Paylaş
“Tahran’da olanlar için teröristlerden, onların bağlantılarından ve destekçilerinden intikam alacağız.”
Hiç sürpriz değil çünkü Ortadoğu’da terör maalesef rutinleşmiş bir siyaset aracıdır!
Mezhepler, mezhep kimliğinde algılanan milliyetçilikler ve otoriter rejimler güç kavgalarını bu coğrafyada terör örgütleriyle yürütüyor.
İRAN’IN ÖRGÜTLERİ
İntikam dedikleri terör eylemleri için “Devrim Muhafızları”nın İran gizli servisleriyle iç içe olduğu bilinmektedir.
Yine biliyoruz ki, Devrim Muhafızları’nın General Kasım Süleymani’nin yönetiminde “Kudüs Gücü” vardır. Lübnanlı Şii Hizbullah’la birlikte Esad’ın en önemli askeri güç dayanaklarından biridir.
İran’ın eli değil gövdesi Suriye’dedir.
Irak’ta vahşi eylemleriyle ünlenen Haşd-i Şâbi de DAİŞ gibi bir örgüttür.
İran terör yapmak istediğinde hazır çok sayıda “fedai” vardır.
Suud’un despotça bir tavırla Katar’a ambargo koyması, Ortadoğu’da cepheleri keskinleştirdi, kılıçları daha bir biledi.
Korkarım Ortadoğu ufukları daha bir karardı.
ARAP MİLLİYETÇİLİĞİ
Sünni ya da Şii, dini kimliklerin militanlaşması 1980’lerden itibarendir. Ondan önce bütün Arap dünyasında seküler Arap milliyetçiliği rüzgârları esiyordu. İhvan liderlerini idam ettiren seküler Abdülnasır çılgınlık derecesinde coşkulu bir halk desteğine sahipti.
Hıristiyan Arap tarihçi Albert Hourani, 1970’lere kadar devam eden dönemi “Arabizmin zirvesi” olarak tanımlıyor.
1967 ve 1973 yıllarında başta Mısır olmak üzere Araplar İsrail karşısında utanç verici hezimetlere uğradı. Gazze ve Batı Şeria 1967’den beri İsrail’in işgali altında.
Bu yenilgiler Arap milliyetçiliğinin sönmesine, aynı duygularla, aynı zihniyetle yoğrulu siyasal İslamcı hareketlerin yükselmesine zemin hazırladı.
ORTADOĞU REFLEKSİ
Maceracı ve karizmatik Abdülnasır’ın yerine gelen Enver Sedat, İsrail’le uzlaştı ve Ekim 1981’de Selefiyeci askerler tarafından öldürüldü.
Tipik bir Ortadoğu refleksiydi, EL Kaide’lerin, DAİŞ’lerin ön işaretiydi.
Suriyeli muhalif aydın Hişam Melhem bu hafta Foreign Policy’de çıkan yazısında hezimet günlerinde bir Arap genci olarak duyduğu ıstırap ve tepkiyi anlatıyor; daha önemlisi...
1967’den sonra İsrail’in bilim ve teknolojide gelişmeyi sürdürerek yüksek teknoloji ihraç eden ülkeler arasına girdiğini, Arapların ise seküler veya teokratik otoriter rejimler altında, hamaset ve taassup içinde birbirini yediklerini yine büyük bir ıstırapla anlatıyor.
Temel sorun burada değil mi?
BAŞKA BİR YOL
Özcan Kadıoğlu’nun Dünya’daki yazısında okudum; Suudi Arabistan’da 1 milyon kişiye düşen akademik yayın sayısı 552’dir.
İsrail’de ise tam 2.090’dır!
İsrail toplumunun Amerikan Yahudi toplumlarıyla iç içe olmasının bunda rolü önemlidir ama neticede belirleyici olan bilim ve teknoloji farkıdır.
Ortadoğu’da ister seküler milliyetçi ister siyasal İslamcı olsun, hepsi aynı yanlışları tekrarladığına göre, zemindeki kültürde bazı sorunlar olsa gerek.
Avrupa tarihinde “din savaşları” olduğu gibi, modern zamanlarda Almanlar iki defa Fransa’yı yenerek Paris’e girmişlerdi. İki defa dünya savaşı yaşanmıştı.
Dersler aldılar, o marazları bıraktılar.
Bugün Müslümanlara “kavgadan başka bir de rasyonel müzakere metotları var, bilim var, hukuk var” diye yüksek sesle bağıracak akımlar ortaya çıkmalı.
İbn Rüşd’ü, İbn Haldun’u unutan Ortadoğu’ya bunları anlatmak çok zor ama yine de bilimi, hukuku, rasyonel metotları savunanlar da olmalı değil mi? Yoksa kısırdöngü döner durur...
NOT: Bu akşam 19.30’da CNN Türk’te Eğrisi Doğrusu programında konuklarımla bu konuları, Katar krizini, Türkiye’nin konumunu konuşacağız.
Paylaş