Paylaş
Bu görüşler Avrupa tarihindeki “Rönesans” ve “Reform” hareketlerine öykünmekten kaynaklanıyor. Avrupa ortaçağ karanlığından Rönenans ve Reform’la kurtuldu, öyleyse bize de lazım!
Rönesans’a yol açan ve 11. yüzyılda başlayan ekonomik, sosyal ve kültürel dinamikler... Protestan Reformu’nun mahiyeti, içeriği, sebep ve sonuçları... Bu çok karmaşık faktörler konusunda yeterli bilgi sahibi olmadan ileri sürülen yüzeysel ve özentili görüşlerdir bunlar.
PROTESTAN REFORMU
İslami konuları tartışırken tabii Protestan Reformu daha dikkat çekicidir. Reformun öncüsü Luther’in Rönesans düşüncesiyle bir ilgisi olmadığı gibi, hiç de Roma’daki bir papadan daha az mutaassıp değildi. Hatta “kilise”yi aradan çıkarıp doğrudan “Kitap”a gittiği için daha “fundamentalist”ti! Calvinist hareket hâkim olduğu yerlerde uzun bir “günah listesi” ile tavernaları, tiyatroları, kâğıt oyunlarını yasaklamış, bilhassa kadınlar için zorunlu kıyafet tiplerini mecbur etmişti.
Calvinizm bu sıkı ve otoriter yapısının yanında ticaret ve eğitime disiplinli bir şekilde önem verdiği için, uzun vadede Avrupa’da eğitimin ve ekonomik rasyonalizmin gelişmesi gibi bir sonuç doğurmuştu. Bu konuda Michael Mullett’in Calvin adlı özlü eserini tavsiye ederim.
Calvinizmi tarihi bir tecrübe olarak alırsak; Türkiye’de dini cemaatlerin eğitim ve ticarete yönelmelerinden büyük memnuniyet duymak gerekir. Halbuki “dinde reform” isteyenler, türban yasağıyla eğitimi, “yeşil sermaye” paranoyasıyla ticarete yönelişi engellemek istemişlerdi!
DİNDE MERKEZİ OTORİTE
Protestan Reformu’nun en önemli özelliği papalığın merkezi otoritesine karşı çıkmasıdır. Bu otorite boşluğunda zamanla seküler özgürlüklerle birlikte mutaassıp Protestan tarikatları da gelişti; yaratıcı bir çeşitlilik oluştu.
Halbuki İslam’da hiçbir zaman papalık gibi merkezi ruhani otorite, ruhban hiyerarşisi olmadı. Hilafet ruhani değil, siyasi bir kurumdu.
İslamda “Reform”a özenmenin diğer bir temelsizliği, “reform” isteyenlerin bunu laik otoriteden beklemeleridir! Otoriter laik devlet Hilmi Ziya Ülken’in deyimiyle “Modernist İslamcılığın” bilim kurumlarını bile kapatmıştı. Uzun vadede bu durum, bir yandan dini ilimlerde cehalete, öbür yandan Arapça fundamentalist kitap tercümelerine zemin hazırlayacaktı.
Devlet dini alana hiçbir şekilde müdahale etmemeli, sadece, cemevleri dahil toplumsal ihtiyaçları karşılamalıdır.
‘YENİLENME’ KAVRAMI
İslam’da papalık benzeri merkezi otorite olmadığı gibi, Proteston Reformu da bir laikleştirme hareketi değil, aksine papayı İncil’e saygısızlıkla suçlayan fundamentalist bir hareketti. Zamanımızda Protestan Avrupa toplumlarında kiliseler boşalmıştır. Fakat Amerika’da boşalan, Katolik kiliseleridir, Protestan kiliseleri eskiden olduğu gibi cemaatlerini koruyorlar. (Steve Bruce, Religion and Modernization, s. 151)
“Reform” kavramının İslamiyet için hiç uygun olmadığı açıktır. Fakat Müslümanların vahim hali de ortada! İslam’ın kendi terminolojisi olan “tecdid” (yenileme) ve “içtihat” kavramlarını çözüm yolu olarak görüyorum. Bu yolda ilerlenmesi, devlet müdahalesiyle değil, toplumsal dinamiklerle, iyi eğitimli dindarların gayretiyle olabilir. Öyle bir gelişmenin toplumsal zemini eğitimin, piyasa ekonomisinin, şehir hayatının, dünyaya açılmanın ve nihayet bilim ve tefekkürün gelişmesiyle oluşacaktır. İslam dünyasında bu alanda da en ileri ülke Türkiye’dir.
Paylaş