Paylaş
Ali Bardakoğlu, Mustafa Çağrıcı, Mustafa Öztürk, Saim Yeprem, Hayri Kırbaşoğlu, Ali Özek gibi dini ilimler sahasının saygın akademisyenler bu probleme dikkat çekiyor.
İktidar gücünün muazzam imkânlarıyla desteklenen bir “zengin muhafazakârlar” sınıfı gelişirken, ahlaki hassasiyetlerin ne durumda olduğu sorgulanıyor.
AKİF EMRE’NİN YAZISI
Hemen bütün fikir çevrelerinde saygıyla anılan merhum Akif Emre, siyaset ve güç tutkularına kapılmadan prensiplerini üstün tutan, bağımsız düşünceli bir İslamcı yazardı.
Merhum Akif Emre, benim arşivlediğim yazılarımdan birinde “muhafazakârların servetle imtihanı”nı anlatıyordu:
“Devlet desteği olmadan kendi girişimi ile ayakta kalan yeni muhafazakâr zenginlikten bahsetmek zordur. Ülkenin ekonomik pastasından payları ne olursa olsun genelde muhafazakârlar arasında belli bir kesimin eli para görmüş, hayat tarzları değişmeye başlamıştır. Değişim sadece hayat konforlarıyla sınırlı kalmayacak, dünya görüşleri, ideolojileri, hayata bakışları da bu çerçevede değişime uğrayacaktır.” (Yeni Şafak 2016)
Bu satırlar sosyolojik gerçeğin fotoğrafıdır.
Sorun; ahlak, hukuk, kültür gibi alanlarda umulan duyarlılıklar gelişmeden, hatta bu duyarlılıklar aşınarak “servet”in gelişmesidir.
Bu tablodan hareketle sadece muhafazakârları sorumlu tutmak doğru değildir.
HER DEVİRDE BÖYLE
Yakup Kadri’yi, Ahmet Ağaoğlu’nu, Ahmet Hamdi Başar’ı okuyun; Atatürk ve İnönü zamanında da böyleydi. Menderes, Demirel, Özal zamanlarında da...
Doz ve tarzları farklı da olsa...
Tarihte köylü, küçük esnaf ve bürokrat olarak kalan Türklerden girişimci işadamları yetiştirme şeklindeki yüz elli yıllık doğru siyasetin “usulsüz” uygulamaları diyelim.
Zamanımızda görüldü ki, “güç bozulması” konusunda dindarlık bir fark yaratmıyor.
Karşımızda iki esaslı sorun var: Biri din kültürüyle, öbürü hukuk ve siyasetle ilgili.
Aslında birbirinden da ayrılmaz.
Din deyince, başka bir güç kavgası olan siyaset sahasında tarafgirliği bırakıp, dinin asıl ahlaki özünü ve manevi sorumluluk şuurunu ön plana çıkaran bir kültürün gelişmesi gerekiyor.
Bu yetmez, modern hukukun denetim ve şeffaflık ilkelerini benimsemek ve hayata geçirmek lazımdır.
MODERN HUKUK İHTİYACI
Bunun için çağımızın dünyasında felsefi düzeyde yeniden yüksek bir İslami tefekküre ihtiyaç var.
Akif Emre bunun için beynini seferber etmiş dindar bir düşünürdü.
Köklü ilahiyat fakültelerimizde “asrın idraki” düzeyinde âlim ve düşünürler yetişiyor fakat henüz yeterince etkili değiller. Mahalle tarikatları daha etkili!
Elbette “fıkıh ahlakı”nda yüksek değerler ve emsaller mevcuttur. Hz. Ömer’in akşam vakti özel işini yaparken kendi mumunu yakması, “beytülmale el uzatılmaması” gibi... Fatih’in yoksul bir kadın tarafından kadıya şikâyet edilip yargılattırılması gibi...
Bunlar çok eğitici kıssalardır fakat çağımızın sorunlarını çözmez; bunun için modern hukuka ihtiyaç vardır.
Modern hukuktaki kuvvetler ayrılığı, denetim, şeffaflık, hesap verirlik, bağımsız düzenleme ve denetleme kurumları, Sayıştay denetimi, bağımsız yargı gibi hukuki kurumların mutlaka güçlendirilmesi, yetkilerinin siyaset tarafından kısıtlanmaması ekmek-su gibi zorunlu bir ihtiyaçtır.
Ahlaklı bir toplum ve ahlaklı bir devlet diyorsak, modern hukukun bu ilkeleri ve kurumları olmazsa olmazdır.
Mübarek ramazanın vicdanlarımızda ahlakla hukukun birleşmesini ve hoşgörünün gelişmesini sağlayacak manevi bir iklim yaratmasını diliyorum.
Paylaş