Paylaş
KAFAMIZDA kimi düşünceler ağır basar ya bazen; hani dalıp gideriz ya uzaklara, efkârlı efkârlı… (Efkâr, Arapça “fikr” yani “düşünce” sözcüğünün çoğuludur, endişeli düşünce anlamında da kullanılır.) İşte öyle bir anda birisi çıkıp yanımıza gelir ve bize ne der: “Ne o, Karadeniz’de gemilerin mi battı?” “-Yoo, dalmışım” diye yanıtlayıveririz belki, belki de, “Sorma yahu, başıma neler geldi…” diye anlatmaya başlayıveririz.
Aslında bilinen öyküdür ama arada tekrarlamadığımızda veya hatırlatan olmadığında unutuyoruz bildiğimiz şeyleri. Bir şeyi akılda tutmanın en iyi yollarından biri kuşkusuz başkalarına anlatmaktır. Ben de geçenlerde bir vesileyle aklıma takılan, sonra hatırlayıp rahatladığım bu lafı tekrar unutmayayım veya unutmayı geciktireyim diye sizlerle paylaşmaya, böylelikle sizlerin de yeniden hatırlamasına yardımcı olmak istedim.
BAŞKA DENİZ Mİ YOK?
Sormak isteyebiliriz kendimize, “Neden bu gemiler Karadeniz’de batıyor?” Akdeniz, Marmara, Ege, Atlantik, Pasifik, Hint Okyanusu varken neden Karadeniz? Olayın esasını bilmeyen birinin aklına gelebilecek ilk şeylerden biri, bir ticaret erbabının mallarla dolu gemilerinin batması. Malum, gemi dolusu mal denizin dibini boylayınca insan hayli dertlenir, zaman içinde de bu acı olayı hatırlayarak gözleri uzaklara dalıp gidebilir. Çok akla uygun ve gerçekçi bir senaryo değil mi?
Oysa gerçek çok farklı. Gerçeğin içinde ticaret malı yerine umut, tüccarın yerine analar, babalar ve Mehmetçik var.
AH ENVER PAŞA AH!
Efendim öykümüz, 1876’da başlayan yeni bir Osmanlı-Rus Savaşı sırasında Rusların, Kars’ın Sarıkamış ilçesini (ve çevresini) ele geçirip buraya bir garnizon kurmalarıyla başlar. Birinci Dünya Savaşı patlak verir; vermez de Harbiye Nazırı ve Başkumandan Vekili Enver Paşa, Doğu Cephesi’nin Ruslardan temizlenmesi gerektiğini söyler. Amacı, bölgeyi Ruslardan temizleyip Türklerin Kafkaslara uzanmasını sağlamaktır. Ancak ordunun önünde ciddi bir engel vardır: Kış! Yaklaşan kış ve Kars dolaylarının ünlü soğukları konusunda ordunun kimi kurmayları Enver Paşa’ya itiraz ederek, böyle bir girişimin kötü sonuçları olacağı konusunda uyarıda bulunurlar. Ama Enver Paşa dinlemez ve harekât başlar. Erzurum’a gider, ordunun başına geçer. 10. Kolordu’nun başına da, Sultan Beşinci Murad’ın torunlarından Behiye Sultan ile evli (yani hükümdar damadı olan) Hafız Hakkı Bey’i getirir. Enver Paşa kumandasındaki 3. Ordu, Allahuekber Dağları’nı “yürüyerek” aşacak ve Sarıkamış’ı kuşatacaktır. Plan budur. Fakat Allahuekber Dağları kar altındadır ve Mehmetçiğin kışlık giysisi yoktur!
YOLA ÇIKAN ÜÇ GEMİ
Bu duruma çare olarak İstanbul’dan battaniye ve erzak dolu üç gemi yola çıkartılır: Bezm-i Âlem, Bahr-i Ahmer ve Mithat Paşa adlı üç gemi, Mehmetçiği soğuktan kurtaracak malzemeleri, başka deyişle umudu taşımaya başlar. Malzemeler gemilerle Trabzon’a ulaşacak, oradan da karadan cepheye nakledilecektir. Ama olmaz. Ruslar, Zonguldak ve yöresini bombalamak için 10 gemi ile yola çıkmışlardır ve şans, kader, kısmet, bizim bu üç gemimize rastlarlar. Bezm-i Âlem, Bahr-i Ahmer ve Mithat Paşa, 7 Kasım 1914’te Ruslar tarafından batırılır! Battaniye ve diğer önemli malzemeler ordunun eline asla geçmez. Başka gemi de gönderilmez.
“Karadeniz’de gemilerin batması”, bütün orduda, kurmaylar arasında ve Mehmetçikte olduğu kadar gencecik evlatlarını bu soğukta Kafkas cephesine yollayan ana-babaların yüreğini de yakar. Haber yayıldıkça, “Acaba geri dönebilecekler mi?”, “Bu karda kışta ne yaparlar oralarda?” diye düşünmekten alamaz kendisini hiç kimse.
TİFÜS VE SOĞUK
Ordu, baş gösteren tifüs salgını ve soğuk yüzünden perişan olur. Allahuekber Dağları’nda on binlerce Mehmetçik, 1914’ün aralık ayının sonlarına doğru, bilindiği kadarıyla eksi 39 derece soğukta donarak şehit olur. (Şehit sayının yıllarca 90 bin olduğu söylendi ancak çağdaş araştırmalar, ordudaki asker sayısının bile 90 bin olmadığını söylüyor. Tarihçi Gazeteci Murat Bardakçı, şehit sayısının en fazla 40 bin olabileceğinde ısrarlı. Kesin olan, on binlerce evladımızın şehit olduğudur.) Öyle bir kırımdır ki bu, şehitlerimizi Ruslar defnederler. Yani vatan için can veren askerimizi defnedecek mecal bile kalmamıştır kimsede. (Olayın çok daha ilginç ve üzücü detayları var ancak yeri burası değil elbette.) Tuğgeneral Ziya Yergök, hatıratında, “Düşmanın top, tüfek ve kuvvet üstünlüğü ile bize verdiği kayıp, korkunç kış mevsiminin verdirdiği kaybın onda biri değildir” der. (Tuğgeneral Ziya Yergök’ün Anıları – Sarıkamış’tan Esarete; Yayına Hazırlayan: Sami Önal, Remzi Kitabevi, 4.Baskı, 2006, s.123) Yani, ah o gelemeyen battaniyeler!..
SANSÜRÜN BÖYLESİ
On binlerce asker demek, on binlerce ocak demek. Bütün ülkenin nüfusunun ilgilendiği bir şey demek. İşte gemilerin battığı haberi yayılır yayılmaz bütün ülkeyi saran endişeli düşünceler (efkâr), dalıp gitmeler, dilimize, artık neredeyse atasözü haline gelmiş (ama atasözü değil deyimdir bu, zira atasözünde yargı bulunur) “Karadeniz’de gemilerin mi battı?” kalıbını kazandırır. Kitlesel bir travmadır bu. Bu travma uzun süre unutulmaz ama Enver Paşa cepheden İstanbul’a döner dönmez bütün basına (gazetelere) eşi benzeri görülmemiş bir sansür uygulayarak, Sarıkamış yenilgisine ve donarak ölen askerlere dair tek satır bile yazılmasını engeller. Ta ki 1922’ye kadar. Olay unutulmuş, sadece, “Ne o, Karadeaniz’de gemilerin mi battı?” sorusu kalmıştır. 1922’de, yani Gazi Mustafa Kemal döneminde Şerif Köprülü bir kitap yayımlayarak olayı anlatır da toplum yeniden bu büyük üzüntüden haberdar olur.
SÖZ UÇAR YAZI KALIR
Bugün, işin özünü bilmeden, çoğumuz, düşünceli bir arkadaşımıza masumca gülümseyerek sorarız, “Karadeniz’de gemilerin mi battı?” diye. Kimsenin kabahati yok; deyimler ve atasözleri, zaman içinde, o sözün ortaya çıkmasına neden olan olaylar unutularak kullanılırlar. Bu, sözün kaderidir belki de. Ve o yüzden söz uçar, yazı kalır. Yazdım ki, önümüzdeki Aralık ayında, karlar altında battaniye bekleyen on binlerce Mehmetçiği, hem de onlara battaniye taşıyan o üç gemiyi ve mürettebatını anarken, sözün özünü hatırlayalım. Kim bilir, belki bundan sonra birisine, “Ne o? Karadeniz’de gemilerin mi battı?” diye sorarken, yüzümüzdeki gülümseme, başka anlamlar da içerir. Bugünkü “laf”ımızın içinde sadece iyot kokusu değil, bolca gözyaşı kokusu olduğunu da hatırlarız belki. Tüm şehitlerimizin ruhu şâd olsun.
Not: Sayfaya çok daha üzücü fotoğraflar koymak mümkündü ancak yapamadım. Bizim konumuz Karadeniz’de batan gemilerdi, onunla yetindim. Bir tek ilave olarak Mehmetçiğin sıfırın altında 39 derecede giydiği çarıkları paylaşmak istedim, ki bu zaten durumun ne kadar içler acısı olduğunu anlatıyor tek başına. İlgilenenler, internetten ve ilgili kitaplardan her şeyi görüp okuyabilir.
BU HAFTA SONU HAVA VE DENİZ
ETKİLİ YAĞIŞ GELİYOR
Bu sefer bir değişiklik yapıp, hafta sonundan daha çok, önümüzdeki haftanın başına dair bir uyarı yapmam gerekiyor. Çünkü “etkili” yağmur geliyor. Kimi kaynaklarda “kasırga geliyor” gibi sözler duyulabilir ama bize gelen, kasırga şiddetinde rüzgâr değil, onun taşıyacağı yağış. Getireceği rüzgâr ise son birkaç gündür tam fırtına kuvvetinde esen poyrazdan daha az. Elbette tüm denizcilerin ve şehir yöneticilerinin tedbirli davranması gerekiyor ama bu kez tedbirin yağışla ilgili alınması çok daha büyük önem arz ediyor. Pazar ve pazartesi günleri etkili yağışa dikkat edilmeli. Daha sonra etrafın durulacağı tahmin ediliyor ama biz yine de tedbirli davranıp garanti vermeyelim. Çünkü hava bu, ne yapacağı belli olmaz. Tüm dostlara ve denizcilere selamet dilerim. #tayfuntimocin
Paylaş