Paylaş
Buna karşılık, başka bir tanınmış âlim Yusuf El Kardavi darbeye karşı çıkan ve Mursi’nin desteklenmesini isteyen bir fetva yayınladı.
Hangisi doğru? Ben ikisini de önemsemiyorum, çünkü olaya fetva değil, demokrasi açısından bakıyorum.
Ayrıca biliyorum ki, “uçsuz bucaksız bir deniz” olarak tanımlanan fıkıhtan şu veya bu yönde siyasi bir fetva için gerekçe bulmak zor değildir.
ABDÜLHAMİD’E KARŞI
İttihatçılar Abdülhamid’i devirmek amacıyla, Meclis kararının yanında bir de kamuoyunu ikna etmek için fetvaya ihtiyaç duymuşlardı. Özetle:
“Din kitaplarını yaktıran zalim bir hükümdarı tahttan indirmek caiz midir?
El cevap: Caizdir.”
Fetva yazılırken “Din kitaplarını yaktırdı mı?” diye araştırma yapılmazdı. Evet Abdülhamid bazı hadis kitaplarını toplattırıp yaktırmıştı. Zira İngilizler ve Arap milliyetçileri hilafetin Araplarda olması gerektiği yolunda eski fakat uydurma bazı hadisleri kullanıyorlardı. Bu, Osmanlı devletine karşı bir psikolojik savaş saldırısıydı. Abdülhamid de bu kitapları yaktırmıştı.
Pozitivist Jöntürkler din kitaplarını savunmak için İslamcı Abdülhamid’i indirmişlerdi!
Fetva, böyle ‘kullanılabilir’ bir şeydir.
İSLAM VE DARBE
Teknik açıdan önemli olan, “fetva”ların “olay araştırması” yapılmadan yazılmasıdır; bağlayıcı da değildir. Soyut bir isimle soyut bir soru sorulur, soyut bir cevap verilir, ama somut bir siyasi olayda “fetva” olarak kullanır bu cevap.
Onun için siyaseten istenilen yönde fetva üretmek mümkündür. Elbette mümin bir insan itikat ve ibadet konularında din bilginlerine fetva sorabilir; bu tabiidir. Ama siyasi konularda fetvaları çok önemsememek gerekir.
Mesela, İslamiyet’i ihya etmek niyetiyle yapılan bir askeri darbeyi düşünün: Pakistan’da halkın serbest oylarıyla iktidara gelen solcu Zülfikar Ali Butto’yu, “içsavaşı önlemek” ve “kanunları İslamileştirmek” gerekçesiyle 1977 yılında deviren İslamcı General Ziya ül Hak’ın darbesi?...
O zaman Milli Görüşçülerimiz pek sevmişlerdi bu generali!
Bu darbe yüzünden mezhep ve içtihat farkları keskinleşecek, çatışmalar çıkacak, Pakistan kaosa sürüklenecekti. “Medine’den Lozan’a” adlı kitabımda anlatmıştım bunu.
DEMOKRASİ KOLAY MI?
İslam dünyasında ve genelde Asya ile Afrika’da yeni bir “siyasi meşruiyet” anlayışına ihtiyaç olduğu açıktır. Artık fetvalara, dini referanslara, yahut pozitivist ideolojik kavramlar değil, açıkça “milli hâkimiyet, halk hâkimiyeti, hür seçimler, sandık” gibi seküler ve demokratik kavramlara dayalı bir muşruiyet anlayışı gereklidir!
Bu arayış 19. yüzyıla kadar gider. Bizde, öncü isim Namık Kemal’dir. 1912 yılında ulemadan Elmalılı Hamdi Efendi de “milli hâkimiyet, hilafetten üstündür” diye yazmıştı. Fakat uygulamada elitlerin “serbest seçim”i benimsemesi kolay olmadı. Halkın da bunu talep edecek iktisadi, sosyal ve eğitim gücü yoktu o zamanlarda.
“Türkiye baharı” 1950’de gerçekleşti, nice krizler, sıkıntılar yaşadık... Çok mesafe aldık ama demokrasimizin hâlâ sorunları var.
Arap dünyasının “bahar”ı ise çok yeni, kim bilir nice krizler, sıkıntılar yaşarak gelişecek!
Batı’da da demokrasi çok büyük sıkıntılarla gelişmişti.
Demokrasiden başka yol yok, aklın gereği bunu kavrayıp mesafeyi kısaltmak, uzlaşmacı ve ılımlı davranışlarla krizleri yumuşak geçirmektir. İnşallah...
Paylaş