Paylaş
Hakiki bir humma. Foto Max Kukurudziak - Unsplash
Humma, bugünkü kullanımımızda “ateşli hastalık”, “sıtma nöbeti” gibi anlamlara gelir. Eğer öyleyse, örneğin yoğun bir çalışma temposu içinde olan insanları gördüğümüzde neden “hummalı bir çalışma” deriz? Çalışanlar sıtma nöbeti mi geçirmektedir yoksa ateşli bir hastalığa mı tutulmuşlardır? Tabii ki hiçbiri! Humma, sandığımızdan daha farklı bir şey aslında.
Dilimize Arapça “hummâ” sözcüğünden gelmiş ama çıkış yeni Arapça değil. Sami dillerinde (Akadca, Aramca, İbranca, Arapça vs.) “h-m-m” kökü, genel olarak “ateş” anlamına gelir. Ancak ister Sami olsun, ister Hint-Avrupa dil ailesi, bölgedeki komşuluklar ve kültürel ilişkilerden dolayı farklı dil ailelerinde de aynı sözcükleri, aynı sesleri bulmak mümkün ve pek çok örneği de var. Bakınız Hindistan’ın çok zengin olan tarihindeki yazılı metinlerden neler öğreniyoruz. Güney Hindistan’da Tamil etnik kökenli bir topluluk vardır. Ben yaşlardakiler, eski haber bültenlerinden mutlak “Tamil gerillaları” lafını duymuştur. Sık gündeme gelirlerdi. O bölgenin bağımsızlığı için çatışan ayrılıkçı bir örgütün adıdır. Fakat 1976’da kurulan bu örgütün konumuzla hiç ilgisi yok. Çok daha eskiye gidip, Tamil bölgesinin tapınaklarına göz atalım. Hinduizm’in bir parçası olan Tamil tapınaklarında (ki elbette sadece buraya özel değildir ama kayda geçtiği için orayı konuşuyoruz) kendilerini tanrı hizmetine adayan dansçı kızlar vardı. Bunlara “deva-dasis” adı verilirdi. Yani tanrı hizmetkârı. Bunların işi gücü tanrıların huzurunda dans etmekti. Tapınağa kabul törenlerinde, Sümerlerden de bildiğimiz “kutsal evlilik” töreni gibi bir tören olurdu ve Brahman rahip, mantralar (yani dualar) okuduktan sonra kutsal ateşi yakardı. Bu kutsal ateşin adı “homam”dı. Ateşin kutsallığı ise ülkenin diğer (batı) yanındaki İran’dan, Avesta dininden zaten aşina olduğumuz şey.
EVLİYÂ ÇELEBİ’MİZ ANLATIYOR
Sami dillerinin atası olan Akkadca ateş “umumu” veya “ememu” olarak bilinir. (Bu dillerde sesli harf sıkıntısı olduğu için sesler genellikle net değildir. Sorun değil, zaten sessiz harfler belirliyor sözcüğü ve onlar da yine h-m-m ile aynı. Anlaşıldığı gibi hamam ile humma, “ateş” kökünden gelen iki sözcük. O yüzden biz “hummalı çalışma”dan söz ediyoruz. Yani “ateşli çalışma”. Biricik Evliyâ Çelebi’miz, Seyahatnâme’sinin Bursa’yı anlattığı ikinci cildinde, farklı bölgelerde hamamın nasıl söylendiğini anlatır. “Anadolu’da ılıca derler, Arabistan’da humma derler, Acem’de germâb derler, Rum’da kaynarca derler, Bursa’da kaplıca derler, Moğolca’da kerense derler, Rumeli’de bana derler. Nice diyarlarda vardır.” (Günümüz Türkçesiyle Evliyâ Çelebi Seyahatnâmesi, YKY, Haz. Y.Dağlı-S.A.Kahraman, 2. Cilt, 1. Kitap, s.23)
FİN HAMAMI DERKEN?..
Bu arada, ateş anlamındaki h-m-m kökü orada duruyorken, bizim hamam dediğimiz şeyin karşılığını da merak ediyor insan. Girip yıkandığımız, temizlendiğimiz, keyif çattığımız hamamdan söz ediyoruz. Efendim Hindistan’ın Bengal bölgesinde hamama “snâna” diyorlar, bugünkü Hintçesi “snaan”. Pencap dolaylarında (penc-âb: beş su/beş nehir) ise “ısanâna”. Tablo çok net. Siz “sauna” lafını Fince, kendisini de Fin hamamı zannediyordunuz değil mi?
ÂLEM ÜLKE ŞU HİNDİSTAN
Asya'nın her yerinde Buda heykelleri görmek mümkün. Foto Liam Burnett Blue - Unsplash
Bu Hindistan çok âlem bir memleket doğrusu. Bize hediyeleri saymakla bitmez. Ama bitmez diye saymayacak da değiliz! Daha önce “çay” bahsinde epey durmuştuk üzerinde, hatırlayanlarınız olacaktır. İlginç bir açıdan devam edeyim. Buda’yı biliriz değil mi? Budizm denen “din”in kurucusu olarak tanınır, bilinir. Oysa adamcağızın kurduğu bir din yok tam olarak, bazı ilkeler belirlemiş, aydınlanmaya giden yolun ana hatlarını çizmiş, kendisinin nasıl aydınlığa ulaşmaya çalıştığını anlatıp, bunun iyi bir yol olabileceğini söylemiş. Ama o anlattığı yollar, sonradan dine dönüşmüş. Detayları üzerinde durmayacağız. Ama Hz. İsa örneğine benzettiğimi de söylemeliyim bu durumu. Zira İsa da yeni bir dinden hiç söz etmez, sadece “tamamlamaya/düzeltmeye” çalıştığını anlatır, kimi iyilikleri ya da ilkeleri vaaz eder ama sondadan havariler ve takipçileri, İsa’nın yaşamını ve sözlerini yeni bir dine dönüştürür. İncil’de bile kendileri için “mezhep” sözcüğünü kullanır Pavlus. Konumuz bu değil ama, geçelim.
AYDINLANMIŞ KİŞİ
Banaz'daki Pir Sultan Abdal heykeli.
Buda -ki Buddha diye yazılır- aslında bir isim değil, bir sıfat. “Aydınlanmış olan, hakikati kavramış olan” anlamlarına gelir. Buda’nın asıl adı Siddharta, aile adı yani soyadı da Gautama. Doğduğu yer ise Nepal. Yani çoğunlukla sanıldığı gibi Çinli değil. Daha çok Hint kültürü içinde dünyaya gelmiş biri. Peki “Buddha” lafı nereden gelmiş? Hindistan’ın ve onun kültürünün en eski yazılı metinleri, Sanskrit dilindedir. Bu arada bir itirafta bulunup eski bir hatamı düzelteyim. “Sanskritçe” denmez, ben de öyle yazdım geçmişte ama büyük hata. Çünkü sonuna “-çe, -ça” eklediğimiz kelimeler, ulus/kavim isimleridir. Yani Türk diye bir ulus olduğu için dillerine Türkçe denir, Alman ulusu olduğu için Almanca vardır, Hint ulusu olduğu için Hintçe denir vs. Sanskrit diye bir ulus yok. O dilin adı. Yani Sanskrit dili var. Günah çıkarttım, devam edelim. Sanskrit’te, buddha, akıllı, bilgili gibi anlamlara sahip. Buddha sözcüğünün kökeni de buradan zaten. Sanskrit’in bir özelliği olarak, başına “a-” öneki getirilen sözcükler olumsuz anlam kazanır. Sanskritte “abuddha”, “akıllı olmayan, bilmeyen, cahil” gibi anlamlara sahiptir.
APDAL MI APTAL MI?
Şimdi gelin, küt diye Türkçemizdeki bir sözcüğe atlayalım. Hakarettir “aptal”. “Zekâsı kıt, kafası çalışmayan, ahmak” anlamlarına gelir değil mi? Ama dilcilere sorduğumuzda, aslında “aptal” diye bir sözcük olmadığını, onun “abdal”dan geldiğini söylerler. Abdal, dilimize Arapçadan gelmiş bir sözcüktür ama hiç de “zekâsı kıt” gibi bir anlama gelmez. Genel anlamda gezgin dervişlere denir. Açık havada yatıp kalktıkları, çok gezdikleri, doğru düzgün bir gelirleri olmadığından eski püskü giyimli olduğu için, biraz meczubumsu anlaşılmışlardır ama Sufi düşüncesinde bir rütbedir abdallık aynı zamanda.
Pir Sultan Abdal, tarihimizin en saygın ve yiğit kişilerindendir. Külliyatı, hak yiyenleri ürkütür. İsmindeki Abdal, saygınlık ifadesidir. İyi de, “saygınlık” barındıran bir sözcük, nasıl olmuş da hakaretamiz bir sözcüğe dönüşmüş? Bunu sorduğumuzda genellikle yanıt bulamayız veya işte az önce konuştuğumuz “meczupluk” kısmından dem vurulduğunu görürüz. Oysa…
O KADAR YOLDA NELER OLMAZ!
Sanskrit dilinde “akıllı olmayan, bilmeyen, câhil” anlamlarına gelen “abuddha” sözcüğünün burada bize anlattığı çok şey var. Çünkü hakaret olan “aptal”, tam da bu anlamlara geliyor. “Abuda”nın sonuna bir “l” gelivermesi, ta Hindistan’dan buraya ulaşana kadar gayet mümkün. Zaten bunun gibi bir dolu örnek var, ufak tefek ses değişiklikleri, eklemeleri, çıkartmaları her zaman olan şey. Buddha “akıllı” demekse, “abuddha” akıllı olmayan demek değil mi? E aptal ne demek? Akıllı olmayan! Sanskritin konuşulduğu Doğu Hindistan’dan batıya doğru arada İran var, Arap toprakları var, Hazar Denizi var, var oğlu var.
Demem o ki, konu çok dallı budaklı. Hiç kuşku yok ki sözcükler ve kavramlar zaman içinde büyük mesafeler kat edebiliyor, asırlara meydan okurken anlam değişikliklerine uğrayabiliyorlar. Ama çok büyük görünen bir coğrafyada aslında ne kadar da iç içe, girift olduğumuzu da ortaya koyuyorlar. Hayatımızda hep abdallar olsun, bütün aptallar bizden uzak olsun.
BU HAFTA SONU HAVA VE DENİZ
BAHAR MI GELİYOR NE?
Yavaş yavaş ısınıyoruz. Bu hafta sonu pek yağış da beklemiyoruz. Sadece cumayı cumartesiye bağlayan gece Marmara’nın doğusu biraz yağış alır ama kalıcı değil, cumartesi günü geçer gider. Rüzgâr çok hafif ve güneyli. Doğrusu, açık havada gezinmeyi özleyenler için güzel bir hafta sonu diyebiliriz. Hatta “bahar mı geliyor acaba?” gibi sorulara da, “Eh, gelmesin mi artık?” diye yanıt bile verebiliriz. Sağlıcakla…
Paylaş