Paylaş
“Yavuz Sultan Selim” ismine Aleviler büyük tepki gösteriyor. Radikaller bir kenara, itidalini ve bilgece tavrını bildiğim Doğan Bermek de “Alevi düşmanlığı, devlete yakışmaz” diye tepki gösterdi.
Bu duyguyu iyi anlıyorum, saygı duyuyorum.
Gül, Çiçek ve Erdoğan’ın, Alevi karşıtlığı gibi bir kasıtla değil, yaygın “üç büyük padişah” söyleminden hareketle bu isme karar verdiklerinden de eminim. Oktay Ekşi’nin bütün Osmanlı tarihine nasıl baktığı malumdur, o da üç büyük padişah olarak Fatih, Yavuz ve Kanuni’yi yazmıştı. (Hürriyet, 4 Mart 2009)
Başka isimler de sayılabilir ama konumuz bu değil.
YAVUZ SELİM’E BAKIŞ
Şair Yahya Kemal’i hep biliriz değil mi? Öyle İslamcı falan değildir, hatta “kafa kıyak” şiirleri vardır. “Yavuz Sultan Selim Han”ı bir de Yahya Kemal’den okuyalım. Şair Yahya Kemal Sünnilik gayretiyle değil, tarihilik anlayışıyla yazdı Yavuz hakkındaki şiir ve yazılarını.
Heterodoks Ahmet Yesevi’yi ve Sarı Saltık’ı bize tanıtan da Yahya Kemal’di.
Namık Kemal de Yavuz Selim’e “milli mefahir” gözüyle bakar.
Tekke ve türbeler kapatıldıktan sonra İsmet Paşa’nın açtırdığı 8 türbeden üçünün sultanlara, Fatih, Yavuz, II. Mahmut’a ait olduğunu hatırlayalım.
Bunların hiçbiri asla mezhep düşüncesiyle değildir. “Milli mefahir” dediğimiz kültürel ve duygusal mirasta Yavuz Selim kavramının yerinden dolayıdır.
ŞAH İSMAİL İSMİ
Alevi hassasiyetine saygı duyuyorum, aynı zamanda Yavuz Selim’in silinip atılmasını değil, Alevi kimliğine saygıyı ortaya koyacak adımların atılmasını savunuyorum. Bizim milli kimliğimizin bin yıllık teşekkülünde Alevi kültür mirasının büyük katkısını kim inkâr edebilir, kim küçümseyebilir.
Onun için Yavuz’dan daha saf “Türkmen Türkçesi” konuşan Şah İsmail adının büyük bir tesise verilmesini savunuyorum. Cemevlerinin ibadethane olarak tanınmasını da savunuyorum.
AK Parti iktidarı başka büyük bir tesise de Şah İsmail adını vermelidir. Azerbaycan Türkleri de bundan çok mutlu olacaktır. Mezhep duygusuyla değil tabii... Azeri Türklerinin Şah İsmail’i milli kahraman olarak görmelerinin sebebi, Azeri toplumsal kişiliğinin oluşmasındaki rolünden dolayıdır.
MEZHEP KİMLİKLERİ
Anadolu’da “kurumsal devlet” oluşuncaya kadarki uzun “Türkmenlik” asırlarında kim Sünni’dir, kim Alevi’dir tespit etmek bile zordur; çünkü bu kimlikler bugün bildiğimiz halleriyle sonraki asırlarda teşekkül etti.
Medrese açan ve gazilere hediye olarak “arak” (rakı) gönderen Türkmen başbuğu Orhan Gazi’yi nereye koyarsınız?
Bugünkü gözlükle tarihe bakmak çok defa yanıltıcıdır. Bu konuda Prof. Ahmet Yaşar Ocak’la Prof. Cemal Kafadar’ı okumak yararlı olur.
Selim-İsmail kavgası, Bizans-Sasani kavgasına kadar uzanan bir jeopolitiğin devamıydı. Çarpışan bütün değerlerin keskinleşmesi gibi bir tarafta Sünnilik keskinleşti, esef verici fetvalar yazıldı. Diğer tarafta, Türkmenlere dayalı Safevi devleti Alevilikten keskin bir Şiiliğe ve Fars geleneklerine sarıldı.
TARİHİN ESKİ ZAMANLARI
Savaş yıllarında Osmanlı ulemasından İbn Kemal’in verdiği fetva ile Safevi ulemasından Molla Muhammed Bâkir’in verdiği fetvayı yan yana koyun, mezhep adlarını kapatın, neredeyse aynıdır.
Osmanlı gibi Safeviler de “kurumlaşmış devlet”e dönüştükçe, başına buyruk göçer Türkmen aşiretleriyle çeliştiler, çatıştılar, onları bastırdılar. Hatta İran’da Türkmenlik daha fazla şiddete maruz kaldı.
Siyasi birliğin ve hâkimiyetin din ve mezhep birliğine bağlı olduğu düşünülen o çağlarda, Avrupa’da çok daha feci katliam ve savaşlar yaşandı.
Bugün geçmişe “tarih” diye bakmak ve acıların tekerrüründen sakınarak karşılıklı saygı kültürünü geliştirmek gerekiyor.
Paylaş