Paylaş
Bir: İç ve dış güçler organize ediyor, bazı saf vatandaşlar da katılarak oyuna geliyorlar... Böyle düşünürseniz onlara ‘tertipçiler’ ve ‘kandırılmışlar’ diye bakarsınız. Araba yakan, cam çerçeve kıran, kaldırım taşlarıyla polise saldıran holiganları da ‘kanıt’ sayarsınız.
İki: Bu yaygın kitlelere toplumsal ve siyasal bir sorunun dışavurumu olarak, yani sosyoloji gözüyle bakarsınız. ‘Toplumsal’ı anlamaya, diyalog kurmaya, sakinleştirmeye çalışırsınız. Holiganlardan, militanlardan ayrı tutarsınız.
Başbakan’ın eğilimi, birincisi yönünde. Fakat Cumhurbaşkanı Gül, Meclis Başkanı Çiçek, Başbakan Yardımıcısı Sayın Arınç ikinci yorum yönünde konuşuyorlar.
MUHAFAZAKÂR KALEMLER
Muhafazakâr basında da bu yönde bazı yorumlar var. Yeni Şafak’ta Abdullah Muradoğlu ”Gezi Parkı’nın sosyolojik sinyalleri” diye yazdı. Kürşat Bumin iki yazısıyla bunun meşru bir “kent hareketi” olduğunu anlattı.
Zaman’da Ali Bulaç, “Dalga dalga diğer yerleşim birimlerine yayılıyor, demek ki mahiyetleri itibariyle sosyolojikler” diye yazdı. Başbakan’ın sert üslubunu eleştiren Ahmet Turan Alkan, “Güler yüzlü, gönül onarıcı, şefkatli bir siyaset dili çok mu zor!” diye sordu...
Muhafazakâr dünya görüşüne sahip olup da Başbakanın sert tavrını eleştirenlerin bir “fitne” ve “tertip” içinde olmaları düşünülebilir mi?
Olaylara “fitne” veya “tertip” diye bakmak, Başbakan’ın ‘toplumsal’ı görmesine ve ona göre davranmasına mani oluyor. Sayın Başbakan’a çevresindeki ekibin asıl bu yönü anlatması gerekiyor. Gerilimin daha fazla tırmanması hiç kimse için iyi olmaz.
ILIMLI, ÖLÇÜLÜ...
Dün Haber-Türk’te Yalçın Akdoğan, olayları “başkaldırıya dönüştürmek isteyenleri” eleştirdi. Haklı; iktidarın değişmesinin tek yolu sandıktır. Fakat sorunu doğru analiz etmenin anahtarı, niye böyle bir protesto potansiyelinin oluştuğunu görmektir. Ancak o zaman, “güler yüzlü, gönül onarıcı, şefkatli bir siyaset dili”nin artık ekmek-su gibi bir ihtiyaç haline geldiği, ancak o zaman anlaşılabilir.
Rahmetli Turgut Özal “suhuletle halletmek” derdi.
Yalçın Akdoğan, Başbakan’ın en önemli danışmanlarından biridir, siyaset bilimcidir. Bu iki vasfıyla daha bir önemsiyorum. Bir yıl evvel, başka bir vesile ile son derece doğru şu satırları yazmıştı:
“Ilımlılık, ölçülülük, serinkanlılık anlamına gelen ‘itidal’ kavramı gibi, bir iş yaparken acele etmemek, yapılacak işin önünü-sonunu düşünmek anlamına gelen ‘teenni’ kavramı da bugün için hatırlanması gereken kavramlardır. Her eleştiriyi ‘fitne’ olarak yaftalamak ne kadar yanlışsa, iyi niyetli sağduyu çağrılarını ‘saflık’ olarak küçümsemek de yanlıştır”. (Star, 2 Mart 2012)
Geçen bir yılda toplumsal gerilim böyle patlamalara yol açacak kadar arttığına göre, bugün “ılımlı, ölçülü, serinkanlı” ve “önünü-sonunu düşünerek” konuşmak ve hareket etmek daha bir zorunlu değil mi? Başbakan’ın böyle düşünmesini ve davranmasını sağlamak herhalde en çok çalışma arkadaşlarının sorumluluğudur.
MADALYONUN ÖBÜR YÜZÜ
Madalyonun öbür yüzünde protesto eylemi yapan kitlelerin sorumluluğu var: Sağa-sola saldırıp tahribat yapan holiganları, radikal örgüt militanlarını dışlamak...
Bu demokratik hukuk devletine inanmanın bir gereğidir. Kitlevi harekete marjinal ve totaliter küçük grupların gölgesi düşmemelidir.
Siyasi olgunluk göstergesi olan “ılımlı, ölçülü, serinkanlı” ve “önünü-sonunu düşünerek” hareket etmek, sadece iktidarlar için değil, muhalifler için de gereklidir.
Paylaş