Paylaş
Sadece keçilerin değil insanların da başına geliyor elbette.
Bütün annelerin çocuklarının oyun oynamak için sokağa çıkmalarına gönül rahatlığıyla izin verdikleri dönemlerde büyümüş olmayı büyük şans sayarım. O yıllarda sokakta her şey oynanırdı: Taşlardan oluşturulmuş kalelerle futbol, tek kale maç, yerden yüksek, ebeleme, saklambaç, kovalamaca vs. Bir de, hiç ciddi bir olay yaşanmasa da, “öbür mahalle”nin çocukları ile gerilim oyunu. Aslında ortada ne fol olurdu, ne yumurta ama illa ki bir “öbür mahalle” olgusu yaşanırdı. Hatta aramızda, “Hayır be, o yukarıdaki sokak değil, şu aşağıdaki sokakta onlar” diye tartıştığımızı bile hatırlarım hayal meyal. Yani “düşman”ın yeri bile net değildi kafamızda. Bir çeşit çocuk soğuk savaşı işte. Elbette oyun, elbette saçma… Ama bütün çocuk oyunları, tıpkı hayvanlar âleminin yavrularında olduğu gibi gerçek hayatla doğrudan bağlantılıdır. Bir tahmin edelim bakalım, olmayan bir düşmanı yaratmak ve onun geriliminden beslenmek, çocukların kimlerden öğrendiği bir şey?
BÜYÜMEYEN ERKEKLER
Bugün zaman zaman görüyoruz haberlerde, “mahalleler arası kavga” diye bir şey bazen gerçek oluyor. Anlaşılan pek büyüyememiş erkeklerin, oyun kavramından dışarı çıkamayıp onu olabildiğince ciddileştirmesinden başka bir şey değil o çirkin hadiseler. Zaten biz erkeklerin belirli bir ruh yaşından yukarı çıktığı da nadiren görülebiliyor, yanlış mıyım? Boşanmak isteyen eşine şiddet uygulayan (ve hatta öldüren) erkek, bütün çocuksu masumiyetini yitirmiş ve yerine kötücül ne varsa eklemiş olsa da, oyuncağı elinden alınan 3 yaşındaki oğlan çocuğunun davranışından daha farklı bir şey sergilediğini söylemek zor. “Bana ne, vermem de vermem!” Özellikle erkek çocuklarına, insanların oyuncak olmadığını ve her bireyin özgür olduğunu, çok geç olmadan anlatmak gerek. Ama konumuz bu değil.
NEDEN BEN, NEDEN?
Şimdi bu mahalle oyunlarında bazen fazla azılır, zaten herkesin herkesi tanıdığı bir mahallede lüzumsuzca milletin kapı zillerine basılıp kaçılır, top oynarken camlar kırılır falan. Bütün bu azgınlıkların ortasında, canına tak eden yetişkinlerden biri kendisini sokağa atıp bağıra çağıra çocukları dizginlemeye çalışır ama illa ki bir çocuk yakayı ele verir ve kulağı çekilen o olur. Bütün azgınlar bir kenara saklanırken, içlerinden biri, bütün yaramazlıkların tek sorumlusu gibi bedel öder ağlaya zırlaya. Kudurukluk bitip de çocuklar bu kez sükûnetle bir araya geldiğinde, kulağı çekilen artık şu soruyu sorma hakkını elde etmiştir: “Niye günah keçisi ben oldum ya?”
BEN YAPTIM, ARKAMDA KİMSE YOK
Günah keçisi kavramını günlük yaşantımızda çok duyarız. Türk Dil Kurumu’na göre günah keçisi, “Gerçek sorumluları korumak amacıyla suç; kabahat vb. olumsuzlukların sebebi olarak gösterilen kişi, kurum, nesne vs.” diye tanımlanır. Daha ziyade “suç” kapsamındaki olaylarda duyduğumuz çoktur bunu. Bir cinayet işlenir, belli ki planlıdır ve birden fazla kişi işin içindedir ama suçu işleyenler, fikir birliğini zaten eylemden önce oluşturmuşlardır, önceden tespit edilmiş ve olasılıkla olayla ilgisiz bir kişi çıkar, teslim olur ve der ki; “Tek başıma planladım ve yaptım. Ona karşı husumetim vardı.” O, belirlenmiş günah keçisidir. Ona bu görevi verenler, içerideyken ona ve varsa ailesine bakarlar. Nuri Bilge Ceylan’ın 2008 yapımı “Üç Maymun” isimli filmi, yoğun olarak günah keçisi kavramını içerir.
ESKİNİN SUÇUDUR GÜNAH
Günah, temel olarak “dinsel suç” anlamına gelir. Ancak günah kavramının ortaya çıkışı, elbette Semitik dinlerden (Yahudilik, Hristiyanlık, Müslümanlık) çok daha eskiye dayanır. Çünkü toplumsal yapının henüz oluşmadığı zamanlarda, her kabileye, her topluluğa göre düzenlenmiş dinsel kurallar vardı ve bunlara uymamak “suç”tu. Yani ilk kurallar her durumda inançla bağlantılı olduğu için günah, bugün suç dediğimiz her şeydi. Örneğin cinayet, ceza yasasına göre de suçtur, inançlara göre de. “Oh ne iyi ettin de öldürdün” diyen bir din olabilir mi? Hırsızlık, toplumsal kurallar gereği de suçtur, dinsel açıdan da. “Aman ne iyi ettin de çaldın, sen ne mübarek hırsızsın” diyen bir din olabilir mi?Günah eşittir suç olduğuna göre, aslında insanın kendi işlediği veya ortak olduğu suçtan arınmak için başka bir sorumlu, bir suç üstlenicisi arayışı da, en azından insanlık kadar eski. Kitaplı dinler tarihinin bilinen ilk cinayetinde Kabil de Habil’i öldürdüğünü inkâr etmişti. Ama o sırada dünya pek kalabalık değildi ki suçu başkasının üzerine atsın. Yani bütün anlatı ve geleneklerde suç önce inkâr edilir, sonra da mümkünse başkasının üzerine atılır. Suçunu üstlenecek kadar cesur insan azdır ama asıl babayiğitlik, suçu işlememektir tabii.
EVLERDEN IRAK!
Ancak eski toplumlar (bugünkülerden çok da farklı olmayan bir şekilde) her türlü suçu, kıtlığı, yokluğu, savaşı, kaosu, hastalığı, doğal felaketleri vb. kötü olarak adlandırılabilecek ne varsa, bunları bir bütünün parçaları olarak düşünmüş. O bütüne de “kötülük” veya “şeytan” demişler. Bugünün dualarında da korunmak istediğimiz şeyler sıralanırken, “her türlü kazadan, beladan, şeytanın şerrinden…” gibi bir liste oluşmuyor mu? Aynı şey işte. Arkaik dönemden beri, her türlü “kötü” olay, topluluktan uzaklaştırılmak istenmiş. Bir yolunu da bulmuşlar hep. Dünyanın her yerinde var bu adet. (Asya’dan uzak akrabalarımız Amerikan yerlileri ve İran’ın kadim sakinleri Persler de dâhil.) Şeklen farklılıkları olsa da, amaç hep aynı: Kötülükleri uzaklaştırmak!
BAŞA GELEN BELALAR
Bakınız mesela tarihçilerin pîri Herodotos, Mısır’da yılda bir boğa kurban edildiğini, derisi yüzülen hayvanın kafasının bir kenarda özellikle tutulduğunu, sonra o kafaya dinsel görevliler tarafından beddualar yağdırıldığını anlatır. Amaç, “Mısır’ın başına her ne bela gelecekse, işte bu kafaya gelsin, Mısır’a bir şey olmasın” demek, bu haykırışı tanrıya duyurmaktır. Kim bilir, belki de “başına bela gelmek” sözünün bu gelenekle bir ilgisi vardır. Sonra da beddualar edilmiş kafa, pazara götürülüp ya bir Yunan’a satılırmış ya da alıcısı çıkmazsa nehre atılırmış. (Herodot, II:39)
VURUN ÇİRKİNE…
Tarihimiz epey kanlı, geçmişteki değer yargılarımız da bugünkünden epey farklı olduğu için sadece hayvan kullanmamışız zamanında, günahları, kötülükleri yüklemek için. Bakınız Anadolu’da, MÖ 6. yüzyıla tarihlenen bir geleneğin tarifi nasıl: Bir kente veba, kıtlık, afet vs. geldiğinde önce “çirkin” bir insan bulunur. Ona kuru incir, arpa unundan ekmek ve peynir yedirilir. Sonra çıplak kişi soyulur, ince ağaç dallarıyla cinsel organına yedi kez vurulur, sonra da zavallı “günah keçisi”, önceden hazırlanmış odun yığını üzerinde yakılır, külleri denize saçılırdı. (Frazer, Altın Dal) 2600 yıl önce uygulanan bu tuhaflığı oturup yargılayacak değiliz, bize ne kadar ters gelirse gelsin, “inanarak” yapılan bir şeydi bu. Üstelik çok daha beterleri, dünyanın pek çok yerinde fiilen uygulanmaktaydı, bugün ne kadar tuhaflıklar halen sergilenmekte, üzerinde durmayalım şimdilik.
NEDEN KEÇİ?
Zavallı
Peki ya keçi nereden çıktı? Keçi, hem Mısır’da, hem de bugünkü Suriye dediğimiz toprakların kadim uygarlıklarında kullanılmakta. Yahudilikten, Hristiyanlıktan, Müslümanlıktan çok daha önceki dönemlerden söz ediyoruz. Günümüzde adı Tell Mardikh olan antik Ebla kentinde bulunan belgelerden, “keçi”nin günah yüklemede kullanıldığı biliniyor. Tarihsel olarak İbranilerin Mısır’dan çıkıp Suriye/Filistin bölgesine geldiği kabul edilen zamandan çok daha önce. (MÖ 2400 civarı.)
ÇÜNKÜ YAHUDİLERDEN
Durup durup neden Yahudilikten söz ediyorum? Çünkü dilimizdeki “günah keçisi” sözü, doğrudan Yahudilikten. Tevrat’ın temelini oluşturan ilk 5 kitabın üçüncüsü olan Levililer 16:6’dan itibaren olay anlatılır ama biz özetleyelim. Yıllık Kefaret Günü (Yom Kippur) kura ile seçilen bir keçi, (İbrancası Sair la Azazel) kötülüklerin, belaların sorumlusu olarak görülen, Şeytan veya İblis’in bir diğer adı olan Azazel’e verilir. Ama bu veriş, kurban etmek gibi olmaz, kavmin bütün günahları, başlarına gelen bütün belalar vs. ne varsa keçiye yüklenir. (Yine “başına” okunur.) Ve keçi çöle salınır. (Tabii zavallı keçi kendi kendine uzaklaşmaz mutlaka, bildiği yere geri dönecektir. O nedenle insan yardımı gerekir.) Bir iddiaya göre de Kudüs dışındaki bir uçurumdan aşağı atılır. İşte günah keçisi, bugün dilimizde bu haliyle yaşamaktadır ve tabii Batı dillerinde de vardır. (ing. Scapegoat) (Günah keçisini “şamar oğlanı” ile aynı çerçeveye almış kaynaklar da var ama yanlış. Şamar oğlanı, kişinin öfkesini yönlendirdiği zavallıya denir. Hiç örneklendirmeyeyim çünkü yine kadına yönelik şiddet çıkacak ortaya, ben de yine zıvanadan çıkacağım, yazı uzayacak. Siz anladınız onu zaten.) Neyse ki hukuk ve adalet, artık eskisi kadar izin vermiyor günah keçisi ve şamar oğlanı uydurmaya. Yasalar sayesinde herkes istemese de kendi kabahatiyle yüzleşmek durumunda. Eh, böylesi daha insanca…
BU HAFTA SONU HAVA VE DENİZ
BİRAZ SERİNLEMEK MÜMKÜN
Bugün (Cuma) ve yarın güneyli esecek zayıf rüzgâr, haliyle biraz bunaltıcı etkiye sahip olabilir. Ama pazardan itibaren poyraza dönerek kuvvetlenecek rüzgârın etkisi de en azından serinlemek olacaktır. Bu arada pazar gününden itibaren zaman zaman üzerimizden geçecek yağmur bulutlarının ne zaman hangi noktaya gözyaşlarıyla serinlik katacağı bilinmez ama yeni haftada benzer durumlar zaman zaman yaşanabilir. Sağlık ve esenlikle kalınız.
Paylaş