Arkeologları ayakta alkışlıyorum

Biz saklanacak gölge ararken onlar ellerinde küçücük fırçayla tarihimize ışık tutmaya çalışıyorlar ve ayakta alkışlanmayı çokça hak ediyorlar.

Haberin Devamı

Bugün biraz dertleşmek isterim sizinle. Bir günlüğüne bırakalım tarihi, mitolojiyi, kelimelerin yolculuğunu falan da, sahiden dertleşelim. Hayır, bir yazar olarak derdimi okurlarıma anlatamayacaksam kime anlatayım, değil mi?
Bazı meslek erbabı için üzülüyorum. Hatta çok üzülüyorum. Emeğin karşılığını almayı ve işin ekonomik tarafını tamamen dışarıda bırakarak söylüyorum bunları. Mesleklerin karizması veya tutkularıyla ama en çok da tatminiyle ilgili bir üzüntü benimkisi.

Arkeologları ayakta alkışlıyorum

İYİ Kİ VARLAR

Eczacılar mesela. Bizi diriltebilecek veya öldürebilecek her türlü ilacı birkaç dakika içinde hazırlama bilgi ve becerisiyle donatılıyorlar. Yıllarca tıbbın iyileştiren tarafında sebatla eğitim alıp, sonra da sebatla bize şifa dağıtıyorlar. İyi ki varlar. Hiç doktora gitmeden bile tıbbi tavsiye alabileceğimiz gerçek sağlıkçılar onlar. “Şuramda şöyle bir şey çıktı, ne süreyim?” gibi binlerce soruya anında ve doğru yanıt verebilen, doktorlar dışında bir tek onlar var. Birkaç ay önce kızımın parmağında egzama oluşmuştu. Doktora gittik, bir merhem yazdı ve ekledi; “Ama bu merhem hazırda yoktur, eczacınız yapacak” dedi. Nasıl sevindim anlatamam. Bir eczacıya “gerçek işini” yapması için nefis bir pas atan doktorumuza teşekkür ettim. Eczacımız da birkaç dakika içinde hazırladı merhemi ve çok kısa süre içinde kızımın egzaması geçti. Bu “gerçek iş”ler, artık çok nadir oluyor. Her şey hazır. Doktor reçete yazıyor, eczaneye gidiyoruz, eczacı bakıp raflardan çıkartıp veriyor ilaçları, bitti. Hepsi bu. Bilgilerini konuşturabilecekleri tek hamleleri, ilaç kutularının üzerine “sabah 1, akşam 1” yazmak. O kadar eğitim, hazırlanma, emek, dudak uçuklatan tıbbi literatürle cebelleşme, raftan bir ilacı alıp torbaya koymak için değildi elbet. Tezgâhtarlık için değildi. Bir eczacı, sadece para kazanmak için mi eczacı olur sizce? İlaç hazırlamak, şifa vermek, şifanın nasıl ve hangi formüllerle verileceğini bilerek onu insanların hizmetine sunmak... Yani tatminden söz ediyorum. Yapacak fazla bir şey yok. Ama onlar için üzüldüğüm de bir gerçek. Başımızdan eksik olmasınlar.

Haberin Devamı

Arkeologları ayakta alkışlıyorum

Haberin Devamı

NEDEN GEREKSİN Kİ?

Hekimler için söylenecek ne kaldı bilmem. Dünyanın hayatını kurtardılar son üç yılda. Fakat vandalizmle başa çıkmaları çok zor. Çocukluğumdan beri doktorlara giderim herkes gibi. Randevumu alırım, gider sıramı beklerim, girer muayenemi olurum. Hastanede de böyle, sağlık ocağında da. Şu ana kadar bir doktora, “Sen bana bakmak zorundasın lan!” diye bağırmak hiç aklıma gelmedi mesela, hiç gerek de olmadı zaten ama haberlerde görüyoruz, böyle vandallar var ve ne yazık ki çoğalıyorlar.

MAGANDALIĞI YÜCELTMEK

Seksen küsur yaşında anası öldüğü için doktora silahla saldıran bir ruh hastasını anlamak mümkün olabilir mi? Ananın vadesi dolmuş kardeşim, doktor ne yapacak? Rahmetli babam son nefesini vermeden saniyeler önce başında 6-7 doktor vardı, şoku atlatıp hayata dönmesi için. Orası da bir devlet hastanesiydi. Olmadı, her şeyi yaptılar ama babam dönmedi. Aklımın ucundan bile geçmedi gidip doktorlara saldırmak, neden gelsin? Olur mu öyle şey? Onlar kurtarmak için uğraştılar, gözümüzle gördük. Sadece ellerinden geleni yaptıkları için teşekkür etmek gerekirdi, ben üzüntüden etmeyi ihmal ettim tabii. Sanırım anlayışla karşılamışlardır. Başımızdan eksik olmasınlar ama eksiliyorlar birer birer. Önlem alınmadıkça, yetkili ağızlardan doktorlara karşı azmettiricilik bitmedikçe, iyilikten söz etmesi gereken din görevlileri kürsülerden “Ölür müsün öldürür müsün” diye doktor karşıtı saçmalamayı sürdürdükçe eksilmeye de devam edecekler. İyiliğin, sanatın ve bilimin karşısında kötülük, vandallık ve magandalık yücelmemeli, yüceltilmemeli. Hayatında okul dışında üç tane kitabı yan yana görmemiş insanlar, iyi bir şeyler yapabilmek uğruna ömürlerini neredeyse kütüphaneler dolusu kitabı adeta yiyerek geçirmiş insanlara karşı saygısızlık yapamazlar.

Haberin Devamı

HER KONUDAN ANLIYORLAR!

Daha önce yazdım, tarih boyunca, hem de öyle böyle değil Sümer’den ve hatta öncesinden beri kâtipler, okumuşlar (Osmanlı’da ulema dedikleri) hep saygı gördü, el üstünde tutuldu. Yani binlerce yıldır böyle bu. Cehalet ne ara tutku haline geldi, anlamak güç. Hatırlarım, çocukluğumda kimi amcalar, teyzeler, “Biz okumadık evladım, cahil kaldık. Siz okuyacak, bu ülkeyi ileriye taşıyacaksınız. Aferin, tahsili bırakmayın” derlerdi. Cehaletlerinin farkında olan bu insanlar bilgeydi. Günümüz cahilleri maşallah her konudan anlıyor, her şeyi biliyorlar! Yok öyle şey. Okumadan, eğitimini almadan veya kendini okuyarak eğitmeden hiçbir şeyi bilemezsin. Yok öyle bir dünya.

Haberin Devamı

Arkeologları ayakta alkışlıyorum

Arkeologlar olmasaydı, kim birebir kurabilirdi bir neolitik köyü ve kim orada eğitim verebilirdi çocuklara. Foto Yeşilova Höyüğü Ziyaretçi Merkezi Arşivi.

KONUMUZ ARKEOLOGLAR

Aslında daha birkaç meslek daha var üzüldüğüm ama bugün buraya en fazla bir tane daha sığdırabilirim. Çocukluğumdan bu yana üzüldüğüm bir mesleğe geldik. Üstelik eczacılar veya hekimler gibi değişen koşullarla ilgili değil bu meslek. En başından beri böyleydi, hiç de değişmeyecek onların durumları. Arkeolojiden ve arkeologlardan söz etmek istiyorum. Daha önce birisi çıkıp “Ben arkeologlar için çok üzülüyorum” dedi mi bilmiyorum. Bu kardeşiniz biraz değişiktir.

GİZEM OYUNU

Arkeolojiye girmeden önce konuya ısınmak için bir örnek vermek isterim. Filmlerde görürüz ya hani, evde ipuçları bırakarak bir şeyi bulmak veya bir gizemi çözmek oyunları oynanır. Bir yere bir ipucu bırakırsın, o ipucunu takip eden oyuncu, gidip ikincisini bulur, ipuçları da görkemli olmalıdır. Mesela bir kitabın falanca sayfasının falanca satırındaki bir sözcüğün çağrıştırdıkları üzerine evin bir yerindeki bir başka ipucunu bulmalıdır falan. Böyle sekiz on tane ipucunu takip ederek evde gizlenmiş bir şeyi veya ödülü bulur nihayetinde. İşte bu oyunun evin içinde değil de bozkırlarda, çöllerde veya aşırı kalabalık şehirlerin sokak aralarında oynandığını düşünün. Hiçbir ipucu da birkaç dakika veya saat içinde bulunup çözülebilecek türden değil. Bir ipucundan ikinciye geçmek bir, bazen iki veya üç insan ömrü sürüyor! Sonuca çabuk ulaşılamıyor ve oyuna ilk başlayan kişi, kendisinden sonrakilerin bir sonraki ipucuna yaklaşabilmeleri için küçük bir ışık yakmış oluyor. Ödül denebilecek şeyi bulmak asırlar sürebiliyor. Yani ödülü merak ederek oyuna başlayan kişi, ödüle ulaşan yolda küçücük bir adım atmış oluyor fakat ödülün ne olduğunu bilmek torunlarına kalabiliyor.
İşte arkeoloji böyle bir şey. Arkeologlara (elbette genel olarak bilime. Ama burada konumuz arkeoloji) ne kadar çok şey borçlu olduğumuzu tahmin etmek bile güç. Arkeoloji denen şey olmasaydı ne Sümerleri bilirdik ne Hititleri. Ne Maya takviminden haberimiz olurdu ne Göbekli Tepe’den. Mısır Piramitleri’nin ucunu görüp şaşırır, Bergama’daki dik tiyatronun basamaklarında çekirdek çıtlarken manzara seyrederdik sadece.

Haberin Devamı

Arkeologları ayakta alkışlıyorum

YEŞİLOVA HÖYÜĞÜ

Arkeoloji bilimdir, taraf tutmaz. (İnandığımıza uyabilir buldukları, uymayabilir. O bulur, ortaya koyar.) Hemen bütün bilim dalları gibi, elde ettiği verileri değerlendirir, işler ve sonraki kuşaklar gelip üzerine daha fazla bilgi koysun diye açıklar, kenara konur. Çok sonra bazen bir tesadüf, bazen bir ısrarcılık ile o konuya dair yeni bir şey ortaya çıkar, dosya yeniden açılır ve yeni yeni bilgilerle genişler.
Belediyenin moloz için kullandığı alanda dikkatli bir vatandaş, çanak çömlek parçaları görmeseydi (tesadüf faktörü) biz İzmir’de, Anadolu’nun en eski neolitik yerleşim alanlarından biri olan Yeşilova Höyüğü’nü hiç bilmeyecektik. Bu yaz güneşinin altında, “Yahu bu sıcakta sokağa mı çıkılır” dediğimiz havalarda, analarından emdikleri süt burunlarından pastörize gelen arkeolog ekibi toz toprak kazıp, buldukları her parçayı değerlendirmeseydi, nereden bilecektik biz 8500 yıl önceki vatandaşlarımızın kendinden üç ayaklı çömlek icat edip pratik ve portatif bir pişirme yöntemiyle teknolojiye çağ atlattıklarını? Nereden bilecektik onların da Göbekli Tepe’de olduğu gibi yabani hayvanlar kültüne dâhil olduklarını? Ağırşaklarla iplik eğirdiklerini, daha sonraki bir dönemde metal erittiklerini, ölülerini güneşe doğru gömdüklerini, henüz evcil olmayan atlardan birini kurban ettiklerini vs.

Arkeologları ayakta alkışlıyorumKİMİN TROYA’SI?

Herkes öykü yazabilir ve binlerce, hatta milyonlarca, hatta hatta milyarlarca insanı yazdıklarına inandırabilir. Homeros mesela. Son birkaç haftadır üzerinde durduğumuz Troya Savaşı’nı ondan biliyoruz değil mi? Arkeoloji orada yazılanları henüz onaylamadı mesela, buna ne buyurulur? Adı tarihte de geçer (Büyük İskender’inki mesela), Akhilleus’un mezarı varmış oralarda bir yerde. E henüz bulunamadı o mezar ama hepimiz inanıyoruz anlatılanlardan. İskender’in Homeros okuduğu ve Akhilleus’un mezarı diye küçük bir tepeye çıkıp dua ettiği aşikâr. Akhilleus diye biri var mıydı gerçekten, onu bile bilmiyoruz. 19. yüzyılda arkeoloji eğitimi almamış ama Homeros’un yazdıklarına hayran büyümüş biri, Heinrich Schliemann, gelip Troya’yı deşmeseydi(!) belki haberimiz olmayacaktı oradan ama arkeolog olmadığı için verdiği zararı anlatmak bile güç. Dikine biçti katmanları o zaman, (o yüzden “deşmek” dedim) biraz altın takılar buldu ve hemen “Priamos’un hazinesi” diye yapıştırdı yaftayı. Bütün dünya inandı. Oysa gerçek arkeologlar sonradan anladılar ki o altın takılar (kim bilir ne kadarı da ortadan kayboluverdi) Homeros’un anlattığı döneme değil, ondan bin evet 1000 yıl öncesine ait. Arkeologlar olmasaydı hepimiz şavalak gibi inanacaktık Schmiemann’ın uydurmalarına.

GAVURLAR ALIYOR YA...

Hitit tarihine ışık tutan Kültepe tabletleri... Çivi yazısıyla yazılmış tabletler, arkeologlar el atmadan önce 1880’lerden beri Türkler tarafından tarlalardan çıkartılıp çıkartılıp yabancılara satılıyordu. Ne olduğunu çıkartanlar da bilmiyordu, alanlar da. “Gavurlar seviyor böyle eski püskü şeyleri, iyi de para veriyorlar” diye kim bilir neler satılıp gitti. Arkeologlar olmasaydı, biz nereden bilecektik Hitit uygarlığının Assur ticaretiyle başladığını ve hatta kendilerine Hitit değil “Nesier” dediklerini?

Arkeologları ayakta alkışlıyorumAYAKTA ALKIŞLIYORUM

Alkışı hak eden çok meslek var kuşkusuz. Hatta her meslek hak ediyor ayakta alkışlanmayı, hakkı verilerek yapıldığı sürece tabii. Biz arkeologların varlıklarından bile habersizce yaşayıp giderken, onlar yaz güneşinin altında, toz toprak içinde, ellerinde küçücük bir fırçayla tarihe ışık tutmaya çalışıyorlar. Geçmişimizi ve dolayısıyla yarınımızı aydınlatmayı sürdürüyorlar. İzninizle, ben ayağa kalkıp alkışlıyorum arkeologları. İyi ki varsınız. Başımızdan eksik olmayınız.

BU HAFTA SONU HAVA VE DENİZ

BUNALTICI BİR HAFTA SONU

RÜZGÂR bu hafta sonu yok denecek kadar hafif ve karışık. Kıyıya yakın yerlerde termal rüzgârlar çıkabilir, o ayrı ama genel bir hava akışı olmadığı için durum bu. Marmara’nın çevresinde ufak tefek yağmur bulutları da dolaştığından, bu hafta sonunun biraz bunaltıcı geçeceğini söylemek yanlış olmaz. Yani sıcak, rüzgâr az, hava nemli. Sık duş almak, beton ve asfalttan uzak gölgeyi tercih etmek iyi bir tercih olabilir. Kalın sağlıcakla.

Yazarın Tüm Yazıları