Paylaş
Çaka Bey’i duyduğunuzdan eminim. İlk büyük Türk denizcisi Çaka Bey. Daha Malazgirt Zaferi’nden birkaç yıl sonra Batı Anadolu’ya gelip kendisine filo kuran, Bizans’a kök söktüren, yaman bir lider, muazzam bir girişimci. Bunlar bilinen şeyler. Bilinmeyen değil ama nedense üzerinde hiç durulmayan bir tarafını da size ben anlatayım; Çaka Bey’in hayatıyla, daha doğrusu Anadolu’daki (hatta belki de dünyadaki) Türk varlığıyla ilgili.
CEHENNEM FIKRASI
Ama önce bir fıkra araya giriyor ister istemez. Sanırım şu fıkrayı çoğumuz biliriz:
Bu dünyayı terk edip diğerine geçen biri, geçici cezasını çekmek üzere cehenneme gitmiş. Baş zebani, adet olduğu üzere adamı şöyle bir gezdirmiş cehennemde. Her yerde koca koca kazanlar var harlı ateşle ısıtılan. Kazanların üzerinde milletler yazıyor. Şu kazan Almanların, bu kazan Mısırlıların, diğeri İtalyanların vs. Her kazanın başında da bir zebani. Kafasını kaynayan sudan çıkartanı, elindeki büyük sopayla aşağı bastırıyor kazan görevlisi zebani. Bir kazanın yanına gelmişler, üzerinde “Türkler” yazıyor ama başında zebani yok. Adam merak edip sormuş baş zebaniye, “Niye Türklerin kazanının başında kimse yok?” diye. Baş zebani yanıtlamış: “Gerek yok ki. Birisi kafasını çıkartmaya kalktığında aşağıdan birisi nasıl olsa çekiyor. Elemandan tasarruf ediyoruz!”
ŞAKA DEĞİL GERÇEK FASIL
Belki bu bir fıkra ama malum ya, ateş olmayan yerden duman çıkmaz. Ne yazık ki bu fıkrayı haklı çıkartan pek çok olay var tarihimizde. Bunlardan biri de Çaka Bey’in başına gelenler.
Malum, 1071’den sonra (aslında öncesi de var) Türklerle Bizanslılar, sanıldığı gibi durmadan savaşan iki toplum değil. Elbette savaş da var ama aralarında çok iyi ilişkiler de kuruluyor. Birbirlerine yardım ediyorlar, asker veriyorlar, gemi alıyorlar... Hatta karşılıklı evlenip akraba oluyorlar falan. Yani birbirine hiç karışmayan, temas etmeyen, kaynaşmayan iki grup kesinlikle yok ortada.
YUNANCA VE LATİNCE BİLEN TÜRK BEYİ
Bizans’ın (daha doğrusu Doğu Roma’nın) zirvesinde, dünyanın geri kalanından çok da farklı olmayan bir anlayış ama belki biraz daha yoğun bir şekilde taht kavgası vardı; hep vardı, hep de oldu. 1078 yılında Selçuklular, bu taht kavgalarından birinde taraf oluyorlar ve Nikephoros Botaniates, Türklerin yardımı ile imparator oluyor. Bu sırada, bir iddiaya göre savaşta esir düşerek, bir iddiaya göre daha belirsiz şekilde, Konstantinopolis’te Çaka diye bir Türk var. (Birçok Türk var zaten o sırada İstanbul’da.) İmparator Botaniates de bu Çaka’yı epey seviyor, ona itibar gösteriyor ve gösterilmesini sağlıyor. Çaka, Yunanca ve Latince biliyor. Nereden biliyor, biz onu bilmiyoruz ama biliyor. Zaten o sıralarda İngilizce ve Google çeviri hizmetleri de olmadığından, Yunanca konuşan bir imparator ve çevresiyle ancak Yunanca konuşulabilir. Güzel geçen üç yılın ardından 1081’de imparatorluk tahtına I. Aleksios Komnenos geçiyor. Nedeni tam bilinmese de (belki de eski imparatorla arkadaşlığıdır) yeni imparator Komnenos, Çaka’ya gıcık oluyor. Eskiden sahip olduğu tüm ayrıcalıklarını ortadan kaldırıyor ve onu dışlıyor.
Fena mı olurdu Çaka’nın beyliği de bu haritaya ekleneydi.
İZMİR’E YERLEŞİYOR
Çaka da İstanbul’dan ayrılıp soluğu İzmir’de alıyor. Onu çok kıymetli kılan öyküsü de bundan sonra başlıyor zaten. Çaka ile ilgili en önemli kaynağımız, imparator Aleksios Komnenos’un kızı Anna. Anna sarayda prensesler gibi yaşamak yerine oturup koskoca bir tarih kitabı yazmış. İyi ki yazmış, aksi halde kendi tarihimiz ve Türkler’in Anadolu’daki ilk dönemi hakkında bu kadar etraflıca bilgiyi başka bir yerde bulamazdık. Biz zaten kayıt altına almamışız pek çok şeyi ne yazık ki. Anna Komnena, kitabına da babasının adını vermiş: “Aleksiad.” Tabii sadece Türkler değil, ilk Haçlı seferi sırasında Batı’dan gelen ordunun İstanbul’a nasıl zararlar verdiğini, nasıl bir çapulcu sürüsü olduğunu da yine Anna’dan öğreniyoruz. Bence son derece tarafsız bir gözlemci Anna. Toprağı bol olsun.
GEMİLERDE TALİM VAR
Her ne ise, Çaka İzmir’e gidince, burada gemi ustaları ile tanışıyor. Tabii hepsi Bizanslı. Yani Rum. Rum, daha önce de yazmıştım, zaten biliyorsunuzdur, ‘Yunanlı’ demek değil, ‘Romalı’ demek. Rum ismini, Arapça konuşanlar koymuş denir ancak başka iddialar da var, bu konuyu sonra değerlendiririz. Rus gemi ustaları ve gemicilerle gayet iyi anlaşan Çaka, burada kendisine bolca gemi yaptırıyor, Türklerden oluşan ordusunu oluşturuyor ve başlıyor denizden akınlara. Gemicilerin hepsi Rum, askerlerin hepsi Türk. Türk askerlerin başta gemilere binmek istemedikleri rivayet edilir. Bunun altında, “Yahu birkaç sene önce biz bu adamlarla savaşmıştık, şimdi ne diye aynı gemiye binip kanka oluyoruz?” dürtüsü mü yatıyor yoksa deniz korkusu mu, tam bilemiyoruz. Kimi kaynaklar ikisini de zikrediyor. Bir şekilde aynı gemiye biniliyor ve Çaka, İzmir’de beyliğini ilan edip Çaka Bey oluyor.
Elimizde Koyun adalaır Savaşı’nın resmi yok ama 13. yüzyıldan kalma bir Bizans resminde deniz savaşı tasvir edilmiş. Muhtemelen benzerdir.
KILIÇ ARSLAN HOŞLANMIYOR DURUMDAN
Urla, Foça, Midilli, Sakız kısa sürede Çaka Bey’in eline geçiyor. İstanbul’da herkes şaşkın. Üstüne donanma gönderiyorlar, Çeşme ile Sakız arasındaki Koyun Adaları önlerinde Çaka Bey’in donanması Bizans donanmasını fena yenilgiye uğratıyor.
Biz zannediyoruz ki Anadolu’ya gelen bütün Türkler bir aile gibi hareket ediyorlar, her yaptıkları koordineli ilerliyor. Hayır öyle değil. Çaka Bey ayrı, Anadolu Selçukluları ayrı. İşte bu yüzden Çaka Bey, Türkiye Selçukluları ile iyi ilişkiler de kurmaya çalışıyor. O sırada Selçuklu Sultanı olan I. Kılıç Arslan’a kızını veriyor ve Sultan’ın kayınpederi oluyor Çaka Bey. Fakat ortada bir pürüz var: Kılıç Arslan, Çaka Bey’in kendi başına buyruk haldır haldır yol almasından rahatsız. Çaka Bey, Çanakkale’ye ilerlemiş, yüzünü Batı’ya çevirmiş, boğazları geçip Avrupa’ya doğru yönelme gayreti içinde. Yani aslında Türkler, Osmanlı’dan çok daha önce Batı’ya genişleme olanağı bulmuş ve Çaka Bey’in önünde kimse gerçek anlamda duramıyor. Çaka Bey, donanması ile Avrupa’ya adım atmaya hazırlanırken, Kılıç Arslan, kendi egemenlik alanında başka bir egemen görmenin büyük rahatsızlığı içinde. Bu esnada Kılıç Arslan’la, elbette kendi toprakları tehdit altında bulunan Doğu Roma İmparatoru Komnenos da görüşmekte.
BİZANS OYUNU MU KORUNMA REFLEKSİ Mİ?
Anna Komnena’dan öğrendiğimiz, İmparator Aleksios Komnenos’un Kılıç Arslan’a yazdığı mektubu okuyalım:
Şanı büyük Sultan Kılıç Arslan!
Biliyorsun ki Sultanlık sana baba mirası olarak geçmiştir. Oysa senin kayın baban Çaka görünüşte Rum devletine karşı silahlanıyor ve kendisine ‘Basileus’ dedirtiyor ama besbelli ki bu bir aldatmacadır. Aslında, öylesine büyük deneyim sahibi bulunan ve son derece bilgili bir kişi olan o, kendisinin Rumlar üzerinde basileusluğa hiçbir hakkının bulunmadığını ve bu kadar büyük bir devletin başına geçmesinin olanaksız olduğunu biliyor. Kurduğu bütün tezgâh sana karşı yönelmiştir. Bu durum karşısında sen ne onu başıboş bırakmalısın ne de cesaretini yitirmelisin; yapman gereken, erkinden yoksun bırakılmamak için uyanık durmaktır. Bana gelince, ben, Tanrının yardımıyla onu Rum ülkesinin sınırlarından kovarım; seni de kendi çıkarın için, ülkelerini ve egemenliğini uyanıklıkla korumaya ve olabilirse barışçı yollardan, o bunu istemezse silahla onu yeniden kendi buyruğuna almaya davet ederim.” (Aleksiad, Anna Komnena, Ç.: Bile Umar, İnkılâp Kitabevi, 1996, s. 270) (Not: Basileus, Roma İmparatoru veya Kralı demek.)
AKRABA CİNAYETİ
Çaka Bey’in, antik Abydos kenti (bugünkü Nara Burnu’nda) dolaylarında ordugâhı var. Fakat, tam da o sırada Kılıç Arslan, ordusuyla kayınpederinin üzerine doğru geliyor. Çaka Bey her şeyin farkında. Bir tek başına gelecekler hariç. Bir tarafta Rumlar, diğer tarafta damadı ve kandaşı Türk ordusu. Elbette bu durum, epey çaresiz bir durum. Çaka Bey de doğru tercihi kullanıp damadı ile görüşmeye gidiyor. Yer, Nara Burnu dolayları.
Yine Anna’dan öğreniyoruz bu buluşmayı. Çaka, Sultan’ın çadırına girince Kılıç Arslan ayağa kalkıyor, son derece neşeli şekilde kayınpederini karşılıyor, sarılıyorlar ve sofraya oturuyorlar. Su gibi şarap içiliyor (evet şarap. O dönemde bol tüketilen bir şey. Taassupla coşup ‘yok canım bizimkiler içmez’ diyenlerin normal tarih kitabı okumalarını öneririm) ve kısa süre sonra kafalar tütsüleniyor. Kayın pederinin iyice gevşediğini gören Kılıç Arslan, kılıcını çekip Çaka’nın böğrüne daldırıyor! Çaka, oracıkta can veriyor. Yıl, 1096. Tam da birinci Haçlı Seferi’nin başladığı tarih!
KAYIP BÜYÜK
Ertesi gün Kılıç Arslan, Aleksios Komnenos’a elçiler gönderip durumun kontrol altına alındığını, artık barışın bölgede egemen olacağını söylüyor. Komnenos bayılıyor bu habere tabii. Çaka’nın aldığı İzmir ve çevresi, derhal Türklerin elinden çıkıyor, yeniden Roma sınırlarına dâhil oluyor. Türklerin Batı’ya uzanma olasılığı da yaklaşık üç asır öteleniyor. Zarar bununla sınırlı kalmıyor, Fatih’e kadar gerçek bir Türk donanması oluşmasının da önü kesilmiş oluyor çünkü Kılıç Arslan karada kalmayı, denizleri, onları zaten asırlardır kullanan Rumlara bırakmayı tercih ediyor.
KIZMAYALIM AMA...
Şimdi Bizans imparatorunun yazdığı mektubu ve tavrını Bizans oyunu diye nitelendirebiliriz. Elbette bir oyun. Ortada toprak, mal, mülk falan var. Sahip olduğunu korumak için her şeyi deneyebilir. Şahsen kızmıyorum Komnenos’a. Elinden geleni yapmış. Peki bu sütü bozuk oyuna gelene hiç mi bir şey söylemeyeceğiz? Kayınpederini niye öldürüyorsun kardeşim? Birleşip yürüsenize!... Demek doğru değil, her olayı kendi şartlarında değerlendirmek lazım ve bizim elimizde ne yazık ki olayla ilgili çok az kaynak ve bilgi var. Ama yine de insan ister istemez kızıyor. Biliyorum Kılıç Arslan’a siz de kızdınız şimdi biraz ama kızmayalım, büyüğümüzdür. Fakat baştaki kazanlı fıkrayı da unutmayalım ki yarın, dünden daha güzel olsun.
BU HAFTA SONU HAVA VE DENİZ
ILIKLIK GÜZELDİR
Bugün biraz pus devam ediyor ama yarın (cumartesi) kalkacak gibi görünüyor. Çünkü yarın ve pazar günü hoş denebilecek bir poyraz var. Hafif bulutlu bir hava olsa da büyük yağışlar beklenmiyor. Hava sıcaklığı en yüksek 20 derece civarında. Yine de ılık bir ekim ayı geçirdik. Henüz kombiler yakılmadı. Sanırım bu zamlı tarifelerle havanın ılıklığından kimse şikâyet etmiyordur. Kalın sağlıcakla.
Paylaş