Paylaş
Öldür öldür bitmez bu ejderhalar. Francesco Zuccarelli. 1765
Malum temmuz ayındayız ve temmuz, yılanla özdeşleşmiş bir aydır; bu nedenle de geçen hafta yılanlar ve onların hayali projeksiyonları olan ejderhalar hakkında sohbete başlamıştık, devam edelim.
Hep konuşuruz ya, hemen hemen bütün mitolojik anlatılar, Sümer’de ortaya çıktı. Belki ortaya çıktıkları yer orası olmayabilir ama en azından ilk kez orada yazıya aktarıldıkları için “Tarih Sümer’de Başlar”. (Otorite S.N.Kramer’in bir kitabının adı.)
Tabii, hep altını çizdiğimiz gibi kültür, zincirleme ilerlediği için, bir bakmışız, Babil Yaratılış Destanı’ndaki ejderha, İskandinav fiyortlarından birinde altınların üzerine çöreklenmiş, onları bekliyor! Böyle bu işler. Ama kültürel alışveriş, “O ondan çaldı, bu bundan yürüttü” anlamına da gelmiyor. İnsan düşünüşü aşağı yukarı hep aynı; görünen o ki binlerce yıldır da pek değişmemiş.
Marduk Tiamat'ı öldürür
KIZDIRMAYIN TİAMAT’I
Babil Yaratılış Destanı olan “Enuma Eliş”, Mezopotamya’da tanrıların ve her şeyin ortaya çıkışı ile ilgili detayları anlatır. Buna göre baş tanrı Apsu ve baş tanrıça Tiamat, sudan ibaret varlıklardır, metne göre “sularını birbirine karıştırırlar” (epey biyolojik bir yaklaşım) ve tüm diğer tanrıları yaratırlar ama Tiamat kadın olduğu için tüm tanrıları o doğurur! Metin der ki, “Suların içinde tanrılar yaratıldı”.
Olayı uzatmayacağım, tanrılar arasından birileri, aynı zamanda okyanus olan Tiamat’ı çok kızdırırlar ve diğer adı Hubur olan Tiamat, öfkesini eyleme dönüştürmek için bir sürü ejderha doğurur, içlerini kan yerine zehirle doldurur, ağızlarından ateş çıkarmalarını sağlar; bir yandan da boynuzlu yılanı, yılan ejderi, aslan başlı adamları, büyük boğayı (ki bu büyük boğa hikâyesi Türk mitolojisinde de vardır), fırtına cinlerini, balık adamları ve akrep adamları yaratır. Durum, tanrılar arasında huzursuzluk doğurur, Tiamat’ı yok etmeye karar verirler ama kimse onun karşısına çıkmaya cesaret edemez. Marduk isimli genç bir tanrı gönüllü olur. Marduk ile Tiamat karşı karşıya gelir. Bu esnada Tiamat da dev bir ejderha olmuştur artık. Marduk Tiamat’ı öldürür, bedenini ikiye ayırır. Bir yarıdan gökyüzünü, diğer yarıdan yeryüzünü oluşturur. Gözlerinden Fırat ve Dicle nehirleri akmaya başlar.
Günümüzde bir çizgi film senaryosunu andıran bu anlatı, binlerce yıl boyunca yeryüzünde “din” olarak kaldı ve farklı versiyonlarla varlığını korudu. Belki bu öyküye inanan kalmadı ama motifler varlığını halen korumakta.
Bir Aziz George öyküsü. Foto Marie Bellando-Mitjans
EVVEL ZAMAN İÇİNDE…
Örneğin, Gılgamış Destanı’nda Gılgamış, sedir ağacı (katran da derler) sevdasına kapılıp, sedir ağaçları diyarına gider. (Muhtemelen Lübnan Dağları.) Burada sedirleri bekleyen bir ejderha vardır. Adı Humbaba (veya Huvava ya da Hubaba). Yukarıda andığımız Tiamat’ın diğer adını hatırlıyorsunuzdur: Hubur. Tiamat kadındı. Gılgamış’ta cinsiyet belirtilmez ama Humbaba bir yerde şöyle seslenir: “Kimdir o dağlarımın çocukları olan ağaçların ırzına geçen?” Yani, Humbaba’nın içindeki “baba” yanıltmasın, annedir o. (Çocukları korkutmaya da yarar bu ses. Dunganga vardır mesela. Hep u-a-a seslileri, görkemli sessizlerle buluşup korku salar.)
TEVRAT’IN LEVİATHAN’I
Peki Geç Hitit döneminde Anadolu’daki ana tanrıçanın adına bakalım: Kubaba! Bak sen şu işe! Kibele’den geldiği bilinir ama Yukarı Mezopotamya’daki adı da Gubaba’dır. İçindeki “baba” yanıltmasın. Anadır o! Hepsi, Tiamat inanışının türevleridir çünkü. Ve Tiamat isminden Leviathan’a dönüşüp, Tanah’a, yani bizim Tevrat dediğimiz Eski Ahit’e bile girmiştir. Leviathan (ya da Levyatan), birkaç yerde geçer Eski Ahit’te. Mezmur 74/14-15’te, “Deniz canavarlarının başlarını sular içinde kırdın. Sen Levyatan’ın başlarını ezdin. Onu çölde yaşayan kavime yiyecek ettin. Sen pınarı ve seli fışkırttın” denir. Burada hitap edilen Yehova’dır. İşaya 27’de ise şöyle geçer: “O gün Yehova Leviathan’ı, tez kaçan o yılanı ve Leviathan’ı, dolambaç giden o yılanı, çetin ve iri ve zorlu kılıcı ile yoklayacak ve denizde olan canavarı öldürecek.” Lütfen aklınıza Marduk ile Tiamat’ın gelmediğini söylemeyin.
Her kültürde olur da Yunan mitolojisinde olmaz mı ejder öldürme. Tabii var. Kadmos adlı kahraman, şehir kurmadan önce bir ejderi yok etmek zorunda. Amfora üstü resim. MÖ 6. yüzyıl. Louvre Müzesi.
MALATYALI HEMŞEHRİMİZ
Malatya’da 3. yüzyılın sonlarında doğmuş, 303’te de idam edilmiş, Roma (Bizans) vatandaşı bir Hıristiyan vardır: Georgios. Kendisini, Hıristiyanlığa adar. Anadolu, o sıralarda Roma diyarı (Diyâr-ı Rûm) olduğu için insanlar pagandır. Rivayete göre 40 binden fazla paganı Hıristiyan yapar bu kişi. Yıllar sonra da bu nedenle “aziz” ilan edilir. İstanbullular ve gezginler onun adını çok iyi bilir. Corc veya George veya Yorgos veya Yorgi diye okunabilen ismiyle tanırız onu: Aya Yorgi! Malatya’da doğmuş bir rivayete göre İzmit’te idam edilmiş bu dindar karakter, nasıl olmuş da ta İngiltere’ye gidip oranın koruyucu azizi ilan edilmiş bilmem ama İngiltere de Saint George figürü ile dolup taşar. Neyse, konumuza dönelim:
ŞU BİZİM YORGİ
İlk kez 11. yüzyılda yazıya aktarılmış öyküye göre, bu Aya Yorgi, bir nedenle Libya’ya gider. Tam da bu sırada Libya’nın “deniz kenarındaki” Silene şehrine (günümüz Homs kenti yakınları) musallat olmuş bir ejderha vardır, onu beslemek için her gün iki koyun vermektedirler ama koyunlar bitmiştir ve sıra insanlara gelmiştir. Kura çekerek insan kurban verirler “denizden gelen” ejdere. Kurada kralın kızı çıkar, kral yalvarır kızının yerine birisi gönüllü olsun diye, kimse olmaz haliyle. İşte tam o sırada ülkeye gelen bizim Aya Yorgi, mızrağıyla ejderi öldürür, kızı ve ülkeyi kurtarır. Şehrin tamamı da Hıristiyan olmayı kabul eder. Bölgede İslam ve Hıristiyanlık kaynaştıktan sonra bu Yorgi’nin Hızır olduğuna bile inanılmıştır ki bugün devam eder bu inanç.
SARI SALTIK VEYA KELİGRA SULTAN
İlginç değil mi? Binlerce yıl içinde zaman yolculuğu yapıyoruz ama öykü, şöyle ya da böyle hep aynı kalıyor. Şuna bakalım mesela:
Hacı Bektaş Velî, Hoca Ahmed Yesevî’den el alıp Anadolu’ya gelir. Bursa’nın fethinden sonra Sarı Saltuk’u (Bir diğer adıyla Keligra Sultan’ı) Dobruca’ya gönderir. Eline o meşhur tahta kılıcını verir ve o bölgelerde İslâm’ı yaymasını ister. Ansiklopedik bilgi, Sarı Saltuk’un, Şerif Hızır veya Muhammed Burarî isimli bir 13. yüzyıl Türk dervişi olduğunu söyler. İslâm’ın Rumeli’de bilinmesini sağlamış, Osmanlı’dan önce İslâmiyet’i bölgede yaymıştır.
İskandinav mitolojisinde de Sigurd isimli kahraman Fafnir isimli ejderhayı öldürür.
EJDERE BİR ÇARE!
Ama Evliyâ Çelebi’mizden dinlediğimiz ve pek çok başka kaynağın da aktardığı söylence, bize başka bir şey söyler. Biz, dili ballı Evliyâ Çelebi’mizden dinleyelim: (Sığsın diye biraz sıkıştıracağım, af ola.)
“Dobruca kralı: ‘Ey Saltık! Benim ülkemde bir ejderha ortaya çıktı. Karadeniz kıyısında bir yalçın kaya içinde yuva yapıp insanlarımı yedi. Dünyada iki ciğerköşem kızlarıma şans çekilişi düştü. (Yorgi’deki kurayı hatırlayınız) Direğe kızlarımı bağlamışız. Öğle vakti gelip yiyecek, ama sende keramet varsa bu ejdere bir çare eyle.” Sarı Saltık da, “Eğer Müslüman olursanız böceği hallederim” diye yanıt verir, Kral ve tebaası Müslüman olur. Sarı Saltuk gidip tahta kılıcıyla yedi başlı ejderi mağarasında öldürür. Hikâyenin devamı da çok güzel ama yerim dar, siz en iyisi Evliyâ Çelebi Seyahatnamesinin ikinci cildinde bu öyküyü bulup hepsini bir güzel okuyun.
Kaliakra Burnu. Evliya Çelebi'de 'Kaligra Sultan Kayası' ismiyle geçer. Cilt 2.
KALİAKRA BURNU
Aya Yorgi ile Sarı Saltuk öyküleri, neredeyse tamamen aynıdır fakat Sarı Saltuk öyküsünün geçtiği yeri bugün gidip görmek mümkün. Saltuk’un söylencelerdeki bir diğer adının Keligra Sultan olduğunu söylemiştim ya yukarıda, işte bugün Bulgaristan’ın Güney Dobruca bölgesinde, Karadeniz’e 12 kilometre boyunca uzanan kayalık dik bir burundur orası. Burnun adı da (sıkı durun) Kaliakra’dır.
Doğu’nun en büyük seyyahlarından İbn Battûta, 14. yüzyılda buraya gelmiş, “Baba Saltuk” adı verilen yerleşime uğramış, söylenceyi duymuş ama şöyle yazmış: “Onların inançlarına göre Baba Saltûk ‘mükâşif’ yani olağanüstü güçlere sahip, kerametli biriymiş. Lâkin hakkında söylenenler dinin temel prensipleriyle bağdaşmamaktadır.” (İbn Battûta Seyahatnâmesi, Çeviri: A. Sait Aykut, YKY, 3. Baskı, 2004, I/498)
40 Bakire Kapısı
KIRK BAKİRE KAPISI
Kaliakra Burnu’nda bugün müze var, üstelik müze, mağarada! O mağara “o mağara” mı bilemem. Ama Kaliakra, bir başka hüzünlü olayla da anılır. Söylencedir bu da. Denir ki, Osmanlı 15. asırda buraya geldiğinde, yeniçerilerin eline düşmek istemeyen Dobrucalı 40 genç kız, saçlarını birbirlerinin saçına bağlayarak uçurumdan Karadeniz’e atlamışlar. Bu nedenle burnun başlangıcındaki taştan kapı kalıntısına bugün “Kırk Bakire Kapısı” deniyor. Bir itirafta bulunayım: Konuyu araştırana kadar burnun fiziksel özelliklerini bilmiyordum. Evliya Çelebi sayesinde Google haritalardan buluverdim. Şöyle anlatır Çelebi’miz: “Ama bu bizim denizden kurtulup tekkesine konuk olduğumuz Keliğra Sultan Tekkesi, Karadeniz kenarında göklere doğru baş uzatmış bir burundur ki fil hortumu gibi denize uzanmıştır.” Haritaya bakınca Karadeniz’de başka “fil hortumu” olmadığını görmek zaten mümkün. Çelebi’miz, “fil hortumu” deyince ben hemen buldum. Lakin “yılan gibi” deseydi de bulurdum mutlaka. Hatta belki öyle söyleseydi, daha mı duruma uygun olurdu dersiniz?
HAFTAYA ŞAHMERAN
Sanırım ejder öldürme geleneği üzerine keyifli bir sohbet ve binlerce yıllık zaman aralığında güzel bir yolculuk yaptık. Mezopotamya’dan Malatya’ya Karadeniz’den Libya’ya gezdik, aynı öykünün farklı versiyonlarına kulak kabarttık. Ben keyif aldım, umarım siz de almışsınızdır. Haftaya, yine Temmuz’un hatırına, bu kez Anadolu’nun en önemli halk motiflerinden biri olan Şahmeran hakkında konuşacağız.
BU HAFTA SONU HAVA VE DENİZ
HAVA SICAK AMA İYİ Kİ POYRAZ VAR
Üzerimizde alçak ve yüksek basınç sistemleri yan yana cirit attıkları için poyrazımız sert bu aralar. Ama iyi ki var, ferahladık biraz. Zira önümüzdeki üç gün boyunca neredeyse 40’larda olacak sıcaklık, güçlü poyraz sayesinde katlanılabilir kıvamda kalabilir. Yine de mecbur kalmadıkça güneşin güçlü olduğu saatlerde gölgeden çıkmak akıllıca olmaz.
Paylaş