bana sorarsanız, misafiri ağırlayan ev sahibinin bitişik yazılması gerek evsahibi diye çünkü burada bir mülkiyet sahipliğinden değil, misafiri ağırlamak işinden söz ediliyor. Anlam değişiyor yani. Ve güzel dilimizin güzel kurallarından biri, “anlam değişiyorsa bitişik yazılabilir, yeni bir bileşik sözcük oluşturulabilir” der. Dilimizin, misafir ağırlayan kişi anlamında, içinde mülkiyet barındırmayan daha güzel bir sözcük bulabilmesini umardım. Arapçası var, misafirsever anlamında “mükrim”. İkram eden kişi. Erkek adı olarak geçen, bizim de usta Yılmaz Erdoğan ile hayatımıza epey giren Mükremin Çıtır ile duymuşluğumuz olan ismin doğrusu “mükrimin”dir, o da “mükrim”in çoğulu, misafir seven insanlar anlamına geliyor. (Bu arada söyleyelim, Türkçede “abi” diye bir sözcük yok. O, “ağabey”in halk arasında söylenişidir sadece. Sağda solda bolca kullanılıyor “abi”, hatta bir de “ağbi” yazıyorlar, insan ne diyeceğini bilemiyor.) Doğrusunu söylemek gerekirse, misafirperverliğin karşılığı olan sözcüğün İngilizcesine daha aşinayız hepimiz ama farkında olmayabiliriz. Olalım o halde.
MİSAFİRE SERUM MU TAKILIR?
Latincesi “hospes” olan sözcüğü, deminden beri konuşuyoruz: Misafir. Ama maskülen feminen ayrımı Latince’de de olduğundan altını çize çize vurgulayalım ki hospes ve ondan türeyen hospitis maskülen olanı. Yani erkek misafir. Femineni, yani kadın misafiri tanımlayan sözcük ise hospita.
“Hospita” sözcüğünü görünce, iki kötü İngilizceyi okumuş herkesin aklına hemen hastane anlamındaki hospital gelmiştir. Hastaneye neden misafir demişler ki? Demişler çünkü bu isim, tıp hizmetleri henüz yokken veya çok cılızken konmuş ve o sıralarda yemek, yatak, dinlenme, dinlenip şöyle bir kendine gelme gibi hadiseler, iyi yürekli insanların gönüllü yürüttükleri hizmetlerin sonucu imiş ve bugün hastane dediğimiz binalar, “hasta” değil “misafir” ağırlıyorlarmış. Yani, insanların hoş tutulduğu, rahat ettirildiği yermiş hastane. Bugünkü gibi düşünmemek gerek yani.
Bu yüzden evsahipliği, yani misafirperverlik veya mükrim olma durumunun İngilizcesi de bu kökten gelir: Hospitality! Konuk ağırlama sanatı.
BULDUĞUN DA AYNI BULAMADIĞIN DA
Lakin bizim sözcüğe aşina olmamızın ardında hospital yok. Başka bir şey var. Aynı hospitis ve hospita sözcüklerine dayanan, konukların ağırlandığı yer anlamında ve aslında bugün hastane dediğimiz şeyle aynı anlamlara gelen “hotel” sözcüğü ile aşinayız. Hotel, ilk önceleri “hostel” olarak kullanılmış, ki bugünlerde adı yine sıkça geçiyor. “Otel bulamadık ama internetten hostel bulduk, çok iyiydi, temizdi, hem de ucuzdu valla” diyor birisi arkadaşına mesela. Halbuki bulamadığı şeyle bulduğu şey birbirinin aynı. Tabii zaman içinde kavramlar aynı kalsa da sözcüklerin ifade ettikleri şeyler farklılıklar göstermeye başlamış, o başka konu.
HOTEL MOTEL
Karayoluyla seyahat edenler için geliştirilmiş, adını motor hotelden alan tesistir motel. Foto Stephen Leonardi - Unsplash
Bir de motel var değil mi? Motel ise, karayolu ile seyahat edenlerin motorlu araçlarıyla geçerken durup konaklayabilecekleri tesise verilen isim. “Motor-hotel” sözcüklerinin birleşiminden ortaya çıkmış. Yani aslında otel diye bir şey yok, “hotel” o, Fransızlar “h” harfini okuyamazlar, otel diye okurlar onu, bize de oradan mı geldi nedir, otel diye bir sözcüğümüz var ama öyle bir şey yok aslında. Hotel var, bir de motel var. Küçüklüğümden hatırlıyorum, bir amca anlatıyordu, “büyüğüne otel, küçüğüne motel denir” diye. Yok öyle bir şey tabii. Hotel var, motel var. Bu. Ve bunların hepsi de misafirle ve tuhaf şekilde hastane ile ilgili.
TABURCU OLMAK
Hastaneler hep olsun da yatakları da hep boş kalsın umarım. Foto Martha Dominguez de Gouveia -Unsplash
Hastane demişken… Kimse mecbur kalmasın ama hep varlığı ile güven duymamızı sağlayasıca hastaneye hasta girip iyileşip çıkana ne deriz? Taburcu oldu. Taburcu olmak nedir, düşünmüş müydünüz? Biliyor olabilirsiniz ama hatırlamakta yarar var. Ülkemizde tıp, dünyanın hemen her yerinde olduğu gibi askeriyeyle birlikte gelişti ve serpildi. Yani hastane kurumu, (İngilizce faslını unutunuz lütfen şu an) aslında savaşta yaralanan askerleri iyileştirmek üzere oluşturulmuş bir yapıydı ve iyileşen asker evine değil taburuna geri dönmeliydi. Zira eskiden askerlik yıllar süren bir işti. “Siz iyisiniz gene, biz dört yıl askerlik yaptık” diyen büyüklerimizi kendi kulaklarımla duymuşluğum var. Daha eskiden daha uzunmuş! Eh, askerlerin iyileşip taburlarına dönmesi, yani “Bunun durumu iyi. Artık taburuna dönebilir. Bu hasta taburcu” denmesi ile taburcu olmak dilimize yerleşmiş. Şimdi, askerlikle, savaşla falan hiç ilgimiz yok ama yine taburcu oluyoruz. Nasıl başlarsa öyle gidermiş demek. Umarım şu an hastanede olan tüm hastalar taburcu olup evlerine selametle ulaşırlar ve artık hastanelerin odaları, yatakları hep boş kalır. Ama hastaneler ve sağlık çalışanları da başımızdan hiç eksik olmazlar.
MUTLU YILLAR
Bir sonraki yazım 2021’e denk gelecek. Bu nedenle iyi dileklerimi şimdi iletmeliyim. Hepimize acılar yaşatan 2020’nin gidişinden duyduğum memnuniyeti, gelenin gideni aratmaması dileklerimle cilalayarak, yeni yılın hepimize sağlık, bolluk, bereket, refah, huzur ve bol neşe getirmesini dilerim.
BU HAFTA SONU HAVA VE DENİZ
SICAK ZEMHERİYİ DE GÖRDÜK!
Eski takvime göre zemheri dönemindeyiz, yani çok soğuk olması gerekiyor ama hafta sonu boyunca etkili olacak güneyli rüzgârların sayesinde epey bir ılık birkaç gün geçireceğiz gibi görünüyor. 18 dereceyi görürüz termometrede. Ama ne yazık ki yağış yine pek yok gibi. Ara ara ufak bulutlar geçecek üstümüzden ama pek yağışa dönüşecek gibi durmuyorlar. Hafta başında belki.
Paylaş