Paylaş
AYLARIN en güzellerinden biridir nisan bence.Üşütmez (umarım), terletmez (umarım); sobalar kaloriferler söndüğü için mis gibi havası vardır, nefes aldığımızı hissederiz şehirlerde; kırlangıçlar gelir, kuğular gelir, börtü böcek canlanır (araknafobiası olanlar için pek güzel sayılmayabilir bu), arılar canlanır, bülbüller öter, çiçekler açar ve açmakla kalmaz, bir de üstüne mis gibi kokar, doğa, üzerinden çıkardığı güzelim takılarını yeniden kuşanıp allanır pullanır; karaya denizden bakanlar için manzara son birkaç aydakine oranla çok daha yeşil ve güzeldir, karadan denize bakanlar içinse deniz daha da güzel bir mavidir. Karada canlanma yaşanır da denizde yaşanmaz mı? Elbette yaşanır. Denizin sonsuz çeşitliliği içinde mikroskobik canlılar, fitoplankton ve planktonlar, gözle görebildiğimiz deniz canlılarından çok daha fazladır. Bu canlılar da bahar aylarında çoğalmaya, denizleri doldurmaya başlar. Kış boyunca süren berrak deniz görüntüsünün bahar aylarında biraz bulanması da bundandır. Ortada bir pislik yoktur (pis olan yerler ayrı tabii), biyolojik çeşitlilik vardır. Bu canlılardan bazıları hareket ettiklerinde açığa çıkan enerjiyle ışık saçarlar. Biz de bu ışığa yakamoz deriz. Mayısta çok güçlü hallerine ulaşırlar ama artık sıcaklıklar ve diğer doğal koşullar hafiften değiştiği için nisan ayı da geceleri kürek çekerken yakamozlanmamız için uygun olabilir. Bu güzelliği herkesin yaşamasını öneririm. İnsan, fosforlu bir denizin üzerinde gider gibidir, bir rüya alemi içindedir, denizde değil de ışık tarlasında yol alıyormuş gibi hisseder. Avatar filmini izlediyseniz bilirsiniz, o yabancı gezegenin ormanında neye dokunulsa ışık olur ya, işte yakamoz da insana aynı duyguyu verir.
MEHTABA ÇIKALIM
Gece demişken, mehtabı unutmayalım. Bu ay iki kez mehtaba çıkma şansımız var. Gerçi ilk dolunay 31 Mart’ta ama mehtabı nisana da sarkıyor elbette. 31 Mart’ta Ay’ın doğuş saati 19.30 dolayları. Ama aşması gereken dağ tepe varsa onu da beklemek gerek elbette. Ay’ın, her gün bir önceki güne oranla 50 dakika geç doğduğunu da unutmayalım, sonraki günlerde çıkılacak mehtaplar için. Nisandaki dolunay da 30’unda. O gün doğuş saati ise 20.25-20.30 arası (Bütün Marmara’yı gözeterek “dolaylı” yazıyorum.) Ama Ay ışığının yoğun olduğu zamanlarda yakamoz görmek isteyenler hayal kırıklığına uğrar zira aydınlık gecelerde yakamoz görmek, olanaksız olmasa bile zordur.
AYIN FIRTINALARI
Epey bir fırtına var bu ay ama bunların isimleri bizleri çok da korkutmamalı. Seyir Hidrografi ve Oşinografi Dairesi Başkanlığı’nın yayımladığı rüzgâr atlasında açıkça görülüyor ki nisan boyunca en çok poyraz esiyor. (İstatistikler böyle söylüyor.) Poyrazı, yıldız takip ediyor. Ama hemen şunu da söylemeliyim ki düzen zaman zaman değişir, aykırılıklar yaşanır ve sanki gün geçtikçe daha çok aykırı şey yaşıyoruz gibi. Mesela aynı istatistikler, bu kış yaşadığımız kuvvetli lodosu göstermiyor. Evet, kış demek lodos demektir bölgemizde ama geride bıraktığımız kış sezonunda lodos istatistikleri tavan yaptı neredeyse. Bu nedenle nisan ayındaki poyraz ve yıldız beklentimiz de “aykırı” dönemin istisnai halleri arasında kaybolup gidebilir mi, hep birlikte yaşayıp göreceğiz.
GELELİM FIRTINALARA:
2 Nisan’da isimsiz bir fırtına var, kayıtlara girmiş ama pek meşhur olamamış demek, adı konmamış. 6 Nisan’da “Kırlangıç Fırtınası” var, adını elbette kırlangıçların gelme zamanından almış. 12 ve 16’sındaki yine isimsiz fırtınaları, bu kez de adını kuğuların göçünden alan Kuğu Fırtınası takip ediyor ayın 18’inde. Ve 20 Nisan’da Sitte-i Sevr başlar. Nedir “Sitte-i Sevr”? Sitte, Arapça “altı” demek. (Farsçası “şeş”, tavlacılar bilir) Sevr ise yine Arapça “boğa/öküz” anlamlarına geliyor ama burada astroloji terimi olarak kullanılmış ve “boğa burcu” kastediliyor. Bu durumda Sitte-i Sevr, “Güneş’in boğa burcunda bulunduğu nisan ayında fırtınaları ile meşhur altı gün” demek oluyor. Yani 20’sinden 25’ine kadar fırtına beklemeliyiz takvime göre. Unutmayalım, bu geleneksel takvim bilgileri bir-iki gün oynama esnekliğine sahiptir. (Biz dünyanın çivisini çıkartmaya başladığımız beri iyice şaşar oldular ya, neyse…) Takvim, ayın sonuna, 28’ine bir üç günlük fırtına daha koymuş ama buna isim vermemiş. Yani 20’sinde başlayıp 6 gün süren fırtınaya “sitte-i sevr” diyeceklerine, dokuz gün süren “tisa-i sevr” deselermiş (tisa: dokuz) ne olurmuş sanki? Bu ayrı isim vermeyi şöyle yorumlamak mümkün müdür dersiniz: “Sitte-i Sevr şaşmaz, sonraki üç günlük fırtına olmayabilir, bir vardır, bir yok.” Gelin hep beraber izleyelim ne olacak bu sene. (RESİMALTI Bu ayın en güzel yanlarından biri de kuşkusuz Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı’nı barındırıyor olması. Ne güzel coşkuydu eskiden, dünyanın her yerinden çocuklar gelir, 23 Nisan’a bir hafta kala TRT ekranı renklenir, her gün Halit Kıvanç’la birlikte dünya çocuklarının danslarını izler, onların Türkiye’ye dünyanın öteki ucundan getirdikleri selamları dinlerdik. Bayılırdım küçükken. Şimdilerde bu renk yok ama içimizdeki coşku sürüyor. Her yanı bayraklarla süslüyoruz, ulus olmanın, üstelik egemen bir ulus olmanın ne demek olduğunu bir kez daha anlamaya (belki de hatırlamaya) çalışıyoruz. Neyse, uzatmayalım, kutlamaları o zamanki yazımıza bırakalım ama hep birlikte 23 Nisan’a hazırlanmayı da unutmayalım. Bu özel ulusal(millî) günler dinî bayram değiller kuşkusuz ama bir ulusu yarattığı, bir milleti kölelikten kurtardığı için düpedüz kutsaldır. Bu takımyıldızın boğa ile özdeşleştirilmesi, insanın mağaralarda yaşadığı paleolitik çağlara uzanır. Mağaralarda bolca boğa resmi ve gökyüzü resmedilmiştir. Zaten pek çok takımyıldızın isimlendirilme geçmişi bu devirlere gider. Düşünsenize, ne elektrik var, ne şehir ışıkları, ne de göz bozan televizyonlar, bilgisayar ekranları. Gökyüzü ne gösteriyorsa, gözü sapasağlam insanoğlu hepsini olduğu gibi görüyor, (zaten gece gece o çağda başka bakacak ne var) üstüne de hayal gücünü ekledi mi, çıktı sana hayvanlar âlemi… Bu takımyıldıza bizim dilimizde “Boğa”, Batıda Latince kökenli Taurus” (ki bizim Toros Dağları adını bundan alır), Arapçada “Sevr” deniyor. Boğanın çıplak gözle en iyi görünen kısmı gözüdür ve bunun adı da bütün dünyada ve her dilde aynıdır: Aldebaran. Arapça. Aslında “el-deberân” ama zamanla yuvarlanmış. “Deberân” takipçi demek. Ülker yıldızının ardından geldiği için bu ismi vermişler. Fakat bunun Arapça bir başka ismi daha var: Ayn-üs-sevr: Boğanın gözü! (Ayn, “göz” biliyorsunuz. Mesela, “nûr-i ayn” göz nuru demek ve çok sevilen kişilere söylenir.) BU HAFTA SONU HAVA VE DENİZ KISA KOLLULARI HAZIRLAYIN Bugün havamız sakin ama yarın kıpırdanmaya başlıyor. Tahmin ettiğiniz gibi yine lodos selamlıyor bizi. Cumartesiyi pazara bağlayan gece ise coşmaya başlıyor. Güney Marmara’da 30 millere çıkabilir, deniz ulaşımı aksayabilir. Pazar günü deniz otobüsü ile seyahat edeceklerin tedbirli olmasında yarar var, seferler iptal edilirse ortada kalmayın. Ama gece ilerleyen saatlerde soluğu kesilir, o da bir kurtarıcı olabilir. Belirgin bir yağış beklenmiyor ama böylesi geçiş süreçlerinde olmaz denilenler de olabilir. Ama hava sıcaklığı kısa kollularla dolaşmamıza izin verecek gibi görünüyor ki en sevdiğim kısmı da burası. Tüm denizcilere selamet dilerim. #tayfuntimocin
23 NİSAN YAKLAŞIYOR
BOĞA BURCU DEMİŞKEN
Paylaş