Mil pardon mösyö

Denizde kullanılan mil nereden geliyor? Pîrî Reis’in kitabında kullandığı mille bugünkü mil arasında nasıl bir fark var? Peki ya ‘mil pardon’ diyen biri ne demek istiyor?

Haberin Devamı

Eski Türk filmlerinde görmüş olabilirsiniz. Kibarcık biri, birinden af dileyeceği zaman, ‘Mil pardon mösyö’ der. Fransızcaya öykünmenin moda olduğu dönemlerin özenti söylemidir bu elbette. Çevirisini bilmesek de anlarız ki ‘kusura bakmayın beyefendi’ gibi bir şey söyleniyor.
Evet bu söyleyişte laflar Fransızca. Pardonu biliyoruz, özür ve af bildiriyor. Mösyö ise haliyle ‘monsieur’ yazılan ‘beyefendi ya da bay’ anlamındaki sözcüğün okunuşu. Peki ‘mil’ ne? Mil de Fransızca ‘mille’ diye yazılıyor, anlamı ise ‘bin’. Yani ‘mil pardon mösyö’ diyen biri, ‘bin özür beyefendi’ demiş oluyor. TÜRKÇE

ÇOĞULLAŞTIRMA HUYU

Mil pardon mösyö

Haberin Devamı

Roma ordusu çok büyük mesafeleri ciddi organizasyonla kat ederdi.

Tabii böylesi küt diye bir çeviri pek doğru değil, bunu Türkçe söyleseydik herhalde ‘Binlerce özür dilerim beyefendi’ derdik. Dilimizde nedense her şeyi çoğul kullanıyoruz zira. Hiç fark ettiniz mi? (Küçük bir Türkçe parantezi açalım sırası gelmişken.) Batı dillerinde, mesela İngilizcede (diğerlerinde de böyle) ‘iyi geceler’, ‘good night’ diye söylenir, gece tekildir. Yani İngilizce konuşanlar birbirlerine ‘iyi gece’ derler. Biz hep çoğul yaparız bu işi. ‘İyi yolculuklar’, ‘iyi akşamlar’, ‘hayırlı sabahlar’, ‘hayırlı cumalar’, ‘sıhhatler olsun’… Bir de olanı çoğaltma huyumuz vardır: Uykusu gelen biri ‘uykum geldi’ demez. ‘çok uykum geldi’ der. Ya da ‘çok acıktım’, ‘çok başım ağrıyor’, ‘çok susadım’, ‘çok özledim’, ‘çok sıkıldım’, ‘çok yoruldum’… Neden böyle acaba? Araştırmak lazım. Bir gün araştırınca sizinle paylaşırım, söz. Dönelim konumuza.
Mil okunan ‘mille’, Latince kökenli ve Latincede de aynen ‘mille’ diye yazılıyor. Elbette yine ‘bin’ demek. Uzunluk ölçüsü olarak kullandığımız ‘mil’ de buradan geliyor. İyi ama mil ne diye ‘bin’ demek olsun ki? Bir deniz mili 1.852 metreye eşit. Neyin bini bu?

MARE NOSTRUM

Hemen anlatalım. Latinceyi resmi dil olarak kullananlar, gelmiş geçmiş imparatorlukların en büyüklerinden biri ve dünya tarihi üzerinde en çok iz bırakanı olan Roma İmparatorluğu kuşkusuz. Roma İmparatorluğu, MS 4’üncü yüzyılda parçalanana kadar öyle bir genişlemişti ki, İngiltere’den Arabistan’a uzanan, Avrupa ve Anadolu’nun tamamını içeren, Kuzey Afrika’yı olduğu gibi elinde tutan dev bir yapıydı. Akdeniz’in ‘bütün’ kıyıları Roma İmparatorluğu’na aitti ve bu dönemde Romalılar Akdeniz’e ‘bizim deniz’ anlamında ‘mare nostrum’ diyorlardı. İşte bu dev yapıda orduları sevk etmek kolay iş değildi. İtalya’dan, yani İmparatorluğun merkezinden yola çıkıp ta Arap çöllerine yürümek, aylar süren işlerdi. Romalılar işlerini ciddiye alırlardı. Sırf bu yolculuklar kolay yapılsın diye bütün bu dev coğrafyayı yollarla kapladılar, her yolun haritası çıkartıldı, mesafeler uygun sembollerle işaretlendi vs. Bir de mesafe ölçümü işi vardı ki çok önemliydi. Roma ordusunun ne kadar zamanda ne kadar yol alacağının hesaplanması şarttı aksi halde hiçbir sefer ciddi planlanamazdı.

Haberin Devamı

BİN ADIM, İKİ BİN ADIM, ÜÇ BİN…

Bu hesap işine girişen Romalı yetkililer, ordunun uygun adım yürüyüşle belirli bir adım atmasını şablon aldılar. Bu belirli adım sayısı, tahmin ettiğiniz gibi ‘bin’ idi. ‘Bin adım’ bir kalıp oldu Romalılar için. Bunun Latince söylenişi ise ‘mille passus’ idi. Bin adımın karşılığı ise Romalıların 5 bin ayak uzunluğuydu. Demek ki bir Roma adımı 5 ayak uzunluğundaymış.
Zamanla ‘passus’ (İngilizceye ‘pace’ olarak geçmiştir) yani adım sözcüğü kullanılmaz oldu ve geriye sadece ‘mille’ kaldı. Eh, İngiltere’den Arabistan’a ve Hint Okyanusu’na kadar uzanan bir imparatorluk, kullandığı terimleri de gittiği yerlere taşıdığına göre, bu coğrafyalarda yaşayan insanlar da zaman içinde mil sözcüğünü kullanmaya başladılar.

Haberin Devamı

LONDRA’DAN GELİBOLU’YA

Ancak mil, yakın zamanlara kadar standart değildi. Almanlarınki başkaydı, İngilizlerinki başka. İngiltere, Kraliçe I. Elizabeth döneminde, yani 1593’te bir yasa çıkartarak bir mili, 5.280 ayak olarak tanımladı. Bu, 1.609 metreye eşittir ve bugünkü kara mili de bu ölçüdedir. Deniz mili ise bugün, az önce de belirtildiği gibi 1.852 metredir.
Fakat bizim büyük denizcimiz Pîrî Reis de Kitabı Bahriye’sinde ‘mil’i bol bol kullanır. Kitabı Bahriye’deki bütün uzunluk ölçüleri mildir. Arşındı fersahtı kullanmaz, mil kullanır. İyi ama Pîrî Reis, Kitabı Bahriye’yi 1525-1526’da Gelibolu’da yazdı. Yani İngiltere’de standardizasyon getirilmeden önce. Peki o zaman Pîrî Reis’in kullandığı milin ölçüsü ne kadardı?

Haberin Devamı

KİTABI BAHRİYE’DEN HESAPLAYABİLİRİZ

Bunu anlamak için Kitabı Bahriye’yi biraz karıştırmak, sonra da küçük bir hesap yapmak yeterli. Reis’in Madagaskar’ı anlattığı bölümde, Madagaskar’ın kuzeyden güneye gemiyle seyrinin 1.200 mil olduğu yazılıdır. Fakat bugünkü ölçüyle Madagaskar, boydan boya 850 mil uzunluğundadır. Buradan (şimdi buraya yazmak gereksiz) yapılacak hesapla, Pîrî Reis’in kullandığı milin 1.311,8 metre olduğu ortaya çıkar. Tabii bu kuş uçuşu Madagaskar hesabı için geçerli. Eğer gemiyle, Ada’nın kıyılarını takip ederek seyir yapmayı kast etmiş ise, o zaman bugünkü ölçüyle seyir 950 mil sürer ki o zaman da Pîrî Reis’imizin mili 1.466 metre eder. Yani her durumda İngiltere’dekinden hayli kısa bir milden söz ediyoruz.

Haberin Devamı

DENİZ MİLİ ASLINDA BAŞKA BİR ŞEY

Mil pardon mösyö

Geminin hızını ölçmeye hazırlanan gemiciler

Ancak deniz mili böyle hesaplanmaz! Mil, burada sadece kullanılan bir kalıp sözcüktür. Biliyoruz ki (aslında insan zihninin ürünüdür) bir çember 360 derecedir. Dünyanı9n ekvatordaki çevresi de bir çemberdir ve uzunluğu (yani dünyanın çevresi) 40 bin kilometreden çok az daha uzundur.(40.075 km.) Biz insanlar, yerimizi bilelim diye uydurduğumuz (iyi ki de yapmışız) enlem-boylam hesaplarına göre, daireyi (ekvatoru: Dünya’nın çevresini) 360’a, yani 360 boylama ayırdığımıza göre her iki boylam arası, çevre uzunluğunun 360’a bölümüdür. Bir boylam uzunluğu da 60 dakika diye adlandırılan mesafedir. (Daha fazla detaya girmeyeceğim, kafa karıştırmak istemem.) İşte bir dakikanın bir deniz miline eşit olduğu bir dünyada yaşıyoruz. Bunları böle böle gittiğimizde de 1 mil 1.852 metre çıkar. Kara mili ile farklı olmasının sebebi de budur. Kara mili insanların oturduğu yerden yaptığı bir kabuldür ve evet Roma ordusunun adımlarıyla kullanılmaya başlanıp sonradan standart hale getirilmiştir, deniz mili ise tamamen geometri ve coğrafyaya dayanır ki bu da asırlardır denizcilerin işini kolaylaştırmıştır.

BİR DE KNOT DENEN ŞEY VAR

Unutmadan bir de ‘knot’ var, ondan söz edelim. Knot, denizde ve havacılıkta kullanılan ‘hız’ birimidir ve saatte alınan deniz mili mesafeyi anlatır. Yani hızın 20 knot olması, bir saatte 20 deniz mili yol gitmek demektir. Kimileri kızar, “Gâvurca konuşmayalım, knot kullanmayalım, onun yerine mil kullanalım” derler. Çok duydum bunu. Mil kullanırsak herkes ne dediğimizi anlar, sorun yok. Ancak gerçekte aynı şey değillerdir. Çünkü bir gemi, çok uzun bir yol alacaksa, okyanusta ekvatora paralel olarak gitmek başkadır, dünyanın çapının daraldığı kutba yakın bölgelerde gitmek başkadır. Tabii tekneler nispeten yavaş gittikleri için durum pek aşikar olmayabilir ama uçaklar için durum tamamen böyledir. Bu nedenle uçaklar haritaya göre düz bir çizgi takip etmezler uzak uçuşlarda, ‘büyük daire’ adı verilen, merkezi Dünyanın merkezinden geçen bir dairenin kutuplara yakın bölgelerinden uçarlar ki daha az yol yapsınlar. Ama hızları, uçağın normal seyir hızı olarak kalır. Yani aynı hızla daha az yol yapar ama menzillerine daha çabuk ulaşırlar. Biliyorum karışık bir konu. Çok önemli de değil. demem o ki, Dünya yuvarlak olduğu için, kısa mesafelerde mil ile knot aynı şeymiş gibi görünse de, çok uzun mesafelerde arada fark olduğu kolaylıkla ortaya çıkar. Bu kadarla yetinelim isterseniz.

KAÇ DÜĞÜM GEÇTİ ARADAN AYRI AYRI

Ama ‘knot’ lafı nereden gelir, ona da bakmayalım mı? Bakalım, hatırı kalır. Efendim, yelkenlilerin altın devrinden kalma bu laf. (Daha önce yazmıştım. O devrin sadece adı altın, kendisi rezil bir devirdi. Gemilerdeki hayat aşırı zordu ve hiç de öyle altın diye tanımlanacak konforlara sahip değildi. Sadece bütün işi yelkenli gemiler yürütüyordu da ondan böyle bir isim verilmiş.) Okyanusta seyreden geminin kaptanı komut verirdi: ‘Hızımızı ölçün!’ Bunun üzerine mürettebattan biri elinde, belirli aralıklarla düğüm atılmış, bir ucunda kova ya da bir ahşap plaka bulunan oldukça uzun bir halatı geminin bayından denize bırakırdı. Bir kişi de kum saatini çevirip birim zamanın geçmesini beklerdi. Halata belirli aralıklarla atılmış düğümler, geminin hızıyla geriye doğru akıp giderdi. Birim zaman sonunda (kum saatinin kumu akıp bittiğinde) geminin hızı, halattan akan düğüm kadardı. Düğümün veya gemici bağının İngilizcesi de ‘knot’ idi. ‘Kaç knot geçti?’ diye sorardı kaptan. Ölçenler de söylerdi ‘Üç tane knot geçti efendim!› o zaman geminin hızı 3 knots idi. (O sondaki ‘s’, biliyorsunuzdur, çoğul eki sadece.) Gel zaman git zaman lafı kaldı, ölçüsü değişti. İşte bu nedenle de hız birimidir knot.

REİS’E BİR KEZ DAHA SELAM

Bu sayfadan bir kez daha sevgili Pîrî Reis’imize selam vermek ve onu saygıyla anmaktan duyduğum mutluluğu belirtmek isterim. Kalın sağlıcakla. Her ne kadar sürç-i lisan ettiysek mil pardon!

Mil pardon mösyö

Roma İmparatorluğu MS 117

BU HAFTA SONU HAVA VE DENİZ

TAM BİR EYLÜL

Eylül’ü sakin sevenlerdenim. Daha önce bu köşede yazdığım gibi eylülde denizin mavisi de bir başkadır. Ama kuduruk bir rüzgâr varken görünmez o. Sakin olmalı ki denizin masmavi şıkırtısını, üzerinde güneş ışıklarının oynayışlarını görebilelim. Sanırım bu hafta sonu görebileceğiz. Hava sakin. Bugün biraz karayel olsa da fazla abartılı bir hali yok. Yarın ve pazar günleri daha da sakin. Daha doğrusu cumadan pazara giderek güzelleşen bir hava var. Yağış, çevremizde küçücük bulutlar dolaşıyor olsa da beklenmiyor, hava sıcaklığı ise 25-26 derece santigrat bandında. Geceleri serin tabii, ona çare yok. Deniz suyu ise Güney Marmara’da 21-22 derece dolaylarında. Yani keyifli ve tam eylül şartlarını yansıtan güzel bir hafta sonu bizi bekliyor diyebiliriz. Kalın sağlıcakla.

Yazarın Tüm Yazıları