Din mi, laiklik mi elden gidiyor?

Türkiye dindarlaşıyor, laiklik tehlikede mi?... Bunun tam tersine, dindarların dünya nimetlerine kapıldığını, dinin özünden uzaklaştığını söyleyenler de az değil.Bir kesim “Bütün okullar imam hatipleşecek” diye laiklik kaygısı yaşarken, 1141 imam hatip ortaokulundan 73’üne kayıt yaptıran olmadı, bunlar kapatıldı.

Haberin Devamı

Seçimlik derslerde de en çok matematik ve yabancı dil tercih edildi.

Laiklerin korktuğu, dindarların umduğu bir sonuç ortaya çıkmadı denilebilir.

Prof. Esmer’in “Değerler Araştırması” ve Prof. Hakan Yılmaz’ın “Türkiye’de Muhafazakârlık” araştırması da Türkiye’nin dindar bir toplum olduğunu ama dindarlık algısında değişmeler yaşandığını gösterdi. Özetle, “Kendisini ‘dindar’ olarak tanımlayanların oranı son 22 yılda 10 puan arttı” fakat bu, “Kişi kendi kaderini özgürce kendisi çizer” diye düşünen bir dindarlıktır. Ortaçağ tipi bir dindarlık değil.

Modernleşme ve dindarlık

Modernleşmenin şehirleşme aşamasında, toplumda büyük altüst oluşlar yaşanır. Hayata anlam verecek manevi ve kimliksel değerler ve bunlar etrafında dayanışma ihtiyacı artar. Din, inanç, cami, cemevi daha işlevsel hale gelir.
/images/100/0x0/55eae2cbf018fbb8f89cfb4c
Batı’da da böyle oldu. Din sosyoloğu Steve Bruce’un yandaki grafiğinde mavi çizgiler İskoçya’da nüfusu 20 binden büyük şehirlerdeki nüfus artışını, kırmızı çizgiler kiliseye muntazam devam edenlerin oranını gösteriyor. Kırsaldan gelen nüfus, şehirlerde adım başına kilise açmış, kiliseye gitmiştir. Uzunca bir süre sonra iniş ya da başka türlü bir “normalleşme” başlamıştır:

Yine Bruce’un tespitlerine göre, pazar günleri kilise okullarına giden öğrenci sayısı 1900 yılında yüzde 55’ti, yüzyıl sonra, 2000 yılında yüzde 4’e inmiştir. (Steve Bruce, Religion and Modernization, Oxford 2001)

Haberin Devamı

‘Dindarlığın altın çağı’

Bruce, haklı olarak 19. yüzyıldaki bu süreç için “dindarlığın altın çağı” diyor. 19. yüzyıldaki “Katolik Rönesansı”nın temelindeki sosyolojik zemin de budur. Henryk Sienkiewicz’in Quo Vadis romanı, Kardinal Wizeman’ın Fabilo... ve Lew Wallace’ın Ben Hur adlı romanları bu dönemin edebi simgeleridir. Milyonlarca baskı yapmıştır.

Bizde de aynı edebi niteliğe sahip olmasa da Huzur Sokağı ve Minyeli Abdullah gibi romanları düşünebiliriz.

Sosyolojik bir olgudur: Yükselen dindarlık, ortaçağa dönüş değildir. Bu dindarlığın içeriğinde saygı duyulması gereken dini aidiyet duygusunun sıcaklığı ve hayatın anlam kazanması vardır. Bu dindarlığın içeriğinde aynı zamanda okuldan alınan seküler (dünyevi) bilgilerle iş hayatının kazandırdığı dikkatler ve öncelikler de vardır; çocuğum hayatta başarılı olsun diye matematiğe, yabancı dile öncelik vermek gibi...

Bu dindar insanla, tarlasında tevekkülle yağmur bekleyen dindar insan aynı değildir.

İrtica korkusuna kapılanlar bu sosyolojik dinamiği görmemişti, yeni görüyorlar. Artık türban paranoyası pek kalmadı mesela.

Haberin Devamı

Elden gitmiyor

Dindar kitleler de modern eğitimin ve Batılı liberal demokrasinin işlevini bu sosyoljik süreçte tecrübelerle gördüler. Artık Seyyid Kutup ve Mevdudi referanslı

“İslam devleti” kitapları çok geçmişte kaldı. Hayat tarzları arasında karşılıklı hoşgörü artıyor.

Muhafazakârların da siyasi referansları fıkıh değil, insan hakları, özgürlük, eşitlik gibi seküler değerlerdir. Temel kanunlarımızın Avrupa hukukuna sistematik olarak en çok uyarlandığı dönem, 1926’daki hukuk devriminden sonra, AKP dönemidir!

Fıkıhla ekonominin gelişmeyeceği gibi gerçekler iktidar pratiğinde daha iyi görüldü.

Telaşa gerek yok, bir şey elden gitmiyor.

Amerika ve Polonya gibi dindar ve modern toplumlar mevcuttur. Uzun vade itibarıyla Türkiye de o yönde gözüküyor, Avrupa gibi “fazla seküler” olması ihtimali de yok değildir!

Sekülerliğin fazlası da başka sorunlar çıkarıyor, ayrı bir mesele.

 

Yazarın Tüm Yazıları