Paylaş
Ceza almayacağını bilen biri suç işlemekten çekinmiyorsa, ahlak sahibi midir. Foto Maxim Hopman - Unsplash
Kimi laflar var ki, anlamını kavrayabilmek için üzerinde durmak gerek. Durulmadığında saçma da geliyor. Bugünün günlük konuşma dili, aldığı ilavelerle giderek tuhaflaşmaya başladı. Komedilere de konu olan kısır dil, aslında hem bir cehalet hem de hımbıllık göstergesi olarak algılanabilir. Örneğin, içinde “yani” ve “aynen” sözcükleri geçmeyen, normal cümlelerle konuşmaya çalışın bir gün boyunca, ne kadar zorlandığınızı göreceksiniz. Aslında, Türkçe’nin güzellikleri arasındadır bu sözcükler, çok şey anlatabilirler duruma göre. Hatta uzun uzun paragrafların yerine de geçebilirler. Ama bu güzellik, ancak nadiren kullanıldıklarında ortaya çıkar. Sohbet sırasında birisi konuşuyor, karşısındaki ha bire “aynen” diyor mesela… Böyle sohbet mi olur? Karşıma papağan alsam da bunu yapabilir hatta papağan araya iki farklı şey de katabilir. Zaten sınırlı sayıda sözcüğün kullanıldığı günlük konuşmalarımız, bu iki kelime sayesinde iyice kısırlaştı. Ama itiraf edeyim, öyle bir kulak dolgunluğu ve ağız alışkanlığı haline geliyor ki, bu sözcükler benim de arada ağzımdan kaçıyorlar!
O KADAR DA YENİ DEĞİLMİŞ
Üzerinde durmadan kullanıp, ardına veya anlamına pek bakmadan sarf ettiğimiz sözlerden biri de “kendine iyi bak” olsa gerek. Yeni bir laf değil tabii, hanidir var hayatımızda. Aslında tahminimizden çok daha fazla zamandır var hem de. Tam olarak 2420 (yazıyla: iki bin dört yüz yirmi) yıldır var.
Desem ki felsefe tarihinin, yani aslında yazılı insanlık tarihinin en eski sözlerinden biri bu, inanınız lütfen. Şimdi, “felsefe” deyince, pek çok okurun, “Amaan, kafa ütüleyecek şimdi” demese bile buna benzer bir hisse kapıldığını biliyorum, çünkü bir zamanlar ben de öyleydim. Fakat zaman bana gösterdi ki felsefe, ne yazık ki, bizim eski zaman çevirmenlerimizin kullandığı tuhaf ve ağdalı dil yüzünden yanlış anlaşılmış bir “şey”. Felsefeyi şu kadar basit ilan edebiliriz aslında: Hani, belirli bir yaşa gelince çoğu insan, “Yahu ben ne yapıyorum? Burada ne işim var? Ne yapıyorum ben? Ben dünyaya niye geldim ülen, bunun için mi?” gibi hafif isyan barındıran, biraz da doğumumuzdan beri hayatımızı farkında olmadan otomatik yaşamamıza neden olan şartlanmışlıklarımızın farkına varma anının şaşkınlığını içeren o anlar vardır ya, işte söz ediyorum. (Çok fazla sayıda insan ne yazık ki bu farkına varmayı hiç yaşamadan ölüp gider.)
DİYELİM, AHLAK…
Ahlak nedir mesela. Günümüzün “din” ile sıkı sıkıya ilişkilendirilmeye çalışılan ama yaşanan örneklerden hiç de ilgisinin olmadığını anladığımız bir kavramdır. Ahlak, aslında tek tanrılı dinlerden çağlar önce yeryüzünde tartışılıyordu. Belirli bir peygamberi veya kitabı olmayan toplumlar ahlaksızlık mıdır mesela? Elbette hayır. Depremden sonra Japonya’daki yardım kuyruklarının videolarını izlediniz mi hiç? Bir de bizdeki “bedava herhangi bir şey dağıtım” videolarını izleyiniz. Ahlak başka bir şey. Vicdanla ilişkili. Vicdanın, insanın içindeki tanrı olduğunu söyleyen varsayım pek hoştur bana göre. Kimse seni görmüyorken de suç işlememek mesela. Ceza olasılığı yokken bile kimseye zarar vermemek, kimsenin malını çalmamak, kimsenin namusuna göz dikmemek mesela. Gecenin ıssızlığında, kimse görmüyor diye, yavrularını emziren bir kediye tekme atmamak mesela. Kimseye görünmeden denize, ovaya, ağacın dibine zehirli atıklar boşaltmamak mesela. Güzel olanı yapmak ahlak. İyiyi kötüden, güzeli çirkinden ayıramayacaksak, insan olmak nedir ki?
Bakınız, yukarıdaki paragraf bütünüyle felsefe mesela. Ne oldu şimdi? Uçmaya mı başladık? Elbette hayır. İnsana dair ne varsa felsefeye konudur zaten. İşte kara cehalet, kendisini akılla, bilgiyle ikna etmeye çalışan herkese ve her şeye tavırlıdır ve tavrını şöyle dile getirir: “Felsefe yapma lan!” Bunu demezse “Caz yapma lan!” der, yine olan güzel bir şeye olur tabii.
ÖLDÜRMEK, İNTİKAM ALMAKTIR
Socrates'in Ölümü. 1787, Jacques-Louis David tablosu.
Dönelim “kendine iyi bak” lafına… Düşünce tarihinin en tipi bozuk ama matrak ve önemli adamlarından biri olan Sokrates, MÖ 399’da, yok yere ölüme mahkum edilir. Tabii “yok yere” derken, bugünkü değer yargılarımızla söylüyoruz bunu, yoksa, o dönemin, o kentin (Atina) geçerli sistemi, o kadar da yok yere bulmamış ki cezayı uygulamış. Kuşkusuz, ölüm cezası, genel olarak karşı durulan, zira ceza kavramına uymayan, cezanın uygulandığı kişiyle pişman olup düzelme fırsatı vermeyen bir çeşit resmî intikam metodudur. Konu Sokrates gibi bir büyük düşünür olunca saçmalığı iyice anlaşılır. Çünkü Sokrates, ne kimseyi öldürmüştür ne de kimseye kast etmiştir. Ne yapmıştır peki?
HEP AYNI BAHANELER
Atina, tarihin en iyi demokratik yapılarından birine MÖ 5’inci yüzyılda sahipti. Atina halkı, sırayla meclise girerdi. Fakat Sokrates, güçlülerin değil, en akıllı olanların kenti yönetmesini istediği için, her yerde, sağda solda genç yaşlı demeden herkesle konuşur, fikirlerini açıklardı. Liyakata önem verirdi yani. Bu haliyle zaten yöneticilere rahatsızlık veriyordu ama bir de demokratik yönetime karşı girişilen başarısız bir komplonun içinden, Sokrates’in amcalarından biri çıkınca zavallı Sokrates, “kentin inandığı tanrılara inanmadığı, yeni tanrılar icat ettiği ve gençleri yoldan çıkardığı” gerekçesiyle ölüme mahkûm edildi! Yani din, o zamanlarda da siyasetin bir parçası idi. (Sonradan Atina bu konudaki pişmanlığını epey dile getirip durumu telafi etmeye çalıştı ama olan Sokrates’e olmuştu çoktan.)
DEV BİR MİRAS ASLINDA
Efendim, Sokrates, uzunca bir süre zindanda kalır. Bugün Atina’da Akropolis’in ardındaki parkta, tutulduğu ileri sürülen zindan durmaktadır, görülebilir. İnfaz günü arkadaşları, dostları, ailesi gelir vedalaşmak için yanına. Gözetim kaydıyla herkesle görüşür, zaten 70 yaşında olan filozof. Ceza, baldıran zehri içirilerek uygulanacaktır. Sokrates, kendisinden beklendiği gibi son derece vakurdur, çevresindeki herkes gözyaşları dökerken herkese moral verir. Ölüm saati iyice yaklaştığında da yakınlarından Kriton isimli biri sorar:
“Peki Sokrates, buradaki arkadaşlarından ve benden bir isteğin var mı?”
Sokrates şöyle yanıt verir: “Ne mi istiyorum? Her zaman ne istedimse onu. Kendinize iyi bakın, böylece hem benim için, hem benimle ilgili her şey için hem de kendiniz için gereğinde yapılacak olanı seve seve yaparsınız; şimdiden söz vermeseniz bile. Ama kendinize iyi bakmaz, eskiden beri konuştuklarımıza uygun davranmazsanız, ne kadar söz verseniz de boştur.”
HOROZLU VEDA
Ahlak, yanlış bir şey yapmaya engel olmuyorsa, yoktur. Foto Stefano Pollio - Unsplash
Daha sonra gider yıkanır, temizlenip hazırlanır. Zehri hazırlamakla yükümlü görevli gelir, hazırlığını yapar. O bile ağlamaktadır bu üzüntü verici idam karşısında. Sokrates zehri içir, en küçük bir ifade değişikliği göstermez. Uzanır. Bedeni yavaş yavaş hissizleşmeye başlar. Son sözü, “Asklepyos’a horoz borçluyuz Kriton. Parasını ödeyin” olur. Ve ardından ruhunu teslim eder. Bireysel borcu horozu saymazsak, Sokrates’in insanlığa son sözüdür “kendimize iyi bakmamız”. Ahlaka, mantığa, insanlığa uygun davranmanın yoludur bu çünkü. İşte böyle dostlar. Felsefe biraz da böyle bir şey demek ki. Hiç ummadığımız bir yerden bize selam verebilir, hiç ummadığımız anda günlük dilimize girebilirmiş meğer. Biz en iyisi bu büyük filozofun son isteğini yerine getirelim, kendimize iyi bakalım.
BU HAFTA SONU HAVA VE DENİZ
BUNALABİLİRİZ
Güneyli havalar, zaten sıcak olan havayı iyice sıcak kılabilir ve bize katlanması zor bir hafta sonu hediye edebilir. Zira normal şartlar altında bile 40 dereceleri göreceğimiz bir hafta sonu bizi bekliyor. Yağış beklenmiyor ve rüzgâr çok ama çok zayıf. Eh, bu durumda iyice sıcak olacak gibi.
Ama bu hafta sonunda hava soğuk bile olsa terleyecek bir kitle var: Üniversite sınavına girecek gençlerimiz. İki gün boyunca iyi bir gelecek şansı elde etmek için üniversite sınavında ter dökecekler. Bütün gençlerimize zihin açıklığı ve bol şans dilerim.
Paylaş