Paylaş
DENİZ, pek çok tamlamayla karşımıza sıkça çıkar. Edebiyatta bolca kullanılmıştır. Bu ülkeyi var eden Büyük Atatürk’ümüz için “deniz gözlü” denmiştir mesela, ne de yakışmıştır. Mavi gözlü sevgiliye yazılan şiirlerde de vardır, “deniz gözlü” lafı günümüzde şarkılarda da çokça geçer.
Deniz sadece tamlayan değil tamlanan da olur kimi zaman. “Aşk denizi” diye tango var mesela, dinlemediyseniz hemen öneririm. (Orada da şiir “ey deniz gözlü kadın” diye başlar.)
Necip Fazıl “Hasreti denizlerin / Denizler kadar derin” diye başlayan “Takvimdeki Deniz” şiirinde pek çok anlam yüklemiştir denize. Özdemir Asaf ise “Denizin Baladı” şiirinde
“Gözlerin en bakışında
bir en deniz,
ve denizin en gözünde
bir bakış, o sensin deniz..
o bakışa ben baktım
deniz bakışındaydı, bıktım
bakışındaydı gözleri,
gözlerindeydi deniz…” der ve denize yüklenmiş bin bir anlam havalarda uçuşur.
İçinden deniz geçen şiir çok, bu köşede de bolca paylaştık, paylaşmayı sürdüreceğiz; elbette bunlarla sınırlı değil. İçinden deniz geçen şiirler olduğu gibi içinden deniz geçen şehirler de var. Biraz da buna bakalım.
Bu platform aylardır böyle. Oysa şimdi tam kullanılacağı zaman. Yazık. (Fotoğraf Yavuz GERÇEKÇİ - 27.06.2019)
İÇİNDEN DENİZ GEÇ(MEY)EN ŞEHİR
Bir ara (belki halen kullanılıyordur) Bursa için birileri “deniz kenti” lafını kullandı. Sanırım Büyükşehir Belediyesi idi ama yanılıyor olabilirim. (Bu konuda daha önce yazdığım için çok uzatmayacağım.) Hiçbir kent, denize kıyısı olduğu için deniz kenti olmaz. Bir isim tamlaması oluşturmak için seçilen isimlerin işlevsel olması gerekir. (İlkokul dilbilgisi derslerine geri dönmek eğlenceli.) Yani mesela “yoğurt kabı” diyebilmemiz için ortada sahiden bir kap ve yoğurt olması lazım ama yetmiyor; yoğurdun bu kabın içinde olması da gerekiyor. “Elma sirkesi” diyebilmek için ortada sirke olması, üstelik bu sirkenin elmadan üretilmiş olması lazım.
Bu kısa hatırlamaların ışığında, “Bursa bir deniz kentidir” lafını düşünelim. Ortada bir deniz ve bir de kent olduğu açık ama bunlar yeterli mi? “Kent” dediğimizde sadece üstyapıları ve altyapıları anlamayız. Yani binalar, yollar ve kanalizasyon-kablo ağından oluşmaz kent dediğimiz nesne. “Hayat” lazımdır. Kent ya da şehir, içinde hayatı barındırdığı sürece bir şey ifade eden sözcüklerdir. “Deniz kenti” ise, yeryüzünde pek az şehrin gerçek anlamıyla kullanabildiği bir tamlamadır. Çünkü bir şehre deniz kenti diyebilmek için o şehrin hayatının “içinde” deniz olması gerekir. Yani okula, işe, çarşıya, pazara vs. giderken denizi kullanıyor olmak gerekir.
Mesela İstanbul deniz kentlerinin en muhteşemidir. İzmir de kısmen deniz kentidir. New York zaten öyledir. Bursa’nın denizle böyle bir ilgisi yok. Falanca kaptan gezi motoruyla olmaz bu işler. Hatta halen başarılamamış körfez içi günlük deniz seferleri başarılabilmiş olsa dahi Bursa deniz kenti olmaz. Ancak siz işe giderken köprüden geçiyorsanız, okula gönderdiğiniz çocuğunuz vapura binmek zorundaysa, evinize erzak almak için “karşı yakaya” geçmek zorundaysanız işte o zaman yaşadığınız şehre deniz şehri/kenti diyebilirsiniz.
Kaldı ki Bursa’nın kent merkezi deniz kenarında bile değil. Sahili doldurup deniz şartlarına uygun olmayan yapılarla yapay bir sahil yaratmaya çalışınca ne yazık ki orası deniz kenti olmuyor. Bakın Mudanya’nın yürüyüş platformuna! Burası bir deniz kenti olsaydı, denizden anlayan insanlar olurdu ve onlar yöneticilere derdi ki, “Burada poyraz güçlü, çok deniz kaldırır. Deniz kabarınca kıyıya tonlarca ağırlıkta yumruklar atar. Bırakın tahtaları, kayalar bile duramaz karşısında. Bu nedenle ya çok akıllı bir konstrüksiyon yapmalı ya da hiç bu işe girişmemeli. Milletin parasını denize gömmeyelim.”
Demem o ki sloganlar ve uydurulmuş tamlamalar gerçekçi değilse pek tutmuyorlar.
VE TARİHTEN BİR TAMLAMA
III. Ramses Deniz Kavimleri’ni geri püskürtüyor.
Deniz sözcüğünün bir tamlayan olarak kullanımı çok daha eskilere gidiyor. Günümüzden 4 bin yıl kadar geriye… Ve tabii böyle bir tarihte gidilebilecek en önemli yere… Ortadoğu’ya. Malum, Akdeniz’in doğusu, tarihin en önemli bölgelerinden biri. Biraz içeride Mezopotamya’nın Sümer-Assur-Babil geleneği, hemen altında koskoca Mısır. Bu bölgeye Ortadoğu’dan ziyade literatürde Yakındoğu deniyor. Yani Doğu’nun en yakın yeri!
İşte bu bölgede, farklı yapılar, halklar kâh barış içinde, kâh savaşarak yaşayıp giderken, MÖ ikinci bin yılın sonlarına doğru, nereli oldukları halen tam olarak bilinemeyen birileri çıkıp geliyor. Hem de denizden! Bu gelenler hem Anadolu’daki Hitit uygarlığının çöküşüne katkıda bulunuyor hem de Mısır’a saldırıp duruyorlar. Hitit belgelerinde “deniz kavimleri” olarak geçen bu saldırganlar, Mısırlılar’ın kayıtlarında “denizden gelen yabancılar” diye geçer.
YAKIP YIKTILAR
Nil Nehri kıyısındaki bir mezar tapınağı (Medinet Habu) yazıtında bakın ne anlatılıyor:
“Yabancılar adalarında bir komplo planladılar ve hep beraber harekete geçip savaşmaya başladılar. Hiçbir ülke onlara karşı koyamadı: Hatti, Kade, Karkamış, Arzawa ve Alaşiya, hepsi yerle bir edildi. Amori yakınlarında bir kamp kuruldu. Yabancılar halkları yok ettiler ve ülke daha önce hiç olmadığı gibi oldu. Sonra önlerinde ateşle ve alevlerle Mısır’a doğru hareket ettiler. Ülkenin tamamına el koydular ve büyük bir kibirle ‘başaracağız’ dediler.” (Alıntı, Antik Yakındoğu, ed.:Umberto Eco, Alfa, 1. Baskı, 2018, s.197)
Bazı belgelerde “gemilerde yaşayanlar” diye de geçen bu kavimlerin kim oldukları tam belli olmasa da, bazı ipuçlarını değerlendiren bilim bize Batı Anadolu (Ege), Ege adaları ve Balkan Yarımadası’nın doğusundan toplanmış, etnik anlamda tek olmayan, yani farklı etnik kökenlere sahip ama bir şekilde ortak bir amaç için toparlanabilmiş, kesinlikle çok iyi denizci insanlar olduklarını söylüyor. Tüm arkeolojik kanıtlar ve bilinen mevcut belgelerden yapılan derlemelere göre bu deniz kavimlerinin ortak evi Ege Denizi. Bunların bir kolu Girit üzerinden doğrudan Kuzey Afrika’ya inmiş, bir kolları Ege’den yukarı Troya’ya çıkmış (bir ihtimal Marmara’ya girmiş), bir başka kolları Anadolu’nun güneyini tarayarak bugünkü Suriye-Filistin şeridini tarumar edip Mısır’a inmiş, Mısır’la savaşmış ancak III. Ramses bunları geri püskürtmüş. Püskürtülmüş deniz kavimleri de Firavun’un izniyle (belki de emriyle) bugünkü Lübnan dolaylarına yerleşmişler.
BU HAFTA SONU HAVA VE DENİZ
BUGÜN KAVURUR, YARIN SERİNLETİR
Bugün (cuma) çok bunaltıcı bir hava var. Deniz kenarında olmasa bile şehir merkezlerinde 40 derece dahi görülebilir. Rüzgâr düşük. Fakat yarın poyraz kuvvetlenip bu sıcaklığın düşmesini sağlayacak. Pazar da aşağı yukarı aynı parametreler söz konusu fakat rüzgâr biraz azalacaktır. Unutmayalım yaz sezonunda rüzgâr öğleden sonraları, hatta akşamüzerleri artar çünkü karalar çok fazla ısınır ve üzerlerindeki hava kütlesinin çok büyük hızla yükselmesine sebep olur. Yükselen havanın altına doğru da denizin üzerinden daha serince hava akar. O nedenle deniz kıyılarında akşamüzerleri neşeli ve ferahlatıcıdır. Deniz suyu sıcaklığı Güney Marmara’nın batısında 27 dereceyi bile gördü. Yani ferahlamak için denize girmekten ziyade, denizden çıkıp soğuk suyla duşa girmek daha iyiymiş gibi sanki. Herkese neşeli bir hafta sonu dilerim. tayfuntimocin.com
Paylaş