Paylaş
“Fakat...” bir de madalyonun öbür yüzü var: Başbakan gittikçe değişik kesimlerle, ülkedeki akademik ve entelektüel çevrelerle iletişimden uzaklaşıyor!
Kitleleri peşinden sürükleyen liderlerin zamanla karşılaştığı bu “fakat” problemini, bir “örnek olay”la anlatmak istiyorum: Yeni anayasa yapma konusunda Başbakan’ın 2007’deki ve 2013’teki çok farklı, hatta birbirine zıt iki tavrı...
İki anayasa taslağı
2007 yılında Başbakan parlamenter sistemi esas alan bir anayasa taslağı hazırlanmasını istemişti. Kimlerden? Partili hukukçulardan değil, “bağımsız” hukuk profesörlerinden: Ergun Özbudun başkanlığında Zühtü Arslan, Yavuz Atar, Fazıl Hüsnü Erdem, Levent Köker ve Serap Yazıcı...
Bu isimler daha AKP kurulmadan önce liberal eğilimliydi. Başbakan’ın beklentilerinin neler olduğunu bile sormadan, sadece kendi bağımsız kanaatleriyle bir taslak hazırlayıp Ağustos 2007’de sundular. Normal olarak, karşı çıkanlar oldu, destekleyenler oldu, fakat hiç kimse anayasa hukukunun temel esaslarına aykırı bulmadı.
“Fakat” 2013 yılında, Başbakan böyle partisiz, bağımsız hukukçulara değil, “partili hukukçular”la “danışman hukukçular”a bir anayasa taslağı hazırlattı; parça parça Meclis Komisyonu’na veriyorlar. “Bize göre bir başkanlık sistemi” öngören bu taslakta, Başkan yargıda çok etkili hale geliyor, Başkan’ın tasarrufları Meclis tarafından denetlenemiyor... Besbelli ki“Başkan’a nasıl daha çok yetki veririz” şeklinde bir siyasi öncelikle hazırlanmış!
Bu taslağı akademik ve mesleki hukuk camiasından destekleyen kaç kişi çıktı?!
‘Dar siyasi ekip’
Dün araştırdım, Başbakan’ın hukukçuları son taslağı hazırlarken, 2007’deki taslağı hazırlayan hukukçuların hiçbirinin görüşüne başvurma ihtiyacını duymamışlar. Hadi onlar parlamenter sistem yanlısı diyelim, “fakat” yargı bağımsızlığı, HSYK, yüksek yargı organları gibi konularda görüş almak yararlı olmaz mıydı? Bu yapılmadığı içindir ki, Venedik Kriterleri gibi uluslararası ilkelere aykırı ve yargı bağımsızlığına ters bir taslak çıktı ortaya!
Ve kabul görmedi tabii.
Ne akademik camiadan ne meslek, yani yargı camiasından ciddi bir destek sesi duyduk mu?!
Bağımsız hukukçulardan yararlanmaksızın, sırf siyasi kadronun çalışmasıyla hazırlanan bir taslak başka türlü sonuç verebilir miydi?
Mutabakat sağlamak!
İki taslağın hazırlanma biçimi ve içeriği arasındaki farklar gösteriyor ki, Sayın Erdoğan’ın kitleler üzerindeki karizması elbette devam ediyor, “fakat” Sayın Başbakan, dün iyi iletişim kurduğu bağımsız düşüncelerden, bağımsız görüşlerden, dolayısıyla fikirlerin geniş yelpazesinden, bugün kopuyor. Bu fikirlerin temsilcisi olan akademik, entelektüel, profesyonel ve girişimci çevrelerden uzaklaşıyor. Bu durum onu “iletişim dili”ni kullanma yerine, “çatışma” hatta “azarlama” dilini kullanmaya yöneltiyor. Bu da tepkileri keskinleştiriyor.
Milliyet gazetecilik yapmıştır; Başbakan bunu elbette yanlış görebilir, “fakat” sakin ve ikna edici bir dille eleştirmesi mümkünken öfkeyle üzerine gitmesi gerilimi artırmıştır.
Erdoğan’ın kitlelerden gelen gücü, sorunları çözme yolunda Türkiye için bir fırsattır; yapılan reformlar bunun kanıtıdır. “Fakat” farklı fikir ve kanaat çevreleriyle iletişimden kendini çekmesi, ikna yerine öfke dilini kullanması, mutabakat gerektiren hayati konularda maalesef kendi işini de zorlaştırıyor.
Paylaş