Paylaş
Hukuki sıkıntıların bir örneği, Gezi olaylarını iktidarın “darbe teşebbüsü” olarak nitelemesidir. “Darbe” söylemi seçimlerde çok işe yaradı, kitle psikolojisini etkiledi. Fakat hukuk alanında durum çok farklı.
İktidarın söylemine uygun olarak Gezi olaylarından sonra Çarşı Grubu hakkında “darbeye teşebbüs”ten dava açıldı. O zaman ben şöyle yazmıştım:
“Mahkeme neye karar verir, ülkedeki adli sorunlardan dolayı kesin bir şey diyemem ama, AYM ve AİHM gibi nihai merciler bunu ‘ölçüsüz’ bulacak, ‘Darbeye teşebbüs değildir’ diyeceklerdir. Böyle demezlerse ben de bu sütunda ‘Hukuk okumamışım’ diye yazarım!” (10 Eylül 2014)
Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu’na aykırılık falan olabilir fakat, Çarşı Grubu darbe suçlamasından beraat edecektir! Zaten dünkü duruşmada, mahkeme de sanıkların yurtdışına çıkma yasağını kaldırdı.
Sonunda beraat çıktığında “darbe” iddiası, hukuken geçersiz siyasi bir söylem olarak kalacak.
SORUŞTURMA KOMİSYONU
17 Aralık hakkında yargının takipsizlik kararı vermesi, kanunları ve savcıları değiştirerek sağlandı. Fakat Meclis’te “Soruşturma Komisyonu” devam ediyor. Sonunda Komisyon bir rapor hazırlayacak ve Meclis’te görüşülecek, bütün dünya dosyada ne var ne yok görecek.
Davutoğlu’nun ve partinin eğilimi bu dosyaları Yüce Divan’a göndermek yönünde. Öyle bir durumda ortaya çıkacak tabloyu düşünün: Yargıda aklattırılmış fakat Meclis’ce Yüce Divan’a sevk edilmiş bir dosya!
Yok eğer Meclis’te çoğunluk oylarıyla Yüce Divan engellenirse, hükümet bunu halka ve dünyaya nasıl izah eder?!
İktidar 17 ve 25 Aralık dosyalarını darbe olarak niteliyor. Darbe mi, yolsuzluk mu, Meclis Soruşturma Komisyonu’ndaki gelişmeler bu bakımdan da aydınlatıcı olacak.
BAĞIMSIZ YARGI?
AB ve ABD’den son 14 Aralık soruşturması konusunda yoğun eleştiriler geliyor. Cumhurbaşkanı “AB kendi işine baksın” diyor. Hükümet ise daha diplomatik bir dille “bağımsız yargıya karışılamayacağını” Avrupalılara hatırlatıyor.
Fakat sorun da burada. İktidarın yargıyı baskı altına aldığı görüşü Batı’da hayli yaygın. “2014 AB İlerleme Raporu”nda bu konuda sayfalarca tespitler var. Ben tek cümleyi buraya alıyorum:
“HSYK Kanunu’nda yapılan değişiklikler, bunu takiben personelin görevden alınması ve çok sayıda hâkim ve savcının görev yerinin değiştirilmesi, yargının bağımsızlığı ve tarafsızlığı ile kuvvetler ayrılığı hakkında ciddi endişeler yaratmıştır.”
Ayrıntılar için raporun 2.1 ile 4.23 ve 4.24 No’lu fasıllarına bakılabilir.
İşte bu yüzden iktidarın “bağımsız yargı” söylemi ikna edici olmuyor.
TEK ÇAREMİZ
Varsın Batı dünyası ikna olmasın, kendi yağımızla kavruluruz, diyemeyiz. İşte piyasalar meydanda... Merkez Bankası’na “Faizi indir” diye baskı yaparken; esasen dış konjonktür sebebiyle de olsa, döviz aldı başını gidiyor! Borçlar ona göre artıyor, yatırım yapmak zorlaşıyor. Daralma dönemindeyiz!
Peki ne yapmalı? Güvenilir bir iktisatçı olan Sayın Ali Babacan çareyi söylemişti:
“Bizim tek çaremiz daha iyi işleyen bir demokrasi, tek çaremiz temel hak ve özgürlükler konusunda en ileri standartlara ulaşabilmek, tek çaremiz hukukun üstünlüğünün Türkiye’de en iyi şekilde uygulanıyor olmasıdır... Biz Avrupa Konseyi’nin üyesiyiz, dolayısıyla Avrupa hukuk normları bizim için referanstır.” (22 Nisan)
Elbette para “yatırım güvenliği”ne bağlıdır, yatırım güvenliği de “hukuk güvenliği”ne...
Dış itibarın da yatırım ve istihdamın da anahtarı Batılı anlamdaki “hukuk devleti”dir. Nereye gittiğimiz buna bağlı.
Paylaş