Paylaş
Bunlar, ODTÜ olayları üzerine yapılan protesto eylemlerindeki sloganlar. Trabzon’da KTÜ’de düzenlenen “üniversite-sanayi işbirliği” toplantısı da protesto eylemlerine maruz kaldı.
YÖK’ün reform taslağında “üniversite sanayi işbirliği”nin geliştirilmesi öngörülüyor ya, ona karşı çıkıyorlar. Taslakta yer alan “rekabet ve performans değerlendirmesi” ne de şu sözlerle karşı çıkıyorlar:
“Rekabet ve performans değerlendirmesi üzerinden emekçiler birbirinin kurdu haline getirilmek ve baskı altına alınmak isteniyor.”
YÖK raporu, 2007
SAYIN Ahmet Necdet Sezer ve onun atadığı eski YÖK Başkanı Sayın Erdoğan Teziç’in döneminde uluslararası katılımla hazırlanan Türkiye’nin Yükseköğretim Stratejisi 2007 başlıklı 250 sayfalık rapor... Cumhurbaşkanı Sezer, raporu okumuş ve çok beğendiğini söylemişti.
Sonra, Cumhurbaşkanı Sayın Abdullah Gül de raporu okudu ve çok beğendiğini açıkladı.
Demek ki bazı konuları, siyaset ve dünya görüşlerinden ayrı olarak, o konunun evrensel standartları açısından değerlendirmek mümkün. Her konuya politik taraftarlık veya karşıtlık gözlüğüyle bakmak, “analitik düşünce”nin gelişmemiş olduğu bir zihin yapısını yansıtır.
Üniversite-sanayi işbirliği
ŞİMDİ size Teziç’in bu raporundan bir bölüm sunacağım. Yükseköğretimin kitleselleşmesi ve araştırmaların çok pahalı olması karşısında, dünyadaki gidişi şöyle anlatıyor:
“... Öğretim giderlerinin karşılanmasında öğrencilerin katkı payı, araştırma giderlerinin karşılanmasında ise sanayi desteği, üniversite-sanayi işbirliği, öncelikli gündem maddeleri haline gelmiş, öğretim ve araştırma bütçeleri oldukça kesin çizgilerle birbirinden ayrılmaya başlamıştır.” (Sf. 17)
Katkı payını ödeyemeyen öğrencininkini devlet ödeyecektir elbette.
Düşünelim: Türkiye’nin teknolojik ürünler ihraç ederek ülkeye daha fazla kazanç girmesini ve dış açığın kapanmasını kim istemez? Bunun için şirketler AR-GE denilen araştırmaları kime yaptırsın? Parasını verip dışarıya mı, yoksa parasını verip kendi üniversitelerimize mi?! Araştırmacılık bu yolla yabancı üniversitelerde gelişsin de bizde gelişmesin mi?!
Hattatların matbaaya karşı çıkması gibi bir gericiliktir bu.
Elbette kalite kontrolü
1980 yılında on bin çalışan nüfusa düşen bilimsel ve teknolojik araştırmacı sayısı Sovyetler’de 85 iken, Amerika’da 65, Almanya’da 53’tü! Buna rağmen Sovyetler çöktü. Çünkü Sovyetler’de üniversite ve enstitülerdeki araştırmaları sanayiye akıtacak “piyasa” yoktu, “üniversite-sanayi işbirliği” yoktu!
Teziç’in raporunda, dünya üniversitelerindeki eğilimler anlatılırken, “özelleşme, küreselleşme, özerkleşme, hesap verirlik, kalite” gibi kavramlar vurgulanıyor. “Kalite kontrol” kavramını “emekçilerin köleleştirilmesi” sananlar okusun, Teziç’in raporunda “Türk üniversitelerinde Kalite Belirleme Projesi”nin hazırlandığı ama maalesef hayata geçirilemediği belirtiliyor. (Sf. 102)
Elbette üniversitelerde de kalite ve performans ölçümü olacak. ‘Salla başını, al maaşını’ çağı, karasabanla birlikte geride kaldı!
Politizasyon bilime karşı
TÜRK üniversitelerinde her gün siyasi gösteri, protesto ve çatışmanın yaşandığı 1980 öncesini inceleyen Prof. Joseph S. Szyliowicz’in uzun yazısından sadece bir tek cümle alıyorum buraya: “Fakültelerin politizasyonu akademik hayatı gerçekten imkânsız hale getirdi...”
Ve 1978 yılında, uluslararası fen bilimleri atıf indeksinde yer alan bilimsel makale sayısı Türkiye için 337, İran için 610’du!
Dikkat fen bilimlerinde İran’ın yarısı düzeyindeydik!
Üniversitelerde elbette politik özgürlük de olur... Ama unutmayalım, üniversitede öncelikli olan öğretimdir, bilimdir, araştırmadır. Szyliowicz’in anlattığı ‘politik üniversite’ kâbusunun geri gelmemesine bilhassa öğretim üyeleri dikkat etmelidir.
Paylaş