Paylaş
İktidar kendi projesini bütün devlet gücünü kullanarak empoze ederken anamuhalefet lideri iktidarın otoriter bir başkanlık istediğini söyleyerek “Böyle bir başkanlık sistemini kan dökmeden bu ülkede gerçekleştiremezsiniz” diye konuştu. Bu sözler hiçbir yönden kabul edilemez, hoş görülemez.
Sorun, “Kim haklı?” sorunu değildir. Sorun “Nasıl?” bir çıkmaza girdiğimiz sorunudur: İktidarın bütün devlet gücüyle yüklenmesi, muhalefetin böylesine tepki göstermesi ne kadar tehlikeli boyutlarda kutuplaştığımızın fotoğrafıdır.
İyiye gitmiyoruz, çünkü kutuplaşma arttıkça öfkeler kabarıyor, aklın alanı korkunç derecede daralıyor...
GENERAL DE GAULLE
Cumhurbaşkanı başdanışmanlarından Sayın Şeref Malkoç, Fransa’yı krizden kurtaran General De Gaulle’ün 1958 Anayasası’ndaki yarı başkanlık sistemini hatırlatıyor.
Anayasa yapımı konusunda çok iyi bir örnek.
De Gaulle bütün Fransa’nın saygı duyduğu hukukçu Michel Debre’ye inisiyatif vermiş, taslak hazırlığını ve partilerle müzakereleri o yapmıştı. Böylece hem De Gaulle kendi şahsını kutuplaşma odağı haline getirmemeye dikkat etmişti hem Michel Debre ismi güven yaratmıştı.
Solcu Pierre Mendes France, dilimize “Çağımızın Cumhuriyeti” adıyla çevrilmiş olan önemli kitabında De Gaulle’ü diktatörlüğe özenmekle suçlamıştı.
Fakat De Gaulle tavırlarıyla bunu boşa çıkardığı gibi, daha en başta “kuvvetler ayrılığı ve parlamentoya karşı sorumlu hükümet” garantisi vermişti.
Parlamenter sistemin bir versiyonu gibi görülmüştü. Sonradan Maurice Duverger “yarı başkanlık” tanımını yaptı, bu tanım yerleşti.
Birleştiri bir tarzla anayasa ve sistem değişikliği yapıldığı için referandumda yüzde 79 oyla kabul edilmişti. “Hayır” oyu verenlerin büyük bir kısmı sistem olarak “Proletarya diktatörlüğü” isteyen Komünist Partisi’nin kitlesiydi.
KAVGAYLA ANAYASA YAPMAK
Bu örneğin aksine, kutuplaşmayla yapılan anayasalar toplumları daha büyük krize götürüyor. Anayasa yapım süreçlerini bilimsel olarak incelemiş olan Albert Hirschman ve Hanne Lerner başta olmak üzere, Myron Weiner, LaPalombara, Giovanni Sartori gibi bilginler göstermiştir ki, parçalı ve kutuplaşmış toplumlarda anayasa hazırlığı üzerine yapılacak kavgalar parçalanmaları daha da derinleştirerek “tehlikeli boyutlara” tırmandırıyor... Siyasal sistemin birleştiriciliğini herhangi bir şekilde kaybetmesi alt kimlikleri daha fazla politize ederek toplumsal parçalanmayı derinleştiriyor...
Sayın Ahmet Davutoğlu’nun maalesef etkisiz kalan şu sözleri doğruydu:
“Anayasa tansiyonla yazılmaz, sükûnetle ve suhuletle yazılır. Her kelimeden, her kavramdan ürkecek olursak çağdaş bir anayasa yazma şansımızı kaybederiz.” (30 Nisan)
DURUP DÜŞÜNELİM
Evet, anayasalar ülkeyi birleştirmek ve uzlaşılmış bir gelecek tasavvuru yaratmak için yapılır ve ancak bu şartla başarılı olur. Parlamenter olabilir, başkanlık olabilir, herhangi bir demokratik sistemin çalışabilir olması, ancak böyle bir sosyolojik ve hukuki zemine dayanmasıyla mümkündür.
Fransız 1958 Anayasası bu sayede başarılı oldu. Latin Amerika ve son olarak Ortadoğu anayasaları bu vasfa sahip olmadıkları için başarısız oldu.
Şimdi bu bilimsel veriler karşısında durup düşünelim: Anayasa ve sistem tartışmalarımız birleştirici ve müzakereci bir tarzda mı, yoksa çatışmacı ve dayatmacı bir tarzla mı yürütülüyor?
Kutuplaşmamız azalıyor mu, artıyor mu?
Yüksek tansiyonla anayasa yapılabilir mi?
Nereye gidiyoruz diye düşünmemiz gerekmiyor mu?
Paylaş