Paylaş
Gülen hareketinin “darbeci, hain, din istismarcısı, Truva atı, sahte mesih hareketi” olduğu ve “takiyyeci davanışlarının İslam’la alakasının olmadığı” ifade edildi.Doğrusu ben daha ‘derinlikli’ tahliller bekliyordum. Generalinden profesörüne bu hareketin bu kadar taraftar bulabilmesini sağlayan bir kültürel zemin var: Bağımsız düşünme ve davranma yerine birilerine bağlanarak düşünme ve davranma kültürü!
İslam’da bağımsız düşüncenin ve irade hürriyetinin vurgusu yapılsın isterdim fakat sanırım öncelikle kitlelerin uyarılması amaçlandığı için böyle konulara pek girilmedi.
Din kültürümüzdeki sorunlar açısından, sonuç bildirisinde işaret edilen bir paragrafa dikkat çekmek istiyorum.
OTORİTER ANLAYIŞ
Bildirinin 2. maddesi şöyle:
“Hiç kimse (kimseyi) kayıtsız şartsız kendisine bağlılığa çağıramaz. Mutlak itaat İslam’da Allah’adır. Bu çerçevede bir kimsenin özel seçilmiş ve yanılmaz olduğu iddiası kabul edilemez.”
Diğer bütün sorunların da temelinde bu var.
Dogmatik düşünce, din veya felsefe alanında “büyükler”e mutlak itaat demekti. Bütün ortaçağ Aristo ve Eflatun şerhleriyle geçmedi mi? Yahut medrese hep eski fetvaları tekrarlayıp durmadı mı?
Siyasette “mutlak hükümdarlık” dönemi bu bütünün bir parçasıydı; siyasi büyüklere mutlak itaat!
“Mutlak hükümdar” algısı fıkıh kitaplarında “emir, halife” gibi kavramlarla anlatıldı. “Biat” otoriter hatta totaliter bir çarpıtmaya uğradı.
Halbuki Hz. Ali Efendimiz, Üçüncü Halife Hz. Osman’a biat etmemişti, bu eleştirilecek bir şey de değildi. Sahabe Peygamber Efendimiz’e “Bu vahiy mi?” diye sorar, onun şahsi fikri ise kendi farklı görüşünü söylerdi, böyle konularda görüşerek karar verilirdi.
Mistisizm sahasında ise Peygamber’den hatta bazılarında Allah’tan rüya ve ilham yoluyla mesaj aldığı sanılan sahte Mesihler her çağda müritler bulmuş ve çok ilginçtir bunlar hep siyasileşmişti...
Ama Mevlânâ’nın, Yunus’un, Muhyiddin’in, Hallac’ın siyasi talepleri yoktu; siyaset onların yüceliği yanında bir hiçti.
YENİDEN DÜŞÜNMEK
Bugün İslam dünyası bir çıkmazdadır: Kitlelerde mistik, mesiyanik duygular yahut mezhepçi çatışmalar, siyasi kavgalar...
Bilim ve tefekkür dalında ise utanılası bir durgunluk!
İşte medeniyetin tepelerinde İslam toplumlarından pek bir şey görünmüyor. Yontulmamış coşkular fikir sanılıyor. Pakistanlı büyük şair ve filozof Muhammed İkbal’in yazdığı “İslam’da Dini Düşüncenin Yeniden Teşekkülü” problemi, yazıldığı yerde duruyor hâlâ.
Halbuki, tarih bir laboratuvar deneyi gibi göstermiştir: 13. yüzyıla kadar yüksek İslam medeniyetinin çeşitlilikten fışkıran hayatiyetinin tükenmesiyle müstebit hükümdarlıklar el ele gittiler. Batı’da 16. yüzyıldan itibaren düşünce ve bilimin gelişmesi ise özgürlüklerin genişlemesiyle mümkün oldu.
21. YÜZYILDA
Bugün Müslümanların ihtiyacı gizemli rüyalara değil... Siyasi kavgalara da değil... Bu çağın Gazali ve İbn Rüşd’lerinin özgürce tartışacağı demokrasiyedir. “İçtihat” kapısının çivilerini sökecek hür düşünceye, bilime, tefekküredir.
Gençleri bu yöne teşvik etmeliyiz. Vakıflar, dernekler, sivil toplum oluşumları gizli örgütlenmelerden sakınarak, devlet kapısından içeriye bir adım bile atmayarak üniversite ve enstitülere bunun için destek vermelidir.
Bu akşam CNN Türk’te, Saat 20.00’de Eğrisi Doğrusu Programında Muhterem Ali Bardakoğlu hocamıza bu sorunları soracağım.
Paylaş