Paylaş
“Bizi hedefe yaklaştıracak olan bir adımı daha ‘evet’ diyerek atmak, farz olanı tamamlayan ve ona yaklaştıran her fiil farzdır’ kuralının çerçevesine dahildir.”
Başka bir ilahiyatçı Prof. Hayri Kırbaşoğlu’nun tweet’i ise şöyle:
“Evet demek de hayır demek de farz falan değildir, politik bir tercihtir. Ortaçağda Emeviler döneminde yaşamıyoruz. Uyanalım derin uykudan!”
Kırbaşoğlu “dinin politikada bu kadar araçsallaştırılması” karşısında uyarı yapmayan Diyanet’i ve “ulema”yı da eleştiriyor.
YANLIŞ ÇIKARSA...
Şimdi bir başka açıdan bakalım: Ya önerilen sistem sandıkta kabul edilir de olumsuz sonuç verirse... Prof. Şükrü Karatape’nin deyişiyle “3 sene 5 sene; baktık olmuyor, Parlamento’nun toplanıp tekrar değiştirmesi” gerekirse, “farz”ın yeri ne olacak?!
Dini siyasallaştırmanın riskini görüyor musunuz?!
İslami kesimin vicdanlı ve irfanlı kalemlerinden Ahmet Taşgetiren de dünkü yazısında, sandıktan evet çıkarsa bunun “Türkiye’de İslamcı bir kadronun sistem denemesi yaptığı” tarzında algılanacağını yazdı. Hemen çok dikkatli bir üslupla uyarısını da yaptı:
“Asla ‘İslamcılar tarafından oluşturulmuş totaliter bir yönetim’ algısına mahkûm edilmemelidir. ‘Rahmet toplumu’ oluşturma idealinden asla vazgeçmemeliyiz.”
Sorun şu: Totaliter toplum nasıl önlenir bu çağda? ‘Rahmet toplumu’ dediğimiz ahlaki kavramın çağımızdaki anayasal erkler düzeni nasıl olmalıdır?
SİYASİ GÜÇ İÇİN
Bu noktada Halifeler döneminde ve Emeviler zamanında siyasi güç çatışmalarında dinin araç olarak kullanılmasının nasıl büyük acılara ve itikadi mezhep savaşlarına yol açtığını görmek için ilahiyatçı Prof. Ahmet Akbulut’un “Sahabe Dönemi İktidar Kavgası” adlı fevkalade değerli, son derece zihin açıcı akademik eserini önemle tavsiye ederim. (Otto Yayınları)
Bu konuları çok araştırdığım halde ben yeni okudum, Cemil Çiçek’in tavsiyesiyle.
Prof. Akbulut, Kuran’da ve Peygamber geleneğinde hiçbir siyasi sistem öngörülmediğini, bu alanın tamamen insanlara bırakıldığını, hilafet yani iktidar kavgalarını meşrulaştırmak için dinin kullanılmasının uzun asırlar için bile ne büyük sorunlar yarattığını anlatıyor.
Prof. Akbulut, Sahabe zamanında hâlâ kabile kültürünün sosyolojik olarak güçlü olduğunu, hilafet konusunda ihtilaflar çıkınca “yarışın çatışmaya dönüşmesini engelleyen ölçüler, siyasi düzenler” bulunmadığı için feci olaylar yaşandığını izah ediyor. (s. 80 vd)
DENETİM VE DENGE
O çağlarda bütün medeniyetlerde kurallar ve kurumlar yetersizdi, siyasi kavgalar hep kanlı oluyordu. Zamanla “mutlakiyet” rejimleri düzeni sağladı...
İnsanlık geliştikçe mutlak otoritelere karşı özgürlük ve adalet talebi güçlendi. Kuvvetler ayrılığı, hak ve hürriyetlerin anayasalarla teminat altına alınması gibi felsefi görüşler ortaya çıktı. Bu felsefi değerleri hayata geçirecek anayasal kurallar, yürütme gücünü dengeleyecek ve denetleyecek güçte parlamentolar ve bağımsız yargı gibi kurumlar gelişti.
Eğer adil ve özgürlükçü bir siyasi ve hukuki devlet düzeni istiyorsak bu felsefi değerlerin ne kadar özümsendiğine bakmalıyız. Bundan da önemlisi yetkilerin bu ilkelerle “denetlenip dengelenmiş” olup olmadığına çok dikkat etmeliyiz.
Bir erkte öbür erkleri bastıracak dozda aşırı güç toplanırsa iyi niyetle yapılsa bile olumsuz sonuçlar doğurur. Tarih laboratuvarında ispatlıdır bu.
NOT: Bu akşam CNN Türk’te Eğrisi Doğrusu programında konuklarımla pazar günü oylayacağımız 18 maddede denetim ve dengenin ne durumda olduğunu konuşacağız.
Paylaş