Paylaş
Bütün teröristleri temsil etmez fakat terörist kişilik hakkında bir fikir verir.
Abdeslam, Brüksel’de bar işletiyordu, tabii müşterilerine içki de ikram ediyordu. Paris eyleminden iki hafta önce barını kapatmış. Eski eşi Naima onu şöyle anlatıyor:
“Çok tembeldi, işsiz kaldığında iş aramazdı. Çeşitli otlar karıştırarak tütün çeker, votka ve bira içerdi.”
Tanıyanların verdiği bilgilere göre, namaz kılmaz fakat ramazanda oruç tutarmış.
Kardeşleriyle birlikte IŞİD’in hücresini oluşturdukları, polisin takip listesinde bulundukları biliniyor.
Votka içen, uyuşturucu çeken, namaz kılmayan bir “İslamcı terörist!”
SORUNU GÖRMEK
Terörist Abdeslam’ın belli ki sorunlu bir psikolojisi vardı. Mistik bir arınma psikolojisiyle IŞİD’e katılmış olabilir. Batı’nın varoşlarında ve Ortadoğu’da Abdeslam gibi siyasi ve sosyolojik travmalar yaşayan pek çok Müslüman yaşıyor.
Bu yüzden çok sayıda militan ve örgüt var.
Fakat bu hastalıklı psikoloji, temeldeki sorunu ortadan kaldırmıyor: Bunlar bozuk psikolojilerindeki yıkıcılık tutkusunu neden İslam’da bulduklarına inanıyorlar?!
Bu temel sorun, IŞİD’lere “proje” demekle ortadan kalkmaz. Hatta “proje” yani yabancı güçlerin tertibi olarak nitelemek, temeldeki sorununu görmemizi engelleyebilir: Taliban, El Kaide, IŞİD, El Nusra, Boko Haram ve Mali’deki terör eylemini yapan Murabitun (Murabıtlar) adlı terör örgütlerinin niye hepsi Müslümanlardan?!
HZ. ALİ’Yİ KATLEDENLER
Militanları ve destekçileri alkol ve uyuşturucu bağımlısı da olabilir... Diyanet’in dünkü hutbesinde belirtildiği gibi, “dillerinden tekbir düşmese de, alınları secdeden kalkmasa da insanlık dışı katliamların failleri” de olabilir.
Neticede Müslümanlar ve din davası diye katliam yapıyorlar.
Müslümanların görmesi gereken asıl sorun budur.
Diyanet’in hutbesindeki “alınları secdeden kalkmasa da” ibaresi önemlidir. Hz. Ali’ye isyan eden Hariciler adlı fanatikler de “alınları secdeden yara olmuş” insanlardı, fakat İmam Ali Efendimizi “kâfir” diye şehit etmişlerdi!
Bu gözü dünmüş bağnazların, Müslüman bir hamile kadını “kâfir” sayıp diri diri karnını yararak öldürdüklerini Cevdet Paşa “Kısas-ı Enbiya” adlı kitabında anlatır. “Çirkin ve batıl taassup”un (bağnazlığın) nasıl vahşetlere yol açabileceği konusunda uyarılar yapar.
TEKFİR VE CİHAT
21. yüzyılda IŞİD’lerle ortaya çıkan da aynı damardır. İslam’ı anlama biçimleri de aynıdır; yüzeysel, körce bağnaz ve öfkeli.
Bu noktada “tekfir” (kâfir sayma) ve “cihat” kavramları öne çıkıyor. Diyanet’in “IŞİD Raporu”nda bu terör örgütlerinin “tekfir, cihat, kıtal, emri bi’l maruf... gibi kavramlara özel önem verdikleri” belirtiliyor ve eleştiriliyor.
Afganistan, Irak, Suriye gibi kanlı çatışma coğrafyaları ve siyasi çatışma psikolojisi bu örgütlerin sempatizan ve militan bulabilecekleri büyük bataklıklar yarattı.
Müslümanların öncelikle din adına çatışma dilini kullanmaktan dikkatle sakınmaları gerekiyor. Tabii en başta kitleleri etkileyen politikacılar ve din adamları olmak üzere.
Hariciler denilen fanatikler gibi bugünkü benzerleri de siyasi çatışma ortamının ürünüdürler.
Çağımızda demokratik kültür ve hoşgörü Müslümanlar için ekmek-su gibi ihtiyaçtır.
Siyasi çatışma aracı olarak dini kullanmaktan dikkatle sakınmak, dinimizi anlatırken, sevgi ve merhameti ön plana çıkarmak ve bu çağın bilimsel, teknik, eğitsel standartlarını ısrarlı bir şekilde dile getirmek Müslümanların en önemli görevidir.
Paylaş